Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

17.03.2005, 06:58

Mustafa Özcan-Kompleks ve döneklik-Oryantalister hakkında..

Kompleks ve döneklik




ıbni Haldun’un isabetle teşhis ettiği ve kaydettiği gibi mağlupların muharrik nedenleri arasında birinci sırayı aşağılık kompleksi teşkil etmektedir. Eskiler bu komplekse ‘mürekkebünnaks’ veya ‘ukde_i zatiyye’ gibi adlar vermekteydiler. Bu kompleks nedeniyle doğru yoldan şaşıyor ve bildikleri doğrulara ters ve arkalarını dönüyorlardı. Bunlardan birisi de şüphesiz Taha Hüseyin ve benzerleridir. Fransa’ya gittiği sıralarda ve öncesinde Renan gibileri okumasına rağmen cahiliye dönemi şiirleri konusunda hiç şüphe duymaz ve tereddüt etmez, ama ne zaman ki 1925 yılı Nisan ayında David Samuel Margoliouth’un cahiliye şiiri konusunda şüphe ifade eden bir makalesini ele geçirir, Taha Hüseyin 180 derece değişim gösterir ve daha önce sıhhatine inandığı şiirlerin bu defa sıhhatinden şüphe eder.

Taha Hüseyin’in 1926 Haziran ayında yayınlanan ‘Cahiliyet şiirinde’ adlı çalışması mazmun ve kalıp olarak tamamen Margoliouth’un makalesinde yer alan iddia ve fikirlere uygundur. Taha Hüseyin yazılarında daima muhalefet ettiklerinin isimlerine yer vermiş ve bunda cömertçe davranmıştır. Amma intihal ettiklerine kesinlikle değinmemiştir. Kendisi Renan gibi Fransız müsteşriklerden etkilendiğini söylememesine rağmen Margoliouth dâvası çıkınca Fransız eşi sahasını tebrie etmek ve aklamak için Taha Hüseyin’in kimi Fransız oryantalistlerden etkilendiğini ve yararlandığını ileri sürmüştür. ‘Çağdaşı yazarların tanıklıklarına göre Taha Hüseyin’ ve benzeri kitaplarda açıkça Taha Hüseyin’in Margoliouth’dan etkilendiğine atıf vardır. Karl Brokelman gibi oryantalistler de bu gerçeğe işaret etmişlerdir.

***

ılginç bir şekilde Margoliouth, Nisan 1925 tarihinde Journal of Asiatic Royal Society dergisinde yayınlanan The Origines of Arabic Poetry adlı makalesiyle Taha Hüseyin’in ‘Fi’ş şi’ri’l-cahili’ adlı kitabına kaynaklık etmesine rağmen iki eser arasında benzerlikler olduğunu ileri sürenleri yalanlamış ve Taha Hüseyin’in sahasını aklamıştır. Nedeni, Taha Hüseyin’in intihalci olmasının bilinmesinin dâvâlarına zarar vereceği gerçeğidir.

ıntihal, Batılılaşma akımının öncülerinin itibarını sarsabilirdi. Onların mütelakki konumunda yani üflenenler ve oynayanlar konumunda olduklarını ortaya çıkarabilir ve inandırıcılıklarına darbe vururdu. Bundan dolayı, üfleyen taraf olan Margoliouth kendisini gizleme ihtiyacı hissetmiştir. Taha Hüseyin’in kitabı ile Margoliouth’un makalesi arasında tamı tamına 10 aylık bir süre vardır ve her iki çalışmada da aynı tezler işlenmektedir. Cahilliyye şiirlerinin aslı astarı yoktur ve uydurmadır. Gazeteci ve yazarlar atlatmaya meraklı oldukları halde maalesef Margoliouth malum sebeplerden ötürü Taha Hüseyin lehinde bu hakkından feragat etmiştir. Zira ıbrahim ıvad’ın yerinde tesbit ettiği gibi, amaçları bununla Kur’ân-ı Kerim’in asaletini inkâra zemin hazırlamaktır.

Bugün de Arapça’nın orjinal olmadığı, ıbranice ve Keldanice’nin bir versiyonu olduğu ve bu itibarla Kur’an-ı Kerim’in tefsirinin cahiliye şiirlerine değil de ıbranice ve Keldanice dillerinin anlaşılmasına bağlı olduğu ileri sürülmektedir. Bu, din bakımdan ıslâmın Yahudilik ve Hıristiyanlığın bir kopyası olduğunun iddia edilmesi örneğinde olduğu gibi dil bakımından da Arapça olan Kur’ân-ı Kerim’in sabık dillere bağımlı olduğunun ileri sürülmesidir. Orijinalitesinin inkârıdır. Buna dayanılarak meselâ, Kur’ân-ı Kerim’de geçen hurilerin kadın mânâsında olmadığı ileri sürülmektedir.

Kur’ân-ı Kerim’de yabancı kelimelerin bulunması ayrıdır, Arapça’nın asaleti olmaması ise daha başkadır. Bugün Taha Hüseyin gitmiş, ama Muhammed Abid Cabiri gibi bu defa da Arapça’nın orjinalliğini inkâr edenler onun ve benzerlerinin yerini almıştır. Bu itibarla, Taha Hüseyin, adamları olduğu için onun ayıplarını yüzüne vurmak istememişlerdir. Zira Müslümanın inkârı hüccet ve delil açısından yabancıların inkârından çok daha çarpıcı ve etkilidir. Bu fırsatı tepmek istememişlerdir.


***

Çok ilginçtir, Margoliouth Taha Hüseyin gibi, ama olan ve onun gibi ıslâm karşısında şüpheler irad eden Ebu’l Ala el Maarri’nin El Fusul ve’l gayat adlı kitabını tahkik etmiştir. Bu bir nevi Massignon’un Hallac’ı ve Tavasin kitabını tahkik etmesine benzese de remzi kaderle bu üçlü (Maarri, Taha Hüseyin ve Margoliouth) arasında gizemli ve esrarlı bir ilişki vardır.

Denebilir ki, Taha Hüseyin’in şahsında şekci ve şüpheci Ebu’l Ala El Maarri yeniden dirilmiş ve dünyaya gelmiştir. Taha Hüseyin’e kaynaklık eden Margoliouth’un da onu tahkik etmesi başka bir ilginç noktadır. Taha Hüseyin de, tarihî benzeri ve karşılığı hakkında bir inceleme neşretmiş ve bunda da yine Margoliouth’un çalışmalarından yararlanmıştır. Taha Hüseyin’in bu çalışmaları oryantalistlerin hedeflerini kolaylaştırmış ve Kur’ân buyruğu ile, ‘şehide şahidun min ehli/ içinden ve içten tanıklık etmek’ makamına geçmiştir.

17.03.2005

E-Posta: mustafaozcan@yeniasya.com.tr

müsteşrık (müsteşrik) > > > oryantalist
manası: Doğu memleketlerinin din, dil ve tarihlerini ve diğer bazı hususları araştırıp tesbite çalışan batılı alim, garplı alim.

Kimisi müslüman gibi oluyor bu oryantalistlerin, içten ifsad ediyorlar. Kimisi bu oryantalistlerden intihal ediyor, yani onların fikrini, yazısını kendisinin malı gibi gösteriyor. Kimi mütehayyirler de bunları okuyup sağda, solda mü'minleri tekfir ediyor, şirkle itham ediyor...şu başlığa attığım son mesajı okuyun...

Okumanızın ehemmiyetli olduğunu düşünüyorum zira bu meseleye hele bu fitneli internet ortamında daha çook rastlarsınız.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

2

18.03.2005, 06:32

Mustafa ÖZCAN

Mekke ve Roma




Çağdaş Arap edebiyatında iki akım var. Bunlardan birisi asalet ve otantizm çizgisini temsil ediyor, ki bu çizginin öncü ve pişdarlarından birisi Mustafa Sadık er Rafii’dir. Diğeri de asaletine sırt çevirmiş ve garpten ne gelirse gelsin benimsemeye hazır mustağrip ve körü körüne Batı taklitçisi çizgidir.

Bu özelliğinin bilinmesine rağmen kompleks gereği bazı taraftarları, Taha Hüseyin’i savunmaya devam etmişler ve onun Arap edebiyatı kritiğinde yeni bir çığır açtığını ve edebiyat tarihinde Taha Hüseyin öncesi ve sonrası bir dönem ve milattan bahsetmenin mümkün olduğunu söylemişlerdir. ıslâm tarihini Haçlı Savaşları öncesi ve sonrası veya Selahaddin öncesi ve sonrası diye ayrıştırma çabaları gibi, edebiyat tarihinde de habbeyi kubbe yaparak Taha Hüseyin’in mevkiini bu şekilde habbe iken kubbe yapmak iste-mişlerdir. Onun bazı ko-nularda hata ettiğini kabul etmelerine rağmen metodunu tasvip etmiş-lerdir.

Taraftarlarına göre, Taha Hüseyin ‘Fi’ş şi’ri’l Cahili’ adlı kitabında Descartes’ın ‘şüphe’ metod ve yöntemini kullanmıştır. Halbuki Taha Hüseyin bazı ayine ve örnekleri alarak bunları genelleştirmiş ve haksız bir şekilde külli hükümlere varmıştır. Cahiliyet dönemindeki menhulatı (çalıntı ve intihalleri) genelleştirerek ıslâm tarihinin üzerinde yükseldiği temeli çökertmek istemiştir. Buna nazaran Hazreti ıbrahim ve ısmail’in Mekke’ye hicretlerini ve birlikte Kâbe’yi yapmalarını inkâr etmiş ve bunların Arapların muhayyilelerinde ürettiklerini hayalat olduğunu ileri sürmüştür. Bununla Kur’ân-ı Kerim ve Allah’a yalan isnat etmiş ve Hazreti Peygamberi de yalancılıkla suçlamıştır.

Bununla birlikte, gelen tenkitler üzerine kitabının ikinci baskısında (1927) bu iddiaları geri çekmiştir. Taha Hüseyin bu yorumunu şu temele oturtmuştur: Müslümanlar Yahudi ve Hıristiyanlarla ortak köken üretebilmek ve bulabilmek için bu tür efsanelere sarılmışlar veya Hazreti ısmail ve Hazreti ıbrahim efsanesini üretmişlerdir. Binaenaleyh ona göre, Kur’ân-ı Kerim de onların varlığı hariçte var oldukları anlamına gelmez. Halbuki Taha Hüseyin’in bisetten sonra Müslümanların ortak köken isbatı için çırpındıklarını söylerken bugün ayni iddiaya ıslâmın hiçbir orjinalitesi olmadığını isbat için Musevi ve kimi Hıristiyan oryantalistler dört elle sarılmaktadırlar. Taha Hüseyin ile oryantalistler arasındaki fark şudur ki, oryantalistler ortak alanda yer alan Hazreti ıbrahim veya ısmail gibi tarihî gerçekleri inkâr etmiyorlar.

***

Edebî eleştiride yeni bir boyut getirdi ve yöntem geliştirdi diye, kimileri Taha Hüseyin’in yanlışlarına sahip çıkıyorlar. Ve Fuat Sezgin’in Arap âleminde karşılığı sayılabilecek olan merhum Mısır asıllı şarkiyat uzmanı Abdurrahman Bedevi de bunlardan birisidir. Taha Hüseyin’in dinden çıktığı ve Margoliouth gibi oryantalistlerin peşinden gittiği yönündeki iddialara katılmamakta ve şöyle demektedir: “Taha Hüseyin cahiliyet şiirini inkârda Tabakat el şuera yazarı ıbni Selam Cümehiyyi’den daha fazlasını söylememiştir. Öyleyse konu etrafında kopa-rılan onca gürültü ve fırtına nedendir?” Tabiî ki Bedevi burada yanılmaktan ziyade taassup göstermekte ve taraf tutarak Taha Hüseyin’in sahasını beraat ettirmeye çalışmaktadır. Halbuki Taha Hüseyin, Rafii ve ıbni Selam gibilerinin söylediklerini atlayarak ancak Margoliouth’un makalesinden sonra bu fikr-i sabite yakalanmış ve konu etrafında bir kitap kaleme almıştır.

***

Taha Hüseyin Hazreti ıbrahim ve ısmail’in Kâbe’yi inşa etmeleri kıssasının da, Yahudi ve Müslümanların amca çocukları olduğu tezine dayandığını söyler. Aslında, Taha Hüseyin’i bu hususta ciddiye alacak hiçbir veri yoktur. Gerçekten de etkileyici bir üslup sahibi olmasına rağmen yazdıklarının muhtevası bizdeki ısmet Zeki Eyüboğlu’nun bazı türrehatından daha sağlam ve muhkem değildir. Kureyş’in bu efsaneleri ticarî ve siyasî nedenlerden dolayı kabullenildiğini iddia eden Taha Hüseyin Mekke ve Kabe ile ilgili ‘efsane’nin Yunanlıların Truva ile bağlantılı olarak ortaya attıkları Roma ile ilgili uyduruk efsanelerine benzetir. Cahiliyette Kureyş’in sahip çıktığı bu efsaneye, ıslâmın daha farklı bir temelde yani dini bir saik ile sahip çıktığını ileri sürer. Ona göre, Yunanlıların Roma ile ilgili efsaneden kendilerine pay çıkarmak istemeleri gibi Müslümanlar da Kabe ile ilgili efsaneden kendilerine pay çıkarmak istemişlerdir. Efsane kısmına girilirse işin içinden çıkmak kabil değil. Bazı hindular, ‘Kâbe’yi biz yaptık’ derken bazı Mısırlılar da ‘Kâbe’ kadim Mısırlıların eseridir’ demektedirler. Buna mukabil, ısrail’liler de piramitlerin yapımında kendi payları olduğunu ileri sürürler. Taha Hüseyin’in iddiasının da bundan öte bir anlamı yoktur.

18.03.2005

E-Posta: mustafaozcan@yeniasya.com.tr
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

3

10.04.2005, 05:22

Çok önemli bir yazı, okumanızı tavsiye ediyorum.


Metin KARABAşOğLU

Fakihlere övgü




ıslâm’ın ‘çağdaş bir yorumu’nu yapma iddiasıyla yola çıkan ve ucu modernitenin hakim değerlerine teslimiyetle sonuçlanan bütün teşebbüslerin ortaklaştığı bir nokta vardır: Fıkha ve fakihlere yönelik antipati. Bu antipati, söz ımam şâfiî gibi isimlere geldiğinde, iyice zirveye çıkar. Zira, bu büyük imam, ‘usul-i fıkh’ı tedvin eden kimsedir. Ve, fıkıh usulünün yerleşmesinden sonra, her kafadan bir ses çıkması, ‘bana göre’lerle isteyenin istediği âyeti ve hadisi istediği yöne çekmesi imkânı kalmamıştır.

Bu bakımdan, ıslâm’ı çağla ya da çağı ıslâm’la buluşturma gibi gerekçelerle kendini ifade eden her türden ‘modernist’ yaklaşım, fıkhı aşılması ya da aşındırılması gereken bir engel olarak görür kendisi için. Modernizme yenik düşmüş dimağlar için, ıslâm dünyasının geri kalmışlığının hemen her veçhesini fıkıhla ve fakihlerle irtibatlandırmak, neredeyse bir alışkanlık hükmündedir.

Oysa, “Eşya zıddıyla bilinir” kaidesince, ‘fıkıhsız bir din’ olarak Hıristiyanlığın tarihî seyrine bakıldığında, fıkhın ıslâmî hayat içindeki kritik önemi aşikâr biçimde çıkar karşımıza. Neredeyse her kafadan ayrı sesin çıktığı bir ‘mezhepler ormanı’na dönüşmüş Protestanlığın durumu yeterince içler acısıdır gerçekte; ‘feminist ıncil’ teşebbüslerinden eşcinsel rahip ve rahibelere, aynı kilisede ‘geleneksel’ ve ‘modern’ diye ayrı ayrı Pazar ayinleri icra edilmesinden Kitab-ı Mukaddes’te açıkça yasaklanmış olmasına rağmen zinanın ‘günah’ olduğunun neredeyse hatırlanmaz hale gelişine kadar nice tablo, ‘keyfî yorum’a açık bir dinin başına gelebilecek felâketlerin açık bir göstergesi hükmündedir.

Katoliklik ise, ‘amel’e yönelik vurgusuyla, Protestanlığa nisbeten daha sağlam bir duruşa sahip gibi gözükmektedir. Ancak, muhtemelen sabah namazı bakiyesi iken öğle vaktine doğru kaydırılmış Pazar ayinine, sahih bir oruç ibadetinin bakiyesi iken belli şeyleri yiyip belli şeyleri yememe biçimine dönüştürülmüş perhize.. uzanan tarihsel çizgi, ‘fıkıhsız bir din’ olarak Hıristiyanlığın başına gelenlerin Katolik plandaki yansımalarını gösterir. Allah’ın helâl kıldığı şeyleri haram kılan ruhbanlığın haram kıldıklarını işleyen rahipler ve hatta papalar içeren tarihi; evliliğin yasaklandığı ruhbanlar sınıfı içinde hatırı sayılır bir oranın özellikle şu modern zamanda ABD gibi ülkelerde düştükleri eşcinsellik açmazı; ve dün toplanan bir konsülün ‘kara’ dediğine bugün toplanan bir konsülün ‘ak’ ya da ‘gri’ diyebiliyor oluşunun o dinin samîmî müntesipleri nezdinde teşkil ettiği güvensizlik, yine gerçek anlamda ‘usul-i fıkıh’sız bir dinin yaşayabileceği felâketlerin Katolik yansımaları arasındadır. Ki, 1962’de toplanan ıkinci Vatikan Konsülü, bir açıdan Hıristiyanlığın beşer eliyle içine duhul etmiş bazı yanlışlardan tasaffisi yönünde unsurlar da içermekle birlikte—ki, bunların en önemlilerinden biri Kilisenin ıslâm’a yönelik bakışının kısmen yumuşamasına vesile olan “Kilise dışında da kurtuluş olabilir” doktrininin kabulüdür—son tahlilde bir güvensizliğin de gerekçesi olmuştur.

Çeyrek asır önce ihtida etmiş, Katolik kökenli bir şazelî şeyhi olarak Nuh Ha Mim Keller, kendi ‘ihtida süreci’ ekseninde bu durumu şöyle anlatır:

“1954’te doğdum ve dindar bir ailede bir Katolik olarak yetiştirildim. Ama büyüdükçe din ile olan münasebetimi hem inanç hem de ibadet itibarıyla sorgulamaya başladım. Bunun bir sebebi, ıkinci Vatikan Konsülü akabinde Katolik ayin ve ritüellerinde sık sık yapılan ve insanda Kilisenin sağlam standartları olmadığı fikrini uyandıran değişikliklerdi. Rahipler sınıfının mensupları gerekçe olarak ‘esneklik’ten ve ‘ayinler arasında uyum sağlamak’tan söz ediyorlardı ama, Katolik halkın nazarında karanlıkta el yordamıyla yollarını buluyor gibiydiler. Allah değişmezdi, insan ruhunun ihtiyaçları da öyle; ve semadan yeni bir vahiy de gelmiş değildi. Ama biz haftadan haftaya, yıldan yıla; ilave ederek, çıkararak, değişiklikler içinde gidip gelip durduk. Uygun birşeyler arayışı, genel halk kitlelerinin bu dinde hak adına hiçbir şeyin bulunmadığı kanaatine varmalarına yol açıyordu.” (bkz. Yollarda: ıslâm’ı Seçenlerin Öyküsü, ikinci kitap, Karakalem Yay, 2004, s. 119-129)

Seyyid Hüseyin Nasr ise, Modern Dünyada Geleneksel ıslâm kitabında, bu bağlamda, Hıristiyanlık aynasında şu dersi çıkarıyor biz mü’minler için:

“Modern düşüncenin çeşitli şekillerine karş dinî yenilik ve savunma tavrının takınıldığı Hıristiyanlığın tarihi, bütün Müslümanlar için ders olmalıdır. Yalnızca Allah’ın düzenlediği ruha ve şekle bağlı kalan bir din yaşayabilir.”

ışte, ıslâm için durum buysa, ve bugün mü’minler 1400 yıl önce Hz. Peygamber ve sahabilerinin kıldığı şekilde namaz kılıyor, tuttuğu şekilde oruç tutuyor, verdiği şekilde zekât veriyor; ve bir bütün olarak hayatlarını Hz. Peygamberin hayatında sergilediği ‘cadde-i kübrâ’ dahilinde yaşamayı sürdürüyor iseler; ve ıslâm hakim cereyanlar karşısında rüzgârın önündeki yaprak gibi oradan oraya savrulmayıp modernitenin aşamadığı ve yıkamadığı tek gerçek olarak dimdik duruyorsa, bunda Kur’ânî ve nebevî bir asla göre yaşamanın usulünü ortaya koyan fakihlerin o muazzam cehdlerinin büyük hissesi var.

Onlar, bugünün nefis, makam, para ve modernite mağlubu bir ‘ulemai’s-sû’ grubunun öfkesine inat, gerçekte her türlü övgüyü hak ediyorlar. Allah onlardan ebeden razı olsun.

10.04.2005

E-Posta: metinkarabasoglu@yahoo.com


Kaynak

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

4

10.04.2005, 15:21

Selamın Aleykum

eet son yazıyı okudum güzel Allah razı olsun
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir