Giriş yapmadınız.

WORLD

Acemi

  • Konuyu başlatan "WORLD"

Mesajlar: 40

Konum: ıstanbul

Meslek: Ateşe

Hobiler: Uluslar Arası ılişkiler

  • Özel mesaj gönder

1

29.07.2005, 14:47

Monsenyör George Marovitch ve İsevi Müslümanlar





Monsenyör George Marovitch 1931 senesi ıstanbul-Bakırköy doğumlu. ıstanbul Harbiye’deki Vatikan Büyükelçiliği ıstanbul Temsilciliği binasında görevini sürdürüyor. Kendisi aynı zamanda Türkiye’deki Katolik ruhanî liderlerinin sözcüsüdür.

Ama yaptığımız röportajda bu sıfatıyla değil, şahsı adına konuşmuştur. Dolayısıyla burada söylediklerinin Katolikler adına değil de şahsı adına anlaşılması gerektiğini, kendisine verdiğimiz bir söz olarak ifade etmiş olalım.

Samîmî bir dindar olan Monsenyör Marovitch’i, Bediüzzaman Hazretlerinin “Müslüman ısevîleri” dediği grupta zikretsek abartmış olmayız kanaatindeyim. Zaten ıslâm’la diyalog komisyonunun bir üyesi olarak da ıslam dinine ve özelde Bediüzzaman’a oldukça ilgisi olan biri. Hatta Hz. ısa, Hz. Meryem ile birlikte Hz. Muhammed ve Bediüzzaman Hazretlerini de her gün duâlarında andığını söylüyor. Aynı zamanda bir Cevşen aşığı da olan Marovitc’le ilgili ayrıntıları röportajın ilerleyen bölümlerine bırakıyoruz.

Satır aralarında siz de göreceksiniz ki, Sayın Marovitch’in ıslâmiyet, Hz. Peygamber (asm) ve Hz. ısa ile ilgili değerlendirmeleri bizim açımızdan çok da yadırgamayacağımız tarzda. ınsan bunları fark edince, diyalogla çok şeylerin anlaşılacağını ve aşılacağını anlıyor. Nitekim Marovitch de konuşmalarının değişik bölümlerinde insan olarak nice sırlara aklımızın eremediğini, bazı şeylerin zamanla aşılacağını ve hadiselerin çok güzel gelişmelere gebe olduğunu dile getiriyor.

şimdi daha fazla sabrınızı zorlamadan sizleri, dindar bir ısevî’nin samîmî sözleriyle başbaşa bırakıyorum.


Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Vatikan temsilcisi olarak Türkiye’de nasıl bir görev yürütüyorsunuz?


Latin Katolik cemaatinin bir üyesi ve rahibiyim. Gençliğimde ruhanî reisin tahtının bulunduğu merkez kilise olan katedralde görev yaptım. Aynı zamanda Vatikan’da yüksek hukuk tahsilimi yaptım.

Burada Vatikan Temsilciliği, Vatikan’la diplomatik ilişkiler kurulmadan önce gayr-i resmî olarak vardı. Papanın gayr-i resmî temsilcisi bu binada (Vatikan Büyükelçiliği ıstanbul Temsilciliği) ikamet ediyordu ve iki görevi vardı. Hem Vatikan’ın ve diğer Avrupa ülkelerinin dinî liderlerini temsil ediyordu, hem de ıstanbul’daki Latin Cemaatinin ruhanî reisiydi. Bundan dolayı on sene zarfında bütün âyinleri bizim katedralde yapmıştık. Ben de onların yardımcılarıydım.

Sonra, burada 10 sene gayr-i resmî temsilcilik yapmış olan Roncalli, XXIII. Jean adını alarak Papa olunca—ki o Türkleri çok severdi—Celal Bayar ve Menderes döneminde Vatikan’la diplomatik ilişkiler kuruldu. Ankara’da bir elçilik kuruldu. Burada Ankara’nın temsilciliği kaldı. Ben o zaman burada görevime devam ettim. Büyük elçi sık sık Ankara’dan geldiği zaman burada kalıyor tabi. Sonradan bile 6. Poul Türkiye’ye geldiğinde burada kaldı. Patrik Athenagoras’la görüşmüştü. Hıristiyanların birliği ve barışmaları için de çalışırdı. Sonra o da vefat ettikten sonra yerine geçen şimdiki Papa, 25 sene önce geldi buraya. Burada iki-üç gün kaldı. Tabiî Ankara’ya da gitmiş, cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’le de görüşmüştü.

Artık burası daimî olarak Ankara’nın temsilciliğidir ve ben bu temsilciliği yapıyorum.


Yüzlerce Cevşen dağıtıyorum


Bazı toplantılarda Cevşen okuduğunuzu biliyoruz. Cevşen’e olan sevgi ve muhabbetiniz nereden geliyor?


Öncelikle şunu da söylemek istiyorum. Ben bir kilise hukuku uzmanıyım. ılahiyatı ilgilendiren konularda sorularınıza cevaplarım tabiî olarak tüm ilahiyatçılarımız tarafından tasvip edilmeyebilir.

Küçük bir cemaatte bir kişinin çok görevleri vardır. Dolayısıyla benim de çok görevim var. Türkiye’deki tüm ruhanî reislerin bir kurulu var. O kurulun da komisyonları var. ışte ben ıslâm-Hıristiyan diyaloğu komisyonunun da üyesiyim.

Bundan dolayı da ıslâm’la diyaloğa ait konularla alâkadarım.

[B]Aynı zamanda her Kurban ve Ramazan Bayramında ıstanbul Müftüsünü ziyaret ediyoruz ve Vatikan’ın bayram mesajını da iletiyoruz.
Evvelki müftü olan Selahaddin Kaya’ya dedim ki: “Görüyorum ki Müslüman kardeşlerimin camilerde tesbihleri var.

Bizim Hıristiyanların da tesbihi var. Her zaman taşıyorum. Meryem Anaya, ısa Mesih’e duâ ediyoruz tesbihle. Müslüman kardeşlerimiz hangi duâyı yapıyorlar?” [/B]

Ve bana ilk önce çok güzel olan Cevşen’i gönderdi. Türkçe okumaya başladım. O kadar hayran oldum ki, “Ne güzel duâlar ve her inananın söyleyeceği en güzel duâlar burada vardır” dedim. Hakikaten Müslüman olalım, Hıristiyan olalım, Yahudi olalım hepimiz bu Allah’ın 99 ismini biliyoruz, okuyoruz.

Dolayısıyla bu kitaba, duâya aşık oldum. Ondan sonra yüzlerce Cevşen almaya başladım. Buraya gelen herkese dağıtıyorum. Ve diyorum ki; “Bakın ne kadar güzel bunlar, okuyun, bunlarla da duâ edin, Müslüman kardeşlerimizle birlikte duâ edelim.” Çünkü Cevşen manevî kalkandır. Siz daha iyi biliyorsunuz. Fazla izah etmeyeceğim. Hz. Muhammed’in bir savaşta gelen oklara karşı kendini müdafaa etmek için bir zırhı vardı. Cebrail melek ona dedi ki: “Zırhı çıkar, ben sana Allah tarafından öyle bir zırh vereceğim ki seni bütün kötülüklere karşı koruyacaktır.” ışte bu Cevşen’dir. Yani manevî zırh demektir. Çoğu Müslüman kardeşlerimiz bundan dolayı üzerlerinde küçük bir Cevşen taşıyorlar ki, her türlü kötülükten korusun diye. Ben de işte memleketimizi ve bütün dünyayı Allah korusun diye Müslüman kardeşlerimle beraber o Cevşen’i her gün okuyorum.

Sokaklarda ıncil dağıtmaya karşıyız


Misyonerlik faaliyetleri hakkında ne düşünüyorsunuz?


Sokakta ıncil dağıtmak, parayla birşeyler vaad ederek fakir insanları zorla kandırmak tarzındaki hareketlerin hiçbirini tasvip etmiyoruz. Apostolik denilen Hz. ısa’nın havarilerinin kurmuş olduğu hiçbir kilise bunu tasvip etmez. Bunlar anarşik gruplardır. Biz buna proselytisme (hileye başvurarak bir dine yeni taraftarlar kazanmaya çalışmak) diyoruz.

ıncil bizim yaşantımız olmalıdır. Onu sokaklarda dağıtmaya kalkmak yanlıştır. Biz Müslüman kardeşlerimizle barış ve diyalog içerisinde yaşamak istiyoruz. Galatasaray Lisesi’nin felsefe hocası Pierre Dübois de misyonerdi. Gidip de hiç kimseye “Sen Hıristiyan ol” dememiştir. Ama binlerce talebe yetiştirmiştir. Nitekim Dışişleri Bakanlığı’nca kendisine plaket de verilmiştir.

Baskıyla, zorla, kandırmayla hiçbir şey olmaz. Önemli olan paylaşmaktır, anlatmaktır. Bu anlamda aslında her Müslüman, her Hıristiyan bir misyonerdir de zaten. Ama dediğim gibi basına da yansıyan bu misyonerlik faaliyetleri, anarşik grupların işidir, onları tasvip etmiyoruz.


[size=7]Türkiye, dinsizliğe karşı Avrupa’ya kalkan oldu [/size]


Türkiye’nin AB sürecine nasıl bakıyorsunuz?


Türkiye, zengin bir medeniyete sahip büyük bir imparatorluğun varisidir. Bu imparatorluğun payitahtı ıstanbul, asırlarca Avrupa kıtasının en büyük şehirleri arasında olmuş olup, kendi bünyesinde bulunan muhtelif ırk ve dinlerin sulh içerisinde beraber yaşamalarını temin etmiştir.

Türkiye’nin bu ruhu, Kur’ân-ı Kerime dayanır. Nitekim Maide Sûresi 48. âyet der ki: “Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdikleriyle sizi imtihan etmek için farklı ümmetlere ayırdı. Siz de hayırlı işlerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır.”

Nisbeten daha yakın devirlerde, yani soğuk savaş senelerinde, Türkiye’nin NATO azası olarak dinsiz komünizme karşı Avrupa’nın kalkanı olduğunu hatırlamak da hakkaniyetin gereğidir. Türkiye’deki ister Musevî, ister Hıristiyan olsun, hepsi kuvvetle inanıyor ki, Türkiye’nin Avrupa Birliğine kabul edilmesi halinde, Türkiye Batı ile Müslüman memleketler arasında köprü vazifesi görüp, bütün Avrupa için hem bir sulh unsuru olacak, hem de maddî-manevî bir kıymet alacaktır.


AB dinî bir organizasyon değildir


Gerek Türkiye’de, gerekse Avrupa’da bazı kesimlerin seslendirdiği gibi AB bir Hıristiyan kulübü müdür? Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?


Elbette AB’nin içinde Hıristiyanlar çoğunluktadır. Ama AB daha ziyade iyi ve refah içinde yaşamak için kurulan maddî bir organizasyondur. Onların hedefleri bir Hıristiyan birliği yapmak değildir. Tabiî bazı öyle düşünenler de olabilir, her insanın bir ideali vardır. Ama genel olarak Avrupa buna bakmıyor. Avrupa’da laiklik vardır. Dine saygı göstermek vardır, ama bir din Avrupa’sı olmayacaktır. Hem zaten normal olarak şimdi Avrupa’da 6-7 milyonu Türk yaklaşık 15 milyon Müslüman yaşıyor. Sadece 5 milyon Türk Almanya’da, Hollanda’da, ısveç’te, Belçika’da vardır. Onların çoğu hep Müslümandır zaten. Yine de Avrupa, bana göre semavî dinlerin ve bütün inançların Avrupa’sı olacaktır. Fakat dinî bir organizasyon değildir.

Bazıları “Türkiye Avrupa’dan değildir” derler. Ben işte buna cevap veriyorum:

Türkler asırlar boyunca Avrupa’ya, Viyana’ya kadar gitmiştir ve ıstanbul başşehir olmuştur. Avrupa’nın da başşehri sayılıyordu, Kostantinapolis ıstanbul’dur. Ve bunun çok büyük bir etkisi olmuştur.

Hem Türkiye aynı zamanda doğudaki memleketlerle de bir köprü oluyor. Dinler arası da köprü oluyor. Çünkü Müslümandır ve burada ıslâmiyet güzel yaşanıyor, biz bunu gördük. Bundan dolayı bazı Avrupalıların, Türkiye’yi yakından tanımadıkları için, sabit fikirleri vardır, korkuyorlar. Halbuki burada yaşamış olanlar Türkleri tanıdılar ve o manevî zenginliklerini gördüler. ışte ben küçükken Roncalli’yi tanıdım. O, Türkleri iyi tanımıştı.

Diyorum ki; bilmeyenler çekti. Halbuki bu ülkede yaşayanlar hakikaten Türkiye’nin manevî güzelliklerini görüyorlar ve Avrupa’yı zenginleştireceklerine inanıyorlar.

Çünkü Avrupa, söylediğim gibi bazı manevî değerleri kaybetti. Türkler hem çalışkandırlar, hem de büyük saygıları var. Hiçbir zaman Allah’a küfretmezler. Ama Avrupa’da Allah’a küfür vardır. ıtalya’da bazı Hıristiyanlar vardır ki, Allah’a, Meryem Anaya küfrediyorlar.

Türkiye’de katiyen bu yoktur. Müslümanlar Allah’a küfretmiyorlar. Büyüklere, anne-babaya da büyük saygı var. El öpüyorlar. Bir kere şuna şahit olmuştum: Bir toplantı olmuştu. Bir yazara ödül vermişlerdi. Millî Eğitim Bakanı o yazarın elini öptü. Böyle bir hürmet vardır yani. Bu da manevî bir zenginliktir. Türkler Almanya’da da çok çalışkandırlar. Avrupa ıkinci Cihan Harbinden sonra çökmüştü. O işçiler gitti, orada Avrupa’nın kalkınmasına yardımcı oldular.

Türkiye soğuk savaş döneminde NATO’nun içindeydi ve komünist Rusya’ya karşı Avrupa’ya bir kalkan oldu. Bu, Avrupa’nın Türkiye’ye karşı şükran borcudur. Bundan dolayı inanıyorum ki, Türkiye’deki Müslüman olsun, Hıristiyan olsun, Yahudi olsun hepimiz Türkiye’nin AB’ye girmesini istiyoruz ve inanıyoruz ki Türkiye Avrupa’yı zenginleştirecektir.

Türkiye bir dönem geçirdi ki işsizlik vardı, çok kişi Almanya’ya gitti. Fakat Türkiye’ye yardım edilirse, bir süre sonra öyle bir seviyeye gelecektir ki hiç kimse Avrupa’ya gitmeyecektir. Güzelim memleketi bırakıp niye gitsin ki? Nasıl ki Osmanlı ımparatorluğu döneminde bizim atalarımız buralara çalışmaya gelmiştir; yine Avrupalılar iş bulmak ve çalışmak için buraya tekrar geleceklerdir. Çünkü Türkiye bunu gösteriyor. Meselâ Rusya’da en güzel büyük iş merkezlerini açmışlar. Bunu Türkler yaptı. Orta Asya’da kocaman havaalanları ve Türkmenistan’da en büyük cami... Bunları Türk mühendisleri yapıyor. Demek ki Türklerin hakikaten hem maddi, hem manevî enerjisi vardır. Bu, Avrupa’ya çok yararlı olacaktır.


Din eğitimi objektif olmalı


Din eğitimi hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Din eğitimi bir ihtiyaç mıdır ve nasıl verilmelidir?


Din eğitimi hepimizin bir ihtiyacıdır. Çünkü çocuk doğduğu zaman kendiliğinden her şeyi bilemiyor. Meselâ bütün dünya şunu kabul ediyor: ınsanları iyiye, sevgiye, doğruya, hürmete, saygıya götüren dindir.

Din insanlar arasında bunu öğretiyor. Ve bu çok yararlıdır. Gençlere, küçük yaşlarından itibaren bunları anlatmak gerekir. Aile bunu her zaman yapamıyor, çünkü çalışıyorlar, vakitleri yoktur. Demek ki bu, okullarda yapılırsa çok yararlı olur.

şimdi bazıları “Bu tepeden inme, zorlama olarak yapılmamalı” diyor. Ama aileler istedikten sonra din eğitimi neden verilmesin ki? Çocuklar ailelerin üyeleridir. Anne-baba “Çocuğumu bırakıyorum, sen eğit, buna din eğitimi ver” diyor. Ama tabi din eğitimi de objektif olması gerekir. Biliyorsunuz ihtilalden sonra Kenan Evren döneminde mecburî din dersleri konulmuştu ve hepsi—Müslüman olsun, Hıristiyan olsun, Yahudi olsun—aynı din dersine giriyorlardı. Ancak bazı kitaplarda bizim inançlarımızı tam olarak ifade eden şeyler yoktu. şimdi ise Yahudiler ve Hıristiyanlar o mecburî din derslerinden muaf tutuluyorlar. Hıristiyanlar için kiliselerimizin salonları var çünkü. Çocuklara Cumartesi günü Hıristiyan din eğitimi veriliyor.

Fakat Milli Eğitim’e şikâyetler gitti. “Hıristiyan inancı okullarda bir Hıristiyan tarafından anlatılması gerekir” dendi. Çünkü bazen bir Müslüman din adamı belki tam olarak onu bilemiyor. O zaman bize “Kendi bünyenizde bir heyet kurun, bir belge hazırlayıp bize verin ki, yarın öbür gün bizim kitapları da öyle yapalım” dediler. şimdi bir heyet var, bütün Hıristiyan cemaatlerinden görevliler “ışte bizim inancımız budur” demek için bu belgeyi hazırlıyorlar. Böylece bu da birgün Millî Eğitim Bakanlığı kitaplarında çıkacaktır, daha objektif olacak tabiî.

WORLD

Acemi

  • Konuyu başlatan "WORLD"

Mesajlar: 40

Konum: ıstanbul

Meslek: Ateşe

Hobiler: Uluslar Arası ılişkiler

  • Özel mesaj gönder

2

29.07.2005, 14:57

Bediüzzaman’a hergün duâ ediyorum

Dinlerarası diyalogda Bediüzzaman’ın öncü ve örnek bir zat olduğunu söyleyen Vatikan Büyükelçiliği ıstanbul Temsilcisi George Marovitch “Bediüzzaman’ı hergün duâlarımda anıyorum. Onun gibilere evliya diyorum. Hakikaten bizlere çok güzel örnek oldular. O, diyalogda öncü olmuştur. Ondan sonra çok diyalog hareketleri ve girişimleri yaşadık” diyor.


Din manevî hayatımızın ihtiyacı


Din eğitiminin önemi nedir?


Yaşı gençken ağacı bir serada korumak lâzımdır. Büyüdüğü zaman dışarıya da koyabilirsiniz, yağmura, kara dayanıklı olur ama küçücük fidan halindeyken onu korumazsan ölür. ışte manevî hayatı da korumak için dinî bilgiler küçük yaşlarda verilmelidir. Yalnız bilgi olarak da değil, yaşanması gerekir. ıbadetler yapılmalıdır. Meselâ namazı öğretmek lâzım, ondan sonra da orucu.

Bütün bunları öğretmek lâzım. Bunlar bir idman gibidir. Nasıl ki sporcular önemli bir maç olacağı zaman birkaç gün önceden gidiyor, devamlı olarak spor yapıyorlar, alışıyorlar. Aynı onun gibi oruç da çok büyük bir idman. Her gün yapamayız belki, ama ayda veya senede bir sefer insanlar kendi iradelerine sahip olmak ve Allah’a daha fazla yakın olmak için oruç tutabilirler.

Çünkü istediğin zaman su içemiyorsun, böylece kendini terbiye etmiş oluyorsun. ınsanı mânen kuvvetlendiriyor. Vücudumuz hem ruh, hem maddedir. Ruhumuzun vücudumuza, isteklerimize ve insanî hislerimize hâkim olması için oruç çok yararlıdır. Bunu gençlere öğretmek lâzım. Bunun çok yararlı olduğunu anlamaları gerekir.


Gözlerimiz ıslâma kapalı kalmış


Müslüman-Hıristiyan diyaloğuna nasıl bakıyorsunuz?

Bu tabiî dünya barışı ve yarınlar için çok önemlidir. Çünkü şimdi dünyada çok Müslüman var. Eskiden savaş vardı. ınancımızı kötü yaşadığımız için senelerce savaştık. şimdi birbirimizle görüşüyoruz. Hepimizi Allah’ın yarattığını biliyoruz çünkü.

Kur’ân-ı Kerim diyor ki: “Allah isteseydi, hepinizi bir ümmet yaratırdı. Fakat O ayrı ayrı yarattı, birbirinizle güzellikte yarışasınız diye.” Nasıl ki bir bahçede güller ve zambaklar, renk ve kokuları ayrı ayrı çiçekler vardır. Allah bizi yarattı, tâ ki en güzelini vermek için. Güzelliklerde yarışmak için birbirimizi tanımalıyız. Birbirimizi keşfetmeliyiz.

Diyalog bunu sağlıyor.

Meselâ ıslamda olan güzellikleri görmeyebiliyoruz bazan.

Eskiden gözlerimiz kapalıydı. şimdi bakıyoruz, ıslâm’da da güzel, manevî zenginlikler var. Papa Roncalli kendi zamanında bunu görmüştü. Müslümanlar da Hıristiyanları daha iyi tanırlarsa aynı güzellikleri paylaştığımızı görürler. Bir konuşmada dinliyordum, biri dedi ki: “Bizler tek kanatlı bir meleğiz. Birbirimize sarılırsak o zaman uçabiliriz. Yoksa tek kanatlı kalırsak uçamayız.” ışte diyalog bunu sağlıyor.



Hiçbir şey baskıyla olmaz


Gerek Türkiye’de, gerekse bazı Avrupa ülkelerinde anti-demokratik uygulamalara şahit oluyoruz. Başörtüsü ve haç gibi dinî inancı simgeleyen ritüellerin yasaklanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?


Bu mevzu epey tartışılıyor tabiî. Müslümanlar bile kendi aralarında tartışıyor. Aslında bu meseleler bir zamanların ihtiyacı gibidir. Meselâ bizim zamanımızda bütün kadınlarımız kiliseye başörtülü geliyorlardı. Birisi başörtüsüz gelseydi onu almıyorlardı, çıkarıyorlardı. Ama şimdi yavaş yavaş kadınlar başörtüsüz de geliyor. O zamanda cemiyetin buna ihtiyacı vardı.

Eskiden Anadolu’daki Hıristiyanlar da kiliselerine ayakkabılarını çıkararak giriyorlardı. Çünkü çok çamur vardı. Ama bizim Avrupa’daki kiliselere ayakkabıyla giriyorlar. Bu zamanda bu olabilir, yollar ter temizdir. Ama çamurlu yerden geldiğinde içeriyi kirletirsin. Ondan sonra başını koyuyorsun, olmaz tabiî. O halde ayakkabıyı çıkaracaksın. ışte ben, bunlar zamanın gereği olan şeylerdir diyorum.

Ama bazıları inançları için yapıyor tabiî. Bizde meselâ rahibeler örtünüyorlar. “Biz kendimizi Allah’a vakfettik. Bunu, birisine kendimizi beğendirmek için yapmıyoruz” diyorlar. O yüzden örtünüyorlar, ama istemeyenler de örtünmüyor.

şuna da çok dikkat etmek lâzım. Bazı yerlerde kuvvetler vardır, baskı yapıyorlar, “Bu olmasın” diyorlar. “ılle sen örtüneceksin” diyorlar. Bu olmaz tabiî. Meselâ, bazılarına zorla oruç tutturuluyor, bunun kıymeti olmaz. ısteyerek olması lâzım. Ben değil, Allah sana mükâfatını verecektir, en son yargıç O olacaktır. Fakat o kişileri teşvik etmeli. Hiç bir şey baskıyla olmaz.


Bediüzzaman’ı duâlarımda anıyorum


Bu konuda Bediüzzaman Hazretlerinin de fikirleri var? Bunlar hakkında ne düşünüyorsunuz?


Ben Bediüzzaman’ı hergün duâlarımda anıyorum... Onun gibilere evliya diyorum. Hakikaten bizlere çok güzel örnek oldular. O, diyalogda öncü olmuştur. Ondan sonra çok diyalog hareketleri, girişimleri yaşadık. Yeni Asya, Zaman gazetesi ve başkaları da hep Bediüzzaman’dan ilham almıştır. Ondan önce de yine Mevlânâ vardır bu konuda. Bütün dünyayı kucaklamıştır. “Kim olursan ol, gel” diyor. Çünkü Allah’ın sevgisi o kadar engin ve zengindir ki, herkesi kucaklıyor. ınsan günah işledi mi pişman olunca yine onu affediyor. Bütün dinlerde bu vardır. ışte Mevlânâ’nın sözü de budur: Her kim olursan ol, gel. Allah daima seni kucaklıyor.


Hz. ısa’yı hergün bekliyoruz


Hz. ısa’nın yeryüzüne inmesi konusuyla ilgili düşünceleriniz nelerdir?


Bu ıncil’de de vardır. Fakat günü ve saati bildirilmiyor. Her zaman hazır olmak lâzım. Peki insan nasıl hazır olacak? Günahtan uzak kalarak, Allah’ın bize verdiği emirleri yerine getirerek... Çünkü bizim için dünyanın sonu öleceğimiz zamandır. Büyük kıyameti bilemeyiz, ama bizi ilgilendiren bizim kendi kıyametimizdir. Bizim yapacağımız şey; Allah’ı sevmek, Allah’a duâ etmek ve buna göre gitmek.

Yani Hz. ısa’yı hergün bekliyoruz. Ama önemli olan ona hazır olmak.


Peki Hz. ısa gelince sizce onun misyonu ne olacaktır?


O geleceği zaman dünyada bir değişiklik olacaktır. Hak etmiş olanlar ve onu sevmiş olanlar mükâfatlarını alacaktır tabiî. Onu sevmeyenler ise ben inanıyorum ki çok az kişi olacaktır. Fakat Cennette de dereceler vardır. Meselâ su dolu bir bardak düşünelim. Bardak ne kadar büyük olursa daha çok dolacaktır. Yani kim bardağını büyütürse, o daha çok Cennetten istifade edecek. Bunu anlatmak zordur tabiî. Cennette birbirimizi kıskanmayacağız. Dünyada hakettiğimiz mutluluğa varacağız. Ama evliyalar vardır ki daha fazla iyilik yapmıştır. Dolayısıyla onlar Allah’ın verdiği mutluluktan daha fazla istifade edecekler.


Allah üç değil, tektir


Hz. ısa’yı nasıl görüyorsunuz?


Üç Allah olduğunu hâşâ söyleyemeyiz.

Allah doğmayan, yaratılmamış ve ezelden beri var olan sonsuzdur. Aynı zamanda o bir akıldır. Akıl ne yapıyor peki? Düşünüyor. Ebediyen düşünüyor. O halde Onun düşüncesi Onun meyvesi olur. Nasıl ki düşündüğün zaman bir eser ortaya çıkarıyorsun, yazı yazıyorsun, senden doğuyor bu.

O zaman Allah ebediyen düşündüğünde ve Onun bütün düşüncesi mükemmel olduğunda, o zaman işte biz Ona bir isim veriyoruz. Yani Onun düşüncesinin meyvesine isim veriyoruz.

Buna Onun kelâmı, kelimesi diyoruz ki o da Hz. ısa’dır.


Biz inanıyoruz ki Allah ebediyen vardır. ılk insanları mükemmel olarak yaratmıştı. Onları Cennet’te yaratmıştı. Fakat sonra onlar Cenneti ebedî kazanmak için bir imtihandan geçirildiler. ıyilik ve kötülük ağacından yemeyeceksin diye... Tabiî şeytana uyularak bir günah işlendi. O zaman o günahla Allah’ın huzurunda ebedî yaşama hakkını kaybettiler ve Cennetten çıkarıldılar. Biz inanıyoruz ki Allah insanları o zaman da seviyordu ve vaad etti ki bir kurtarıcı gönderecek. O zaman Allah’ın ebedî düşüncesi bir insan vücuduna gelmiştir. ısa da Allah’ın o ebedî düşüncesidir. Müslümanlar da Allah’ın kelâmı, kelimesi diyorlar ona.

Allah’ın kelâmı o insanda yaşadı, örnek oldu. Ve tabiî o, ıncil yazın demedi. Kendi hayatında vardır ve bizim ıncilimiz ısa’dır ve ondan dolayıdır ki ıncil’i sokaklarda dağıtmaya karşıyız. Çünkü ıncil bizim hayatımıza örnek olmalıdır. Biz birbirimizi seveceğiz, saygı göstereceğiz. Fakirleri, açları doyuracağız. Hz. ısa gibi yaşayacağız. Budur ıncil, bizim hayatımız olacaktır. Ama sonradan zaman geçince şahitleri onu yazılı olarak yapmışlardır. Bundan dolayı meselâ diyoruz Luka’ya göre, Yuhanna’ya, Matta’ya, Markos’a göre... Nasıl ki bir maçı her yazar farklı yorumluyor. Fakat sonuç 3-0 ise 5-0 diyemez. Artık herbiri kendine göre ısa’nın hayatını anlatıyor. Ama ıncil birdir, ısa’nın hayatının kendisidir.

[size=7]Yani Allah’ın tek olduğunu, üç Allah’a inanmadığımızı ifade etmek istiyorum. Tek Allah inancına sahibiz, ama tabiî Allah’ın içinde hayat vardır ve o düşünüyor ve o düşüncesi daima bir meyve veriyor, o düşünce dünyada bir vücut almıştır. Bizim gibi insan olmuştur. Yani Allah bizim hayatımızı paylaşmıştır. Bu sevginin en büyüğüdür. ınsan birini sevdiği zaman onunla bir olmak istiyor. [/size]


Hz. Muhammed de Allah’ın peygamberi


Hz. Muhammed’e nasıl bakıyorsunuz?


Siz de biliyorsunuz ki ınciller Hz. Muhammed’in doğumundan önce yazılmıştır. Tabiî o, 6. asırda gelmiştir. ınciller ondan bahsedemezdi. Bundan dolayıdır ki, Hıristiyanlar için ıslâm bir “acaba”dır. Fakat insan bir ağacı meyvelerinden tanıyor.

Bakıyoruz ki, Hz. Muhammed gelmiş, oradaki putperestleri Allah’ın yoluna ve sevgisine getirmiş. Kaç kişi onun vesilesiyle kötü yoldan ayrılmıştır. Beş vakit namazı ve iyilikleri getirmiştir. O zaman ben diyorum ki, bu da oradaki insanlar için Allah’ın peygamberi olmuştur. Tek Allah inancını getirmiştir. Ama ıncil bunu bahsedemez, çünkü daha önce yazıldı.

Yavaş yavaş diyalogla birbirimizi tanıyor, hürmet etmeye bakıyoruz. Eskiden bazı kitaplarda vardı ki; Hz. Muhammed’i kötü bir adam ve savaşçı olarak görüyorlardı. Halbuki şimdi birbirimizi tanıdığımız için bunlar değişiyor. Kötü bir ağaç iyi bir meyve veremez. Öyle de hakikî ıslâm o değildir. şimdi bazıları deli gibi insan öldürüyorlar. Bunu değil ıslâm kimse tasvib etmez. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de de var: “Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir.” (Maide Sûresi: 32) Dünya üzerinde görüyoruz ki birçok haksızlıklar var. Çünkü insanlar yolunu şaşırmış. Öyleyse el ele verip dünya üzerindeki haksızlıkları kaldırmalıyız.


Yani Hz. Muhammed’i Allah’ın peygamberi olarak görüyoruz, ama kilise olarak bunu resmen neşredemiyoruz. Ama biz yaşantımızda bunu görüyoruz. Madem ki bu kadar milyarlarca insanı Allah’ın sevgisine getirdi, o halde o şimdi Cennette değilse kim olacaktır? Demek ki diyorum o kadar iyilik neticesi şimdi Meryem Ana, Hz. ısa, bütün evliyalarla sen de Allah’ı görüyorsun, o halde burada el ele verip Müslümanlar-Hıristiyanlar beraberce sana doğru yürüyelim. Bu yavaş yavaş olacak. Ve şimdi ben bir kere daha söylemiştim: Noel zamanı Hz. ısa’nın doğumu kutlanır, neden Hz. Muhammed’in de doğumu kutlanmasın. O kadar insanı böyle güzel bir yola getirmiştir.


Yani Hz. Muhammed’i son peygamber olarak görüyor musunuz?


Tarihî bakımdan sondur. Fakat Allah’tan insanlara revelasyon verilmiştir. Yani Hıristiyanlara inanacakları şey verilmiştir. Ama Allah bazılarına belki bir ıslâm olarak göstermiştir. Yani bu yerinde vardır, ama, Allah ışığı oraya getiriyor. Allah yeni bir şey getirmiyor. O peygamber üzerine de ışığını getiriyor. Hz. Muhammed insanlara bu ışığı getirmiştir. şimdi beraberce çalışıldığı zaman bu tam olarak ortaya çıkarılacaktır.


Hüseyn-i Cisrî Risale-i Hamidiye adlı eserinde ıncil’den de Hz. Muhammed’le ilgili bir çok işaretler çıkarmıştır. Ayrıca Hz. Muhammed’in isminin ıncil’de Ahmed olarak geçtiğini biliyoruz. Bu konuda ne söylemek istersiniz?


ıhtisas alanım ilahiyat değil de hukuk olduğu için bunlarla ilgili çok fazla şey söyleyemiyorum. Bu sorularınızın cevaplarını ilahiyat konularının açıklandığı sitelerimizden ve kitaplardan daha iyi araştırabilirsiniz.


Bediüzzaman Hazretleri 1953 yılında Fener Patriği Athenagoras’ı ziyaret ederek, kendisine “Hakiki Hıristiyanlık dinini kabul etmek, Hz. Muhammed’i (asm) peygamber ve Kur’ân’ı da Allah’ın kitabı kabul etmek şartıyla ehl-i necat olacaksınız” demiş, o da “Ben kabul ediyorum” demiştir. “Pekâla, siz bunu dünyadaki diğer ruhanî liderlere de söylüyor musunuz?” dediğinde ise “Söylüyorum, fakat onlar kabul etmiyorlar” demiştir. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?


Böyle birşey duymamıştım. Duymadığım için de birşey demiyorum. Ama Fener Patriği bunu demişse belge olması, kayıtlara geçmiş olması lâzım.

şimdi tabiî herkes istiyor bunu ama bazı şeyler sizin iradenizde olmuyor. Meselâ siz mi seçtiniz Türkiye’de doğmayı? ışte dinler de öyle. Bazıları büyükken seçer ama çoğu zaman böyle. Her şeyi neden böyle olduğunu bilemiyoruz.

Demek ki şimdi biz elimizden geleni yapacağız. En önemlisi Allah’ı sevmek ve başkalarını da kendimiz gibi sevmek. Kendi için istediğini kardeşleri için de istemek. Bu temeldir. Her dinde bu vardır. Birbirimizi sevmeye çalışacağız. Sevginin kaynağı Allah’tır. Demek ki işte bu sevgide yürürsek, Hıristiyan olalım, Müslüman olalım, Yahudi olalım doğru yoldayız. ıslam ne demek? Allah’a teslim olmuş, kendini bırakmış, itaat etmiş. Kim Allah’a teslim olmuşsa ıslâmdır, Müslümandır. Yani kendini Allah’a teslim etmiştir. Biz de başka türlü seviyoruz. Kurtulmak için vaftiz olmak lâzımdır diyorlar. Peki vaftiz nedir? Yine Allah’a kendini vermektir, yeniden doğmaktır. Demek ki birisi Allah’ı çok seviyorsa ve diyorsa “Allah’ım ben Senin dediğini yapmak istiyorum”, işte manen vaftiz olmuştur bize göre. Onun için birbirimizi buluyoruz buralarda. Müslüman olsun, Hıristiyan olsun, Yahudi olsun geliyoruz, Allah’ın sevgisinde buluşuyoruz. ınsanı, Allah’ın yarattığını, yani birbirimizi seveceğiz ki Allah’ı da sevmiş olalım.


Vermek istediğiniz son bir mesaj var mı?


Hepimizin hedefi birdir:

Allah’ı sevmek, Ona ibadet etmek, Onun yoluna gitmek ve bir gün ebedî hayatta Ona kavuşmak.

Bu dünyada el ele verip, birbirimizi tamamlayarak—çünkü benim yapabildiğimi siz yapamayabilirsiniz, sizin yapabildiğinizi ben yapamayabilirim, Allah hepimize ayrı kabiliyetler vermiştir—Allah’ın istediği yolda ve Onun yardımıyla beraberce yürüyelim.




—SON—

Röportaj: M. ısmail TEZER
YENı ASYA

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir