Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

06.01.2005, 19:36

TR de misyonerlik tartışmas

TV´de isevi türk rahiple professor zekeriyya beyazin tartismasi cok ilginc. Bilmem izleyen oldumu.

TR de misyonerlik faaliyetleri türk müslüman milletine kurutmak , kültürümüzü söndürme icin faaliyetler icin hareket ediyorlar diyerek : Müslümana dost olmak isteyen , dost olan bir Hiristiyan , hiristiyan degildir, diyor zekeriyya beyaz.
Bediüzzaman in Müslüman -Isevi ittifakinin tam ziddi. Ne dersiniz?
Enteresan bir kafa yapisi var Profesorün: Bana Hayat hakki var , ama sana yok ...hm?

Allah islah etsin.

2

06.01.2005, 22:10

Siz Türkiyede mi yaşıyorsunuz?.Yaşamadığınız belli,biz yıllarca Yaşar Nuriler,Zekeriya Beyazlarla uğraşıyoruz,dini ve gerkliliklerini hep yanlış aktarıyorlar.Bizim asıl savaşımız onlarla.Neden onlarla çünkü onları izleyen büyük bir izleyici kitle var.ıkinci savaşımızda Türkiyeyi istila eden misyonerlerle...Allah bize u yolda yardımcı olur inşAllah,...

3

06.01.2005, 22:54

Ayni seyden konusuyoruz. Asil sorun zaten iste bu kafalar. Bunlar olmasa biz kimbilir ne üst seviye medeniyetlere kavusmustuk. TV ekraninda 5 dakika bile izleyemedim, bu kadar densizlik olamaz diye.
Biraz sasirdim nerden cikti bu konu diye. Gerci medya zaten suni günden olusturmada usta. Birazda almanya da olmanin saskinligi, cünki Beyazin protestanlara ithamlari bu ülkede (almanyada) ayni bizim müslümanlara yapilabilinecek ithamlar. Ama burda az- cok cemaatlar cok rahat hareket halinde , misoynerlik felan tartismasi öyle pek yok.
Simdiye kadar tek Kaplan cemaati ciddi sorunlarla karsi karsiya.
Neyse...

Ne güzel demis sair:
Sanma bu tekerlek kalir tümsekte
Yarin, elbet bizim, elbet bizimdir
Gün dogmus Gün batmis ebed bizimdir.
(NFK 1961)

Dilruba

Acemi

Mesajlar: 30

Konum: Almanya

Hobiler: okumak

  • Özel mesaj gönder

4

07.01.2005, 11:30

Selamün aleyküm,

hoca diye bile hitap etmek istemediyim ve Televole hocasi olarak taninan bu sahislari bende izlemeye tahammül edemiyorum.

Her seferinde sinirlerim kabariyor, sabirsiz oluyorum.

Sabrin sonu selamettir, elbet onlarinda dilleri tutulacaktir.. :x

5

08.01.2005, 21:44

Misyonerlik nedir, hedefleri nelerdir?

Misyonerlik nedir, hedefleri nelerdir?

Latince “Missio” kelimesinden türetilen mission (misyon), sözlükte görev, yetki, bir kimseye bir işi yapması için verilen özel görev anlamlarına gelmektedir. Özel bir mana olarak ise bir dinin tebliğini yapmaya denir. Misyoner (missionnaire) ise bu dinin tebliğini yapan kimsedir. Misyoner kelimesi normalde bütün dinlerin mensupları için geçerli olmakla birlikte günümüzde özel olarak hristiyanlığı yaymak isteyenlere denilmektedir. Misyonerlik denilince akla hristiyanlığın gelmesinin en önemli sebebi “misyon” kelimesinin Yeni Ahid(ıncil) diline ait bir kelime olmasıdır.

Misyonerlerin nihai hedefi bütün dünyanın hristiyanlaşmasıdır. Bu nihai hedeften önce hristiyan olan ve olmayan toplumlar için ayrı ayrı hedefleri mevcuttur. Hristiyan ülkeler için gayeleri hristiyanları birlik içerisinde tutmak ve Batı Emperyalizmi’nin ve kültürünün tüm dünyada hakimiyetini sağlamaktır.

Hristiyan olmayanlar toplumlar için gayeleri ise onları hristiyanlaştırmaktır. şayet bu mümkün olmazsa onları kendi dinlerinden soğutmak, şüpheye düşürmek ve sonraki nesiller yoluyla da tamamen dinlerinden döndürmektir.

Misyonerlerin bu gayeye ulaşmak için takip ettikleri yöntemleri tarihi açıdan yedi döneme ayırabiliriz:

1- 33- 100 arası, Havariler Dönemi

2- 100-800 arası, Kiliselerin Kurulma Dönemi

3- 800-1500 arası, Ortaçağ Dönemi

4- 1500-1650 arası, Reform Dönemi

5- 1650-1793 arası, Reform Sonrası Dönem

6- 1793-1965 arası, Modern Dönem

7- 1965’ten sonrası, Diyalog Dönemi

Hristiyanların ıslam ile tanışmaları 2. dönemin sonlarına denk gelmektedir. ıslam’ın ilk yıllarında hristiyanların ıslam’a bakışları ılımlı idi. Ne zaman ki ıslamiyet hızla yayılmaya ve hristiyanların nüfuz bölgelerinde tesirli olmaya başladı, o zaman hristiyanlar da ıslam’a karşı kin ve öfke ile dolmaya başladılar, düşman oldular. Ortaçağ dönemi bu düşmanlığın savaşlara dönüştüğü ve hristiyanların ıslam’ı kılıçla yok etmeyi düşündükleri dönemdir. Bu yüzden pek çok Haçlı seferleri düzenlemişler fakat başarılı olamamışlardır. Türklerin müslüman olması da Haçlı seferlerinin akîm kalmasını sağlamıştır. Zaten muharip bir mizacı olan Türklerin şecaati, ıslam’ın cihat ruhu ile perçinlenmiş ve manevi bir boyut kazanmıştı. Artık Türkler, ıslam adına hristiyanların korkulu rüyası olmuştu. Zira Ortaçağ Avrupa’sında “Türk” ile “Müslüman” aynı anlamda kullanılıyordu.

4. ve 5. dönemler ise ıslam’ı kılıç zoruyla yok edemeyeceklerini anladıkları ve içten çökertme hareketlerinin başladığı dönem olmuştur. Misyoner gönüllülerinin ülke ülke açılmaları bu dönemde başlar.

6. Dönem ise casusluk faaliyetlerinin arttığı dönemdir. Bu dönemde ıslam adına en önemli güç olan Osmanlı’nın yıkılması için çeşitli plânlar yapılmıştır. Özellikle Londra Misyoner Teşkilatı bu işe çok önem vermiştir. ıslam tarihine baktığımızda ıslam’a karşı en büyük düşmanlığı ıngilizlerin yaptığını görürüz. Dikkat edilirse müsteşriklerin de ekseriyeti ıngiliz olup hep içten içe fitne sokmaya çalışarak ıslam’ı ortadan kaldırmayı hedeflemişlerdir. Bu dönemde de Osmanlı topraklarında yaşayan hristiyan azınlıklar kışkırtılmış, onların ayaklanmaları için çaba sarf edilmiştir. Bu faaliyetlerin merkezinde ise yabancı okullar vardır. Bizzat casus ve misyoner yetiştirmenin yanı sıra silah kaçakçılığı ve silahlı faaliyetlerin de yapıldığı bu okullar, azınlıkların silahlanmasında da etkili bir rol oynamıştır. Bu döneme dikkat edilirse yabancı okulların arttığı rahatça görülebilir. Esasında bu okullar Fatih devrinde hristiyan din adamı ihtiyacını karşılamak üzere açılmış fakat Tanzimat’la birlikte yapı değiştirmiş, modern okullar haline gelmiştir. ıhtiyacın çok üzerinde okul açılmıştır. Osmanlı’da yaşayan çeşitli etnik gruplardan öğrenciler alınmış ve bunlar etnik açıdan kışkırtılmıştır. Ayrıca Osmanlı’nın son dönemlerdeki hantal yapıdan dolayı okullardaki eğitimin yeterince kontrolü de sağlanamamıştır. Netice itibariyle gerek bu okullardan yetişenlerle gerek dışarıdan gelen casuslarla önce azınlıklar isyan ettirilmiş sonra da Türk olmayan Müslüman toplumlar kandırılmış, Osmanlıya karşı ayaklanmaları sağlanmıştır. Özellikle ıngilizlerin ektiği nifak tohumları ıslam âlemini parça parça etmiş, müslümanların toprakları emperyalist batılıların (özellikle ıngilizlerin) sömürgesi olmuştur. Misyonerlerin emperyalist emelleri hakkında fikir vermesi bakımından Kenya’nın ilk başbakanı olan Kamau Kenyatta’nın sözlerini zikretmekte fayda vardır. Kamua Kenyatta misyonerlerin gayesini şöyle özetler:

“Misyonerler bizim topraklarımıza geldiğinde ıncil onların, topraklar Afrikalıların elindeydi. Bize gözü kapalı dua etmesini öğrettiler. Neden sonra gözlerimizi açtığımızda, ıncil bizim, topraklarımızsa onların olmuştu.”

Buraya kadar anlattığımız ilk altı dönemdeki yöntemler, misyonerlerin ağırlıklı olarak uyguladıkları yöntemlerdir. 1965 sonraki dönemde, yani günümüzde de pek çok yöntem kullanmaktadırlar. Amerika’nın Irak’ta yaptıkları, Ortaçağ hristiyan barbarlığını sergiliyor. Ayrıca bu saldırının emperyalist boyutu da gözden uzak tutulamaz. Keza şu anda pek çok kolejleri vardır. Yeni kolejler açma hatta üniversite açma ideallerinden asla vazgeçmemişlerdir. Nitekim 1950’li yıllarda Amerika, Türkiye’ye atom reaktörü vermeyi ve karşılığında da mahut misyoner okulu Robert Koleji’nin üniversiteye dönüştürülmesi teklifinde bulunmuştur. Ayrıca şu anda kolejlerin yanı sıra pek çok ana okulu, kreş, yabancı dil kursları ve özel okullar da açmışlardır. Ayrıca hastane, huzurevi ve açık misafirhaneler gibi hayır kurumları ile de faaliyet göstermektedirler. Yine son dönemlerde ıslam toplumlarında alevi-sünni, sünni-şii gibi nifak tohumlarını canlandırmaya çalışmaktadırlar. Fakat günümüzde özellikle Amerika ve Almanya merkezli misyoner teşkilatları ön plâna çıkmıştır. Ayrıca Türkler, batıdan gelen misyonerlerin emperyalist düşünceli olduklarını düşünebilir ve tavır alabilir düşüncesiyle Türkiye’de faaliyet yapmak üzere daha çok Güney Koreli misyonerleri kullanmaktadırlar.

Misyonerler 1963’ten itibaren ağırlıklı olarak “diyalog” kelimesini zikretmektedirler. II. Vatikan konsülünde gündeme gelen diyalog söylemleri misyonerlerin yeni bir taktiğidir. Kendi içlerindeki mezheplere bile müsamahası olmayan hristiyanların ıslam’a ve müslümanlara karşı ılımlı bir söylem geliştirmeleri calibi dikkattir. Nitekim J.B.Taylor: “Müslümanlar arasındaki misyonerlik çalışmaları diyalogun önemini ortaya koymuştur. Burada söz konusu olan diyalog misyonerliğe bir alternatif değil, bizzat şartlara uygun misyonerliktir.” demektedir. Nitekim dünya çapında Misyonerlik yapan iki kilise ile sıkı bir işbirliği içinde olduğu bilinen Bush’un ve ekibinin müslüman ülkelere olan saldırgan tutumları misyonerlerin diyalog söylemindeki samimiyetsizliği ve bunun bir taktikten ibaret olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Sevgi ve Diyalog söylemleri bir kılıftan ibarettir. ıçlerindeki kini örtmek için kullandıkları bir maskedir. Misyonerler ısrarla dünya barışını, kardeşliği, sevgi ve hoşgörüyü savunurlar fakat müslümanların bulundukları bölgelerdeki ihtilaflarda, karışıklıklarda misyonerlerin parmağı vardır. Nitekim Osmanlı Devletini de bu nifak tohumları ile yıkmışlardır. şu anda da gerek sünni-şii tartışmaları olsun gerek diğer ihtilaflar (Türk- Kürt, sağ-sol vb.) olsun hemen hemen hepsinde misyonerlerin rolünün olduğu görülür. Misyonerlerin, Müslümanlar arasına fitne sokmada bu kadar başarılı olmasının sebebi, onların gidecekleri ülkenin dini, içtimai ve kültürel durumunu önceden iyice inceleyip öğrenmeleridir. Zira zeki öğrencilerden seçilen misyonerler, hristiyanlık bilgilerini iyice öğrenmekten başka Arapça, ıslamî bilgiler ve ıslam felsefesi gibi ilimleri de öğrenirler.

Günümüzdeki misyonerlerin diğer bir maskesi de Evangalizm söylemidir. Misyonerlik kelimesi Müslümanlarda emperyalizm gibi, haçlı seferleri gibi olumsuz izlenimler oluşturduğundan bu maskeyi kullanmaktadırlar. Evangalistler; tek amaçlarının ısa’yı dünyaya duyurmak olduğunu ve kimseyi zorla hristiyan yapmak gibi bir niyetlerinin olmadığını söylerler. Kendilerinin ne Katolik ne Protestan ne de Ortodoks olduklarını, köklerinin hristiyanlığın ilk günlerine kadar uzandığını iddia ederler. Evangalistler kendilerini “Mesih ınanlıları” olarak tanıtan maskeli misyoner grubudur.

Misyonerlerin II. Vatikan Konsülünden itibaren uyguladığı diğer bir uygulama da mahalli kiliseleri güçlendirmedir. Eskiden kiliseler merkeziyetçi bir yapıya sahipti. Merkez kilise mahalli kiliseleri denetlerdi. Günümüzde ise mahalli kiliselerin yetkileri ve imkanları genişletilmiştir. Bu kiliselerin başlarına geçirilen din adamlarını da o bölgenin halkından seçmektedirler. Çünkü kendilerinden birisinin hristiyanlık propagandası yapmasının o bölge halkı üzerinde daha fazla etkisi olmaktadır.

Günümüzdeki misyonerlerin diğer bir metodu da ınkültürasyon metodudur. Buna göre hristiyanlar kendilerini gizlemekte ve muhataplarına onların kültürel ve dini değerleri ile yaklaşmaya çalışmaktadırlar. Mesela, müslümanlarla konuşurken tek tanrıya inandıklarından bahsetmekte, Hz. Peygamberi ve Kur’an-ı Kerim’i kabul ediyormuş gibi bir izlenim vermeye çalışmaktadırlar. Kuran’dan ayetler okuyarak hristiyanlıkla benzer yönlerini vurgulamaya çalışmakta ve kendileri kesinlikle inanmadıkları halde bütün dinlerin aslında aynı olduğunu iddia etmektedirler. Bunu muhatabına kabul ettirdikten sonra ise ıslam’daki ibadetlerin zor olduğunu savunmakta ve hristiyan olup haftada bir kiliseye gitmekle yükümlülükten kurtulmalarını önermektedirler. Yalancılık, ikiyüzlülük veya en masumane ifadesi ile takiyye diyebileceğimiz bu metot günümüzde çok yaygınlaşmıştır. Muhataplarını kazanabilmek için her türlü hileye başvurmaktadırlar. Yıllarca komünizm idaresinde yaşayarak Müslümanlık namına hiçbir bilgisi olmayan Türkiye Cumhuriyetlerindeki Müslümanlara, dışında ıstanbul basımı Kur’an yazan ve fakat içerisi incil ayetleri ile dolu olan kitaplar dağıtmışlardır.

Bütün bu metotlarla da hristiyanlaştırmayı başaramazlarsa yine vazgeçmemekteler ve müslümanları dinlerinden uzaklaştırmaya ve hristiyanlık kültürünü sokmaya çalışmaktadırlar. Böylece dinlerinden uzaklaşmış ve derin bir boşluğa düşmüş müslümanları sonraki nesiller itibariyle hristiyanlaştırmayı planlamaktadırlar. Zira dininden yana şüpheye düşürülmüş ve kendi yaşantısında kültürel olarak hristiyanlığın izlerini taşıyan birisinin elde edilmesi çok kolay olur. Bu yüzden günümüzde gerek yabancı filimler yoluyla gerek batılılaşmış aydınlarımız yoluyla hristiyan kültürünü bir hayli yaygınlaştırmışlardır. Öyle ki türk ve müslüman olduğu halde “Allah baba yukarıda” diyenler, noeli büyük bir coşku ile kutlayanlar ve bir hristiyan gibi düşünenler bir hayli fazladır. Nitekim rahip Samuel Zwemer, misyonerler için yaptığı bir konuşmada şöyle der:

“Müslümanları vaftiz etmek için boş yere çabalayıp durmayalım. Başka yollar, başka çareler deneyelim. ıslam memleketlerinde girişeceğimiz faaliyetlerde onlara, hristiyan adetlerini, hristiyan bayramlarını, hristiyan kültürünü, hristiyan ahlakını aşılayalım...” Rahip Samuel ayrıca bu yöntem sayesinde şu anda yüzlerce Müslümanın kalplerinden ıslam imanını çıkardığını ve hristiyan dinine gizlice iman ettiğini de iddia etmektedir.

Hiçbir müslüman, ıslam’ın nuru dururken tahrif edilmiş hristiyanlığın karanlığına kapılmaz. Bu yüzden misyonerler, dinine bağlı bölgelerde hangi yöntemi denerlerse denesinler başarılı olamamışlardır. Böyle yerlerdeki faaliyetleri daha çok müslümanları dinlerinden soğutmaya yöneliktir. Medyayı da kullanarak bu tahrifatı gerçekleştirmeye ve böylece manevi boşluğa düşürebildikleri müslümanlara cazip teklifler getirerek onları hristiyanlaştırmaya çalışmaktadırlar. Bu cazip teklifler para, iş imkanı, yurt dışında eğitim veya iş vaadi olabileceği gibi cinsellik de olabilmektedir. Yani hristiyanlaştırma uğruna kendileri açısından da ahlaksızlık olan şeylere tevessül edebilmektedirler. Bakınız Peder Louis Massignon bu konuda neler demekte: “... Müslümanların her şeyini tahrif ve mahvettik. Dinleri, inançları, ahlakları, dine bakışları ve insani duyguları mahvoldu. Onların milli ve manevî değerlerini, Batı Medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik. ıslamiyet’ten uzaklaştırdık. ıslamiyet’i öğrenmeyi, yaşamayı, namaz kılmayı ve Kur’an-ı Kerim öğrenmeyi, suç ve gericilik olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu, tam olarak, hiçbir şeye inanmıyorlar. Ehl-i sünnet itikadı, başta gelen düşmanımızdır. Bu itikadı geçmişte sapık itikatlara yönlendirdik. Son yıllara ise müslüman görünen bazı ilahiyatçılarla, on dört yüzyıllık itikatlarını, ibadetlerini tartışılır hâle getirdik. Derin bir boşluğa düşürdük. Bundan sonra siz misyonerlerin işi daha kolay; maaş bağlayarak, vize vaadi, yurt dışında iş imkanı, hatta cinselliği kullanarak müslümanları hristiyan yapınız...”

şüphesiz Firavun’un da bazı hedefleri vardı, Hz Musa’nın da... Nemrutların da hedefi olur ıbrahimlerin de. Zıt hedefleri olan bu insanların hangileri muvaffak olmuştur? Hangileri daha gönülden ve daha fazla çalıştı ise o muvaffak olmuştur. Vehb bin Kebşe (r.a) ıslam’ı tebliğ için Medine’ye bir yıllık mesafede olan Çin’e gitti. Bu ihlas ve gayretinin semeresi olarak ıslam nuru Çin’de gönüllerle buluştu. Sahabe-i Kiram Efendilerimizin çok az bir kısmı Medine’de vefat etti. Büyük bir çoğunluğu irşad için gittikleri memleketlerde vefat ettiler. Onların bu gayretinin ve samimiyetinin semeresi olmak üzere ıslamiyet kısa sürede birçok kıtaya yayıldı, birçok gönle ulaştı. şimdi bu gayreti bazı misyonerler göstermeye çalışmakta. Sosyal statüsü yüksek de olsa, doktorluk vb gibi itibarlı meslek sahibi de olsa dünyanın en uygunsuz şartlarının olduğu yerlere gidip maddi imkanlarını ve bütün zamanını seferber edenler var. Deprem, sel gibi felaket bölgelerine anında koşan misyonerler var. Onların bu içten çalışmaları hedeflerine yaklaşmalarına neden olmaktadır. Bizim hedefimiz ise ıslam nurunu tüm gönüllere ulaştırmak olduğuna göre onlardan daha fazla çalışmamız gerekmektedir. şayet bizler ihlas ile bir adım atarsak Allahu Teala onu on kat bereketlendirecektir. Ülkemiz, misyonerlerin yoğun faaliyetlerinin olduğu bir bölgedir. Aynı zamanda turistik bir bölgedir. Bizler en azından burada yapılan misyonerlik faaliyetlerinin neticesiz kalması için insanlarımıza güzel dinimizi anlatıp, dinimizin muktezasınca amel edebilmelerini sağlayabiliriz. Turistik amaçla ülkemize gelen turistlerin kalplerine ıslam güneşinin doğması için gayret edebiliriz.

Batılı ülkelerde yaşayan insanların büyük bir çoğunluğu boşlukta. Kiliseye gitmiyor, çünkü kilise, ruhunu tatmin etmiyor. Bu insanlara bizler ıslam’ın güzelliklerini sunabilirsek Allah’ın da yardımıyla tahmin edemeyeceğimiz neticeler alabiliriz. Ve hatta ıslam’ı yok etmek için gelen misyonerlerden bile ıslam’ın nurunda hayat bulanlar çıkabilir. Yeter ki bizler dinimizi öğrenip, yaşantımızı güzelleştirip, gönlümüzü sahabe efendilerimiz gibi tebliğ arzusuyla doldurabilelim...

6

09.01.2005, 03:06

Allah razi olsun, artik bizimde bu konuda teorik altyapimiz saglamlasti.
Tesekkürler. Konuya tam muvafik geldi.

7

14.01.2005, 21:21

Türkiye seninle Hıristiyan oluyor

Türkiye seninle Hıristiyan oluyor



Ülkemizin bütün dertleri bitmiş gibi oluyordu ki, “misyonerler sorunu” ortaya çıktı. Kendilerine ıslamiyeti referans almış olan yayın organlarının “kaygılarını” bir yana koyarak, “Atatürkçü”, “laik” ve “çağdaş” gazetelerin haber ve yorumlara bakınca ürperti duymamak elde değil.

Sanki, Haçlı seferleri bitirilmiş sıra Türklerin Hıristiyanlaştırmasına gelmiş durumda!!!

Sanki, Sultanahmet, Süleymaniye, Selimiye, Yenicamii gibi Osmanlı ımparatorluğu’ndan kalan görkemli eserlere son kez bakıyoruz!!!

Sanki, bütün Müslümanları silahların gölgesinde kiliselere doğru sürülüyorlar!!!

28 şubat Atatürkçülerinin “Hıristiyanlar geliyor” feryatlarını okuyup, Müslümanlığı savunma zamanını tespit etmek için saate bakıyoruz:

ımam Hatipli Başbakan Tayyip Erdoğan iktidara gelmiş!

Ne tesadüf?!.

Türkiye’deki Hıristiyanların sayısal durumu ne alemde?

Ermeniler 60 bin, Süryaniler 10 bin, Rumlar 2 bin. Son 30 yılda sayıları 5 bine bile ulaşmayan Türk Hıristiyanlarını da ekleyelim. Hıristiyanlar 80 bine ulaşamıyor.

Hani sık sık söyleriz ya:

-Türkiye yüzde 99’u Müslüman bir ülkedir!

Yanlış… Yüzde 99.8’i Müslüman bir ülkedir dememiz gerekiyor.

700 yıl saltanat sürmüş Osmanlı ımparatorluğu’unda, Hıristiyanların sayısı milyonlarla ifade ediliyordu. O dönemlerde aktif olan kilise sayısı 4 bini aşıyordu.

Hiç böyle kaygılar yoktu.

Neden?

Çünkü Osmanlı ımparatorluğu “Büyük Devlet” olduğunu biliyordu.

Günümüz ölçülerinde bulunduğu coğrafya itibarıyla Türkiye de büyük devlet. Ama buna bir türlü kendisi inanamıyor. Kurulduğundan beri “parçalanma korkusuyla” yaşıyor, bu korkuyu da vatandaşlarına yaşatıyor.

Alanya’da yaşayan Almanların kilise taleplerini vatandan toprak talebi gibi algılıyoruz. Allah’a dua etmek istiyorlarsa “Hans- Helga Camiye gel” kampanyası mı düzenleyeceğiz?

Geçen gün ıslamiyete olan inancından asla kuşku duymayacağımız bir yetkilimiz şöyle dedi:

-Bize Almanya’da yüzlerce cami izni verenlere, biz kilise açma diyemeyiz!

Yukarıdaki cümle Başbakan Tayyip Erdoğan’a ait.

Ülkemizde yaşayan Hıristiyanlara karşı saldırgan bir çizgi tutturup, sonra Mardin’i örnek gösterebilir miyiz? Dinlerarası kardeşliğin en güzel örnekleri bu topraklarda yaşamış diye…

Nazım ALPMAN

www.internethaber.com, 12.1.2005

barish

Orta Düzey

Mesajlar: 387

Konum: USA

Meslek: PHD ogrencisi

Hobiler: Risale, Pirlanta, Matematik

  • Özel mesaj gönder

8

17.01.2005, 15:47

asagidaki link beni cok eglendirdi. Konuyla ilgisi olmasi acisindan buraya koyuyorum.

http://www.zaman.com.tr/?bl=turkuaz&alt=yazarlar&trh=20050117&hn=132708
"Arkadas, gel bana bu Nur'larin elmaslarini kesfetmeye yardimci ol ve ben de sana "Allah razi olsun" diyeyim."

9

17.01.2005, 16:11

arkadaşlar:
Beyanat ve tenvirler adlı eserin 250. sayfasında geçen bir mektubu buraya alıyoruz.

Alıntı

şimdi Kur’an, ıslâmiyet ve bu vatan zararına üç cereyan var:
Birincisi : Komünist, dinsizlik cereyanı. Bu cereyan, yüzde otuz-kırk adama zarar verebilir.
ıkincisi : Eskiden beri müstemlekatların, Türklerle alakalarını kesmek için Türkiye dairesinde dinsizliği neşretmek için; ifsad komitesi namında bir komite. Bu da yüzde on-yirmi adamı bozabilir.
Üçüncüsü : Garplılaşmak ve Hıristiyanlara benzemek ve bir nev’i Purutluk mezhebini ıslamlar içinde yerleştirmeye çalışan ve dinde hissesi olmayan bir kısım siyasîler hey’etidir. Bu cereyan yüzde, belki binde birisini, Kur’an ve ıslâmiyet aleyhine çevirebilir. Biz Kur’an hizmetkarları ve Nurcular, evvelki iki cereyana karşı daima Kur’an hakikatlarını muhafazaya çalışmışız. Mümkün olduğu kadar dünyaya ve siyasete bakmamaya mesleğimiz bizi mecbur ediyormuş. şimdi mecburiyetle bakmaya lüzum oldu. Gördük ki, Demokratlar evvelki iki mühtiş cereyana karşı bize (Nurculara) yardımcı hükmünde olabilirler. Hem onların dindar kısmı daima o iki dehşetli cereyana mesleklerince muarızdırlar. Yalnız dinde hissesi az olan bir kısım Garplılaşmak ve Garplılara tam benzemek mesleğini takip edenler ise, üçüncü cereyana bir yardım ediyorlar. Madem o cereyanın yüzde ancak birisini belki binden birisini Purutlar ve Hıristiyan gibi yapmaya çevirebilirler. Çünkü, ıngiliz iki yüz sene zarfında, tahakküm ettiği iki yüz milyon ıslamdan iki yüz adamı Purutluğa çevirememiş ve çeviremez. Hem hiçbir tarihte bir ıslam, Hıristiyan olduğunu ve kanaatlle başka bir dini ıslâmiyete tercih etmiş olduğu işitilmediğinden, iktidar partisinde bulunan az bir kısım, dinin zararına siyaset namiyle üçüncü cereyana yardım etse de; madem o Demokrat Partisi, meslek itibariyle öteki iki cereyan-ı azîmenin durmasında ve def’etme-sinde mecburî vazifeleri olmasından, bu vatan ve ıslâmiyete büyük bir faidesi dokunabilir. Bu cihetten biz, Demokratları iktidar yerinde muhafaza etmeye Kur’an menfaatına kendimizi mecbur biliyoruz. Onlardan hayır beklemek değil; belki dehşetli, baştaki iki cereyana siyasetlerince muarız oldukları için, onların az bir kısmı dine verdikleri zararı, vücudun parçalanmasına bedel, yalnız bir parmağı kesmek gibi pek cüz’î bir zararla pek küllî bir zarardan kurtulmamıza sebep oluyorlar bildiğimizden, o iktidar partisinin lehinde ehl-i dini yardıma davet ediyoruz. Ve dinde laubali kısmını dahi cidden îkaz edip, "Aman çabuk hakikat-ı ıslamiyeye yapışınız" ihtar ediyoruz ki,

barish

Orta Düzey

Mesajlar: 387

Konum: USA

Meslek: PHD ogrencisi

Hobiler: Risale, Pirlanta, Matematik

  • Özel mesaj gönder

10

17.01.2005, 18:56

lutfen
ya boyle kisa alintilar yazalim. ya da link koyalim. yoksa hakikaten cok da ic acici olmuyor.

Zaten kimsenin sizin kendi dusuncelerinizi ne kadar yazdiginizdan sikayeti olmuyor...

hurmetler
BArish
"Arkadas, gel bana bu Nur'larin elmaslarini kesfetmeye yardimci ol ve ben de sana "Allah razi olsun" diyeyim."

11

17.01.2005, 19:10

bu konudaki fikirlerinize katılıyorum barish kardeşim,
alıntılar ya çok kısa olmalı
veya özet şeklinde yazılmalı.
veya bir link konmalı
çok zaruri olduğu zaman belki de uzun bir nakil yapılabilir ama yine de dikkat lazım

  • "Sükrü Bulut" bir erkek

Mesajlar: 60

Konum: Köln / İstanbul

Meslek: Eğitimci - Yazar

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

12

28.01.2005, 00:57

Misyonerlik oyunu...

Misyonerlik oyunu...

Bir kısım medyamızın onunla yatıp onunla kalktığı bu oyunu yerli sanmıştım. Kemalistlerin yeni bir nifak çıkarması sanarak bugüne kadar bîgane kaldım. Resmî hocaların fetvaları, milliyetçi kesimlerin hurraları ve dinde hassas bazı dinî çevrelerin feryatları gözümüzü hadiseye çevirememişti. Ne zaman ki Yemenli Abdülcemil Bey, Arap dünyasındaki “misyonerlik furyasından” bahsetti, oyunun yerli ve hadisenin mahallî olmadığını anladık. Gündemi genellikle oyun ve nifakla tayin edilen ülkemizdeki gürültülerden ziyade, hadisenin tüm ıslâm coğrafyasına şümûlü bu yazıyı yazmaya vesile oldu.

Tarihimiz ve şartlarımız bu tür oyunların öncelikle bizde sahnelenmesini sağlıyor. Yetmiş-seksen senelik “dinsizlik provaları”, ahlâksızlık ve sefahati kanunla koruma başarıları, “misyonercilik oyununda” da bizi öne çıkarmış. Yüz yirmi bin kilisesi ile yüz binlerin üzerinde koşuşturan “Nasranî ordular” ve büyük şehirlerin ana caddelerinde habire dağıtılan milyonlarca kitap... Ne kadar büyük meblağlar tuttuğunu düşünebiliyor musunuz?

Avrupa maliyeleri 11 Eylül’den sonra üç bin Euro üzerini sıkı takibe alıyorlar. Gerçi 11 Eylül’den önceki yerli 28 şubat, “yeşil sermaye” sloganıyla Müslümanların ellerindeki paracıkları uçurmuştu. Müslümanlar, züğürt oldukları bilindiği halde sıkı bir malî takip altındalar... Başta Türkiye olmak üzere ıslâm coğrafyasına akan milyarlarca doları herhalde cinler dışarıdan getirmiyorlardır. Dünyada çıkmakta olan fitnelerin, dünya kapitalini ellerinde bulunduranların yardımıyla çıkarıldığı bir vak'a olduğuna göre paraların kaynağına yürümekte fayda var. Açık Toplum Enstitüsünün Asya ve Doğu Avrupa’da harcadığı paralarla birlikte misyonercilik oyunları giderlerinin aynı kaynaktan aktığını iddia edenlerin iddialarına da kulak vermek lâzım.

Avrupa felsefesinden doğma dinsizlik cereyanını dünyaya hakim kılmak isteyenlerin, tüm teorilerini “sınıf çatışması” üzerine bina ettiklerini okuduk, yaşadık ve gördük. Geçen asırdaki “dinsizlik ve sefahet” projesini, hür dünyanın teknolojik ve sosyal yardımlarıyla tüm yeryüzüne yaymak isteyen “global zındıka”nın da hesap-kitabını bu çatışma teorisine bina ettiğini söylemek elbette kehanet olmamalı... Global teröristler karşılarında engel olarak yalnızca “semavî dinleri” görüyorlar. Hele onların ittifaka yönelmeleri bilhassa “harîs milletin” erken sevincini kursağında bırakıyor. Bir taşla epeyce kuş... Müslümanlar arasında nifak... Müslümanlar-Hıristiyanlar arasında nifak... Türkiye-Avrupa ve Avrupa-ıslâm âlemi arasında çıkacak nifakın kimin işine yarayacağını en basit akıl da anlar, kanaatindeyiz.

Doğu ve Batı âlimlerince asrımızın otoritesi kabul edilen Bediüzzaman Hazretleri yaklaşık bir asır önce ıslâm âlemine yönelik yazdığı Kur’ânî reçetesinde; en büyük düşmanlarımızın cehalet, zaruret ve ihtilâf olduğunu, bu üç düşmanın da ancak ilim, marifet ve sanat silâhlarıyla mağlup edileceğini beyan ediyor. ıçimizdeki “cehalet” olmasaydı, 11 Eylülcülerin ancak bir asır öncesindeki zamanlarda kısmen işe yarayacak fikirleri, günümüzdeki Müslümanlarda kabul görür müydü? Bilhassa ıkinci Dünya Savaşından sonraki ıslâm ve Hıristiyan âlemlerindeki gelişmeleri doğru okuyabilenler, Müslüman-Hıristiyan rekabetinden ziyade ittifak ve işbirliklerinden bahsediyorlar. Bediüzzaman Hazretleri, kendisini bazen hürriyetçi, bazen modern, bazen demokrat, bazen Mesih ve bazen de “light ıslâm” olarak tanıtan hakikî fesat şebekesinin “global teröründen” tam doksan beş sene önce haber veriyor. Semavî din düşmanı olan bu harekete ancak ve ancak hakikî Hıristiyan ve Müslümanların ittifakıyla karşı konulabileceğini Külliyatının onlarca yerinde beyan ediyor. Talebelerinin hizmet iç tüzüğü niteliğindeki eserinde de Nurcular ile Misyonerlerin birlik ve beraberliğe çok dikkat etmelerini tavsiye ediyor, aralarında münakaşa etmemelerini söylüyor.

Zihnen mazinin derelerinde dolaşan, eski zaman münakaşalarına takılarak bir türlü bu zamana gelemeyen insanlara “misyonercilik oyunu” ne güzel de seyrettirilir!.. Bu oyunların hiç bir tanesinin ne senaryosu, ne parası ve ne de oyuncularının Avrupa Kiliseler Konferansına ait olmaması, elbette bizi gizli başka maksatlara götürecektir. Bu oyunla birlikte “kültürel ıslâm kimlikleri” hazırlayan zındıka enstitüleri, karşılarında Kur’ân’ın zamanımıza olan mesajlarını bulabileceklerini de hesaplayarak “Risâle-i Nur’u ve Nurculuğu karartma” projelerini da birlikte servis etmeye çalışıyorlar. Fakat Risâle-i Nur’un şahs-ı manevîsi bu tür karartmalarla perdelenemez. Zirâ o Kur’ân’ın nuru olduğundan karanlık arttıkça parlar ve parlayacaktır.

Kur’ân ve Kur’ân’ın “dinsiz batı felsefesi” karşısındaki temsilcisi olan Risâle-i Nur, “çatışma teorisi” yerine “barış ve birliktelik” fikrini savunur. Global teröristlere ve ahlâksızlığı tervic eden cereyanlara karşı başarının ancak ve ancak Hıristiyan-Müslüman ittifakıyla mümkün olacağını vurgular. Evanjelistler adına ıslâm dünyasında terör ve talana girişen Amerikalı Neo-Con’lara Vatikan’ın cevabını biliyorsunuz. Müslüman olduğu halde muhakeme zaafından dine zarar verenlerin, Hıristiyanlık dünyasında da olabilecekleri unutulmamalı. Önemli olan bu “misyonercilik oyununa” Avrupa ve Amerika kiliselerinin sahip çıkmamalarıdır. Kendi çocuklarını “Irak Savaşından” dolayı günahkâr ilân eden kiliseler, kendi coğrafyalarındaki mücadele ile bu kadar meşgulken, kalkıp ıstanbul’da kilise açacak, ıncil dağıtacak ve misyonerlik yapacaklar; olacak şey mi?
Şükrü Bulut

13

28.01.2005, 11:15

Böyle bir açıyla görmemiştim olayları daha önce. Dikkatlerimizi ihya ettiniz. Allah razı olsun,
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

  • "Sükrü Bulut" bir erkek

Mesajlar: 60

Konum: Köln / İstanbul

Meslek: Eğitimci - Yazar

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

14

04.02.2005, 12:13

Avrupa sahnesi

Misyonerlik oyunu -2

Geçen yazımızı Asya sahnesine ayırmıştık. Türkiye’miz başta olmak üzere ıslâm coğrafyasında sahnelenen bir oyunu birlikte izlemiştik. Bütün nazara sunulmadığında, parçaların da mahiyetlerinin anlaşılamayacağı bir hakikat olduğundan, çerçevenin içindeki Avrupa sahnesini de takdime çalışacağız.

Kırk beş senedir Avrupa’ya gelmiş Türk işçileri başta olmak üzere, tarihleri daha da gerilere giden Fransa ve ıngiltere’deki Müslümanların beyanı, Avrupa Kilisesinin buradaki Müslümanlar arasında “misyonerlik faaliyeti” yapmadığı istikametindedir. Hür Avrupa Kilisesinin, “diyalog” yollarını kapatacak böyle bir işe girişmesini buradakiler hayal de etmezler. Kiliselerce “sapık mezhep” (sekte) kategorisinde değerlendirilen bir iki marjinal grubun herkesçe itici bulunan çalışmasını Hıristiyanlara mâl etmediğimiz takdirde, Avrupa’da Müslümanlara yönelik misyonerlik faaliyetlerinin olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Doğu blokunun dağılması üzerine, başta Rusya, Orta Asya ve Doğu Avrupa’dan gelmiş Hıristiyanların kiliselerde rehabilite edildiğini sevinerek takip ediyoruz. Yetmiş-seksen seneden beri “dinden” mahrum bırakılmış Kafkas ve Orta Asya Müslümanları da “dinî rehabilite merkezlerinde” hür hayata alıştırılsalardı mutlak güzel olurdu.

Avrupa’daki Müslümanlar kilisenin ilgisizliğinden, zaman zaman rekabetinden, yer yer incitici beyanlarından şikâyetçi olurlar, fakat misyonerlik gibi bir fiilden şikâyetlerine hiç rastlamadık.

Bizi Avrupa’da rahatsız edenlerin “Hıristiyanlık ve milliyetçilik” adına rahatsız etmediklerini dünya-âlem biliyor. Dinsizlik, sefahat, küçük düşürme ve yer yer dışlama halleriyle Müslümanları sıkıntıya sokanların, kuvvetlerini başta semavî din düşmanı politika ve medya mensuplarından aldığını da kimse inkâr edemez. Bilhassa bundan yirmi yıl önce Almanya’da Türkleri “yabancı düşmanlığı” noktasında hedef tahtasına yerleştiren meşum Solingen, Mölln ve Hamburg facialarına sebebiyet verenlerin “Hıristiyanlık ve milliyetçilik” düşünceleriyle hareket ettiklerini elbette söyleyemezsiniz. Zira aynı senaristlerin Avrupa Müslümanlarını bugün de “antisemitist” ilân etmeleri, meşhur “nifak” dolabının kimlerce çevrildiğini gösteriyor. Müslümanları dinî vecibelerini uygulamaktan alıkoyanların, dinsiz, eşcinsel, kürtajcı, nikâh karşıtı ve antitransparent (şeffaflığa karşı) olmaları, yukarıdaki iddialarımıza kuvvet veriyor. ıslâmiyet kesin prensipleriyle onların hayat ve ideallerine “hayır!” dediğinden, sefihler, Hıristiyanlıktan önce Müslümanlığa saldırıyorlar. Bilhassa Fransa ve Almanya’daki ısrail yanlısı politikacıların şantajları hem ıslâm toplumunu ve hem de hakiki Hıristiyanları rahatsız ediyor. Ayrıca yapı olarak da Alman milliyetçileriyle Hıristiyanların Müslümanlara düşmanlık yapmaları şimdilik el vermiyor. Avrupa Birliğinin zamanla dinî ve insanî değerleri öne çıkarması, ıslâm ülkelerine samimî mesajlar vererek onlarla işbirliklerine gitmesi ve semavî dinlere inananlar arasındaki yakınlaşmalar da, artık Avrupa’da bir Müslüman-Hıristiyan çatışmasının olmayacağının göstergeleri olsa gerek.

Avrupa siyasetinde isim ve resimlerden ziyade yapılan işler ve o işlerin faillerinin mahiyetleri öne çıkıyor. Hıristiyan ve muhafazakâr isimleri politikadaki sihrini kaybetmiş durumda. Zira, bu isimlerdeki partilerin içinde dinsizlik, ahlâksızlık ve nifak bayrağını açmış siyasetçileri Avrupa halkları gördükçe, isim ve resimler eski değerlerini kaybediyor. Fransız Muhafazakâr Partisinin tepesine “dış güçlerin” yardımıyla tırmanan Sarkozy’e ve ona hayran Bavyera Başbakanı Stoiber’e “Hıristiyanların” evet deyip-demeyeceğini zaman gösterecektir. Ayrıca hür demokratların başına getirilen eşcinsel Westerwelle’nin FDP’yi nerelere götüreceğini birlikte göreceğiz. Türkiye’de “misyonerlik oyununu” sergileyenlerin Hıristiyan Avrupa’dan intikam almak için “çok özel planlar” hazırladıklarını, zaman, coğrafya ve toplumlara göre uyguladıklarını dikkat edenler göreceklerdir.

Sarkozy çizgisinin hassas Avrupa tarihî refleksleriyle ucuz politikalar üretmeye girişmesini buradaki efkâr-ı âmme kabul etmiyor. Üretimden ziyade tahribe yakın bu politikaların Avrupa Birliğinin dağılımını hedef aldığını söyleyenler çoğalıyor. Bizde dinî ve millî hassasiyetleri kaşıyanlar, Avrupa’da da bazı hassasiyetleri kaşıyacaklardır. Fakat Avrupa’da müesseseleşmiş hürriyet ve dindar Hıristiyanların dik duruşları, yalan üzerine bina edilen teorilere hayat hakkı tanımıyor. Hile, nifak ve hud’a ile şişirilen yalanlar balonu, uzun süre toplu iğneden kaçamayacağı gibi, bir dâne-i hakikatin bir harman yalanı yakacağı da unutulmamalıdır.
Şükrü Bulut

  • "Sükrü Bulut" bir erkek

Mesajlar: 60

Konum: Köln / İstanbul

Meslek: Eğitimci - Yazar

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

15

11.02.2005, 05:17

Diyalog ehlinde rekabet olmaz

Diyalog ehlinde rekabet olmaz

Müslüman-Hıristiyan diyaloğu zaman içinde önyargıları bertaraf eder. ılmin ilerlemesi ve hürriyetin inkişafıyla tarihin tortuları niteliğindeki yanlışları taraflara gösterir. Zamanı geçmiş ifade, metod ve tartışmaları tecdid eder. Her iki dinin mensuplarına asıl gayenin “saadet-i ebediye” olduğunu ders vermekle birlikte, mevcut “semavî din düşmanlarının” dehşetini tüm çıplaklığıyla ortaya koyar. Bu felâketler karşısında ittifakın önemini bize vurgularken, ıncil’in âyetlerinden başlayarak tâ günümüze kadar gelen çizgideki birliktelikleri ve ittifakları öne çıkarır.

Diyalog ehli arasında rekabet de olmaz. Zira karşılıklı bir münazara ve münakaşaya girişmezler. Doğru ıslâmiyet ile hakiki ısevîliğin ana çerçevesini ortaya koyacak olan taraflar, çerçeve içinde ittifak ve beraberliğe gidip; (dünya ve ahiret düşmanlarına karşı) dinsizlik, ahlâksızlık, tahrip ve insanî tereddîyi esas alan “tahripkâr cereyanlara karşı” hem dinlerini, hem insanlığı ve hem de çevreyi müdafaa edip, karşıtlarını mağlup ederler.

Müslüman ve Hıristiyanların gayet dikkat etmeleri gereken ince bir sırrın olduğuna inanıyorum. Bir Müslüman Hz. ısa (as) ve ıncil-i şerife inanmadığı takdirde Müslüman sayılmaz. Hz. ısa’nın (as) peygamber ve ıncil’in hak kitab olduğuna inanan bir Müslüman Hıristiyan olmadığı gibi, Hz. Muhammed’in (asm) peygamber ve Kur’ân-ı Kerîm’in hak kitab olduğunu kabul eden Hıristiyanların da Müslüman ve mü’min olabilmeleri için Hz. Muhammed’in (asm) tüm şeriatına inanmaları ve güçleri yettiği nisbette uymaları gerekir. Yani Kur’ân Hıristiyanlara “Dinlerinizi terk ediniz” demiyor. Hz. ısa’dan (as) önceki peygamberlerin dinlerine inandığınız gibi, Hz. Muhammed’in (asm) dini olan ıslâmiyeti de kabul ediniz. Bu kabul Hıristiyanların Hz. ısa (as) ve Meryem’e sevgilerini arttıracak ve ebedî saadet için şevk verecektir. ışte bu ince çizgi tam anlaşılmadığından geleneksel sloganlarla, Kur’ân’ın ve hakiki ısevîliğin men ettiği ifadelerle maalesef zaman zaman Hıristiyan ve Müslümanlar birbirlerini üzüyorlar.

Bazılarımız yukardaki ifadeler ile herhangi bir reform hareketi arasında ilgi kurmaya çalışabilir. Fakat Kur’ân’ın ne reforma, ne tecdide ve ne de tekâmüle ihtiyacı yoktur. Biz onun, zaman ihtiyarladıkça gençleşeceğine inanıyoruz. Arz etmeye çalıştığımız çizgi, asrımızın müceddidinin Kafkas cephesinde Ruslarla savaşırken at üstünde kaleme aldığı tefsirindeki tatminkâr, manidar ve doyurucu ifadelerinden alınmıştır. Zamanını ve zamanımızı en güzel şekilde yorumlayan Bediüzzaman Hazretleri istikbale yönelik Münazarat ve şam Hutbesinde verdiği müjdeleri burada Kur’ân’la perçinler. 1909’dan 2009’a doğru dehşetini arttırarak Müslüman-Hıristiyan ittifakının üzerine yürüyen “tahripkâr cereyanlara” karşı zamanlı olarak insanlığı uyaran Said Nursî Hazretleri Müslüman-Hıristiyan diyaloğunun karşısındaki tehlikeleri de eserlerinde bize bildirmiştir.

Müslüman-Hıristiyan diyaloğu ve bu diyaloğun meyvesi olan ittifak ve beraberlikler yeni değildir. Müslümanlar bu birlikteliğin köklerini Yuhanna ıncilinde bulurlar. Hz. Muhammed’in (asm) peygamberliğini müjdeleyen Buheyralı Bahira ile şamlı Nastura gibi büyük Hıristiyan ruhanilerle; Yemen padişahı Tubba, Habeş kralı Necaşi ve Bizans meliki Heraklius’un kabulleri Müslümanlar için iki kardeş dinin temel diyaloglarıdır. ıslâmiyetin henüz dördüncü senesinde vuku bulan ateşperest Farslılar ile Hıristiyan Romalılar arasındaki savaşta, Kur’ân Rumları müdafaa eder. Hatta bu müdafaanın geçtiği sûrenin ismi de Rum’dur. 26 bin Yahudinin Kisra II. Hüsrev’e iltihakıyla tâ Nil deltasına ulaşan Farslıların “bir kaç sene” zarfında tekrar Rumlarca mağlup edileceğini müjdeler. O günkü şartlarla günümüzdeki şartlar o kadar örtüşüyor ki… Tarih o günden bugüne bu kadar benzeşen zamanları göstermiyor. ınananların üzerine yürüyen dinsiz, imansız ve putperest ordular… Asr-ı Saadet ile asrımız… Yani helâket ve felâket asrı… Kızlarını diri diri toprağa gömen, sihir ve fal ile hayatlarına yön verenlere vahşî ve cahil dediğimiz halde; ana rahmindeki bebeleri parçalayan, kadınları sokaklarda süründüren, ihtiyarları perişân eden, insan neslini tüketen ve “zındıka enstitülerinde” hazırladıkları sihir, manyetizma ve hipnotizma metodlarıyla tüm insanlığı iğrenç emellerine alet etmeye çalışanlara modern, çağdaş ve medenî derseniz; hüküm hem ilmen, hem de insaniyeten yanlış olur. Çöldeki vahşî Arabın veya cadı avındaki vahşî Avrupalı’nın zulümleri o zaman da lokaldi. O ateşlerde yananlar sınırlıydı. Ya şimdi… Dünyanın yedi kıtasını ateşe vermek isteyen bu insanlık düşmanı sefih ve tahribatçı cereyanlara karşı Müslüman-Hıristiyan ittifakını zaafa uğratmak isteyenler ya çok ahmak veya çok bilinçli münafık düşman olmalıdırlar, diye düşünüyoruz.
Şükrü Bulut

barish

Orta Düzey

Mesajlar: 387

Konum: USA

Meslek: PHD ogrencisi

Hobiler: Risale, Pirlanta, Matematik

  • Özel mesaj gönder

16

11.02.2005, 21:41

orada zindika enstitutlerinde hazirlanan hipnotizma, sihir vs turu seylerle ne demek istediginiz acabilirmisiniz, muhterem?

hurmetler ve baki selamlar
barish
"Arkadas, gel bana bu Nur'larin elmaslarini kesfetmeye yardimci ol ve ben de sana "Allah razi olsun" diyeyim."

17

11.02.2005, 22:47

Re: Diyalog ehlinde rekabet olmaz

Alıntı sahibi ""Sükrü Bulut""

zındıka enstitülerinde” hazırladıkları sihir, manyetizma ve hipnotizma metodlarıyla tüm insanlığı iğrenç emellerine alet etmeye çalışanlara modern, çağdaş ve medenî derseniz; hüküm hem ilmen, hem de insaniyeten yanlış olur. Çöldeki vahşî Arabın veya cadı avındaki vahşî Avrupalı’nın zulümleri o zaman da lokaldi. O ateşlerde yananlar sınırlıydı. Ya şimdi… Dünyanın yedi kıtasını ateşe vermek isteyen bu insanlık düşmanı sefih ve tahribatçı cereyanlar...


Internet, radyo, televizyon, dergi gibi zındıkların dessasça empoze vasıtası olarak kullandığı şeyler olabilir. Sadece şu televizyon nasıl hipnotize ediyor, buna kendimiz şahid değil miyiz?
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

barish

Orta Düzey

Mesajlar: 387

Konum: USA

Meslek: PHD ogrencisi

Hobiler: Risale, Pirlanta, Matematik

  • Özel mesaj gönder

18

12.02.2005, 12:23

A.kadir abi,
Sana bir hikaye anlatayim. Sen de ne demek istedigimi kendin cikar :)

hemingway birgun kitaplarini imzalarken yanina orta yasin ustunde bir kadin yaklasir. Heyecanli bicimde elindeki kitabi imzalattiktan sonra onunla "Yasli Balikci ve Deniz" (The Old Man and the Sea) isimli kitabi hakkindaki goruslerini paylasir:

"Efendim! Kitabinizda balikci adam bizi, deniz dunyamizi ,aradigi sey kendimizi ve de balik Isa'yi (AS diyorum burda) temsil ediyor degil mi?" der ve yaptigi bircok cikarimi anlatir.

Hemingway sakin sakin dinler bayani ama bakti caresi yok bu heyecanli okuyucuyu durdurmak icin konusur:

"Hanimefendi! Kitaptaki yasli balikci yasli bir balikci, deniz deniz ve de balik da bir balik. O kadar!"

Bunu niye mi anlattim?

Sukru abi hala cevabinizi bekliyorum....

hurmetler
Barish
"Arkadas, gel bana bu Nur'larin elmaslarini kesfetmeye yardimci ol ve ben de sana "Allah razi olsun" diyeyim."

19

12.02.2005, 13:59

Re: Diyalog ehlinde rekabet olmaz

Alıntı sahibi ""Abdulkadir Said""

....olabilir.


Burada insanları tesir altına alabilecek ve bir grup (belki masonlar) tarafından kukla olarak kullanılabilecek her şey olabilir. Basın olur, kitap olur, ... olur da olur... Zannetmiyorum ki şükrü abi şapkadan tavşan çıkarsın. Meşguldür, cevap gelmeyebilir. Meşguliyetinden dolayı cevap hiç gelmeyeceğinden veyahut geç geleceğinden "belki" diye haşiye olarak yazdım.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

barish

Orta Düzey

Mesajlar: 387

Konum: USA

Meslek: PHD ogrencisi

Hobiler: Risale, Pirlanta, Matematik

  • Özel mesaj gönder

20

12.02.2005, 19:17

A.Kadir Kardesim,
Allah sana omrunun sonuna kadar iman nesvesi ile dolu ve de imani yuzune yansiyan bir insan olmayi nasip etsin. Amin

Guzel abim,
Sizlerin soylediklerinden faydalanmamis degiliz. Lakin yazar oraya bir cumle koyarken bir bildigi olur. Aklinda belli net dusunceler olur. Bu yuzdendir ki bu konuda yazarin gorusu benim icin onemlidir. Bu sizinkini onemsiz kilmaz ama dedigim gibi "siz baliga bir mecazi mana atfetmeye calisirken yazar sizi azarlayabilir cok luzumsuz derine iniyorsunuz diye. ya da tam tersi olabilir."

Anlayacaginiz bazi muhim gordugum dusuncelere binaen Sukru abinin kisa ya da uzun vadede gorusleri benim icin onemli. Arada yazdigi varsayilirsa, bu bir ara yazabilir demektir yeniden...

Hem onun gorusleri ile sizin gorusleriinizin ayni cikma ihtimali de vardir. Ama bunu o nediyor bilmeden anlayamayiz...

hurmetler ve baki selamlar
BArish
"Arkadas, gel bana bu Nur'larin elmaslarini kesfetmeye yardimci ol ve ben de sana "Allah razi olsun" diyeyim."

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir