Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

07.12.2010, 13:57

Cemaatlere yapılan operasyon Ergenekon’un işi

Cemaatlere yapılan operasyon Ergenekon’un işi


<img src="http://www.yeniasya.com.tr/2010/12/07/resim/a.jpg" align="left" />
“Dün Kürtler, Bugün Cemaatler” kitabının yazarı Emre Uslu, “Ergenekon
derin devletin cemaatlere yönelik operasyon sürecinin adıdır. 1998
yılında MGK’ya hangi üniversitede hangi dinî grupların etkin olduğuna
dair raporlar sunulmuştur. Bu, cemaatlerin nasıl hedef yapıldığının
göstergesidir. Mehmet Kutlular’ın meşhur mahkeme süreci bu
operasyonların başlangıcıydı. Eğer bu da yeterli değilse ve sonuç
alamıyorsanız o zaman derin devlet operasyonu başlıyor demektir” dedi.

CEMAATLERE YÖNELİK YAPILAN OPERASYONUNADI ERGENEKON’DUR
TÜRKİYE Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi ve cumhuriyeti, laikliği
yanlış yorumlaması sebebiyle Müslümanların büyük acılar yaşadığını
biliyoruz. İstiklâl Mahkemelerinde idam edilen insanlar, sürgünlerde
hayatları geçen din adamları, gizlice evlerde organize edilen Kur’ân
kursları, kadınların ve erkeklerin kılık kıyafetlerinden dolayı maruz
kaldığı haksızlıklar...
Tabiî, benzer muamelelerle karşılaşan azınlık mensupları... Günümüzde az
da olsa demokrasinin gelişmesiyle bazı haksızlıklar azaldı, en azından
savunulamaz pozisyona geldi, ancak yeni bir çatışma alanı oluştu. Eğitim
sürecinde, ailesinin ve çevresinin katkılarıyla dinî hassasiyetleri
olan insanlar devletin belli kademelerine geldi. Bu sefer de devlet
haksız ve hukuksuz olarak bu insanları işlerinden etmeye çalıştı. Bunun
en büyük örneğini, 28 Şubat’ta her sektörde işlerinden olan dindar
insanları göstererek ispat etmek mümkün. 28 Şubat söz de bitti, ancak
dindarlara yönelik operasyonlar bitti mi? Tam bu noktada tartışmaya Emre
Uslu’nun, “Dün Kürtler Bugün Cemaatler” kitabı giriyor. Uslu’nun
iddiasına göre, dindarların, derin devletle mücadelesi 98’den sonra
başlamış vaziyette. Daha önceki mücadele bürokratik devletle imiş. Uslu,
derin devletin AKP ile dindar bürokratlar üzerinde pazarlık yaptığını
iddia ediyor. Bunun yanında, derin devletin kendine yönelik
faaliyetlerinin farkında olan dindar bürokratların ise, Ergenekon
örgütünün ortaya çıkmasında büyük bir payı olduğunu söylüyor. Kozmik
Oda’ya bilinenin aksine Başbakan’ın bizzat emri ile girildiği iddiasında
bulunan Uslu, derin devletin kendini yeniden yapılandırdığını söylüyor.
Bu yapılanmanın önüne geçmenin yolunu ise, AB süreciyle birlikte askerî
alanda yapılacak demokratik reformlar olarak gösteriyor.

“Dün Kürtler Bugün Cemaatler” isimli bir kitap

çıkardınız. Derin devletin hedefinde bugün cemaatler mi var?

Kitabımda “Derin devlet ne zaman ve hangi koşullarda şiddet
kullanmaya karar verir ve kimi hedef alır?” sorusunu sordum. Bu sorular
çerçevesinde derin devlet analizi yapmaya çalıştım. Derin devleti
dokunulur, hissedilir hale getirerek, “Bu adamlar ne yapar? Derin
devlete nasıl hedef olursunuz?” sorularına cevap aradım. Çalışmalarım
sonunda Kürtlerin ve cemaatlerin derin devletin operasyonlarına muhatap
olduğunu gördüm.

Cemaatlerden kastınız dindarlar herhalde değil mi? Bu çalışmanın içine azınlık cemaatleri de dahil mi?

Sizin de ifade ettiğiniz gibi, burada sadece bir cemaati değil,
bütün dindarları kastediyorum. Bunun içinde Nakşiler, İsmailağa Cemaati
de var. Tabiî ki azınlık cemaatleri de buna dahil, hatta kitabımda
misyonerlerin nasıl derin devletin hedefi olduğunu anlatıyorum. Ancak
kitapta, en geniş kitleleri ilgilendiren Kürtler ve cemaatler üzerine
yapılan operasyonlara yer verdim.

Tam olarak ne zaman cemaatler derin devletin hedefi oldu?

98-99 yılında PKK sorunu kontrol edilebilir seviyeye
indirgenince, “istenmeyen adamların, devlet içinde istenmeyen yerlere”
geldiğini gördü. 98 yılında, kitapta bahsettiğim gibi, cemaatler “Aktif
öteki” haline geldi.

Ali Bayramoğlu “28 Şubat Nurculara karşı

yapılmıştır” demişti. Katılır mısınız?

Kesinlikle. Nurcuların siyasetle ilgileri olmadıkları, siyasî
partileri olmadıkları halde onları derin devletin hedefine yerleştiren
şey eğitim müesseseleri oldu. Bunun yanında medya sahibi olmaları ve
bürokraside yer almaları devleti korkuttu. 28 Şubat’ta bir karar
alınarak cemaatler ve tarikatler birinci hedef olarak adlandırıldı.
Ancak “Erbakan’nın iktidara gelmesi irtica tehlikesini gündeme getirdi”
diyenler oldu. Aslına bakarsanız, Erbakan bir göstergeydi, asıl hedef
arkadaki yapılanmaydı. Onun için de 28 Şubat İmam Hatip Liseleri’nin
orta bölümünü kapatıp Kur’ân Kurslarına yaş sınırlaması getirirken,
İslâmî özelliklere sahip sermayeyi hedef alırken, arkadaki yapıyı
çökertmeye çalışıyordu.

Cemaatlerle devletin tartışması yeni mi ki?

Cumhuriyet döneminde de Said Nursî ile cumhuriyeti kuranlar arasında büyük bir kavga olduğu doğru değil mi?

Burada anlamamız gereken şey, “Derin devletin ne zaman devreye
girdiği?” sorusudur. Said Nursî’ye karşı olan mücadele “bürokratik
devlet”in mücadelesiydi. Said Nursî ve sevenleri 90’lara kadar pasif
ötekiydi. Eğer bu hareket hukuk–burada gerçek bir hukuktan
bahsedilemez–sınırlarıyla kontrol edilebiliyorsa, bürokratik devletin
mekanizması devrede demektir. 90’lara kadar hukuk Nurcuları belli bir
sınır içinde tutabilmeyi başardı, ancak 90’ların sonuna doğru cemaatler
aktif öteki olmaya başladı.

Siz, “90’ların sonuna doğru, devletin gücü

Nurcuları kontrol etmeye yetmemeye başladı” diyorsunuz…

80’lerle başlayan süreçte cemaatlerin okullaşmasıyla, medyaya
yönelik yatırımlarıyla bunun yanında demokratikleşmeyle beraber
sınırlanan yapı dışarı taşmaya başladı. Bu taşma da başı boş değil
kurumsallaşan bir yapıya dönüşmüştü. Cemaatler artık söz söyleyen, hak
talep eden yapılar olmaya başladı. Kendi entelektüelini yetiştiriyordu.

Derin devletin operasyonları o dönemde mi

başladı?

Kitabı tam da bunun için yazdım. Türkiye’de insanlar, bürokratik
devletin operasyonlarını, derin devletin operasyonları sanıyorlar.
MİT’in cemaatlerin içine girip bilgi sızdırması derin devlet operasyonu
değildir. Siyasetçi isterse bunu yapanı kulağından tutup hukuk önüne
çıkarabilir. Derin devlet operasyonları bürokratik devletin yetersiz
kaldığı noktalarda devreye girip, nokta hedefler belirleyip onları
imhaya yönelik operasyonlar yapar. İşte Ergenekon, derin devletin
cemaatlere yönelik operasyon sürecinin adıdır. 98 yılında MGK’ya hangi
üniversitede hangi dinî grupların etkin olduğuna dair raporlar
sunulmuştur. Bu cemaatlerin nasıl hedef yapıldığının göstergesidir. Bu
tür operasyonlarda önce fişlersiniz sonra mahkeme önüne çıkarırsınız.
Mehmet Kutlular’ın meşhur mahkeme süreci bu operasyonların
başlangıcıydı. Eğer bu da yeterli değilse ve sonuç alamıyorsanız, o
zaman derin devlet operasyonu başlıyor demektir.

Derin devlet operasyonuna bir örnek verebilir misiniz?

90’lı yıllarda PKK ile İnsan Hakları Dernekleri (İHD) ilişkili
bulunuyordu. Bunun önüne geçilmesi için stratejik karar alınmıştı.
Emniyet, MİT ve bürokrasi İHD’lerin raporlarındaki yanlış ve çelişkili
tarafları raporlaştırıp kamuoyuna sunarak, inandırıcılıklarını
zedelemeye çalıştı. Ancak İHD’lerin uluslar arası alanda Kürtlere
ilişkin hak ihlallerini konu alan çalışmaları, yine de itibar görüyordu.
Bu sefer konuyu derin devlete havale ettiler.

Derin devlet nerde örgütleniyor peki?

Öncelikli olarak derin devletin, devletin emrinde olduğunu
söylemek gerekir. Bu yapının ana kumanda odası Seferberlik Tetkik
Kurulu’ndadır. Bu yapı, genelde sivillerden oluşan hücre tipi
yapılardır. Her hücrenin başında asker kişiler vardır. Sivil unsurlar,
genelde askere gittiğinde devşirilen kişilerden oluşur. Bu kişiler,
günlük hayatta yine mesleğini devam ettiriyor, ancak o hücrenin uyanması
istenildiğinde harekete geçiyorlar.

Sefeberlik Tetkik Kurulu Genelkurmay’a bağlı ise, Demirel’in “Derin devlet askerdir” lafı yerine oturuyor galiba?

O anlamda, Demirel’in, “Derin Devlet askerdir” sözü doğru.

Peki Genelkurmay başkanının haberi dahilinde mi yapılıyor operasyonlar?

Genelkurmay başkanından habersiz yapılıyor bu işler. Seferberlik
Tetkik Kurulu tarafından örgütlenmiş bu yapıda, her hücrenin başında bir
asker kişi var. Bu yapıdan sorumlu kişi, özel kuvvetlerden sorumlu
kişi. Ancak yapılan eylemler resmî bir yazı ve onayla yapılmıyor. Hukuk
dışında iş yapıldığı için de bürokratik devletle derin devlet
ilişkilendirilmek istenmiyor. Bu da yukarıdaki kişiyi sorumluluktan
kurtarıyor. Ancak yukarıdaki kişi bir yerde bomba patladığında, “Bunu
bizim çocuklar yapmıştır” diyor, ama hangi çocuklar, ne zaman ve niçin
yaptığını birebir dosyalar üzerinden bilmiyor.

Gene dokunulamaz bir şeye dönüşüyor

söyledikleriniz?

Bu doğrudan altınızdaki subayın emir alarak yaptığı operasyonlar
değil. Meselâ demin bahsettiğim gibi, İnsan Hakları Derneklerine karşı
mücadelesiz kalınınca Genelkurmay Başkanlığı gereğinin yapılması
konusunda Seferberlik Tetkik Kuruluna mesaj iletilir. Bundan sonra her
hücre kendine düşen görevi yerine getirir. Güneydoğu’daki faili meçhul
cinayetlere baktığımızda öldürülen insanlar İnsan Hakları Derneklerine
yakın, HEP’de çalışan aktif insanlar ya da PKK’ya yakın gazetecilerdir.

Derin devletin cemaatlere yönelik işlediği

cinayetler var mı?

İsmailağa Cemaati’nde işlenen cinayet üzerinde bu tür tartışmalar
var. Bunun yanında cemaat liderlerine yönelik suikast girişimleri
olduğunu biliyoruz. Ancak bürokrasi içinde cemaatlere yönelik sempati
olduğu için, bunlar kolaylıkla işlenemiyor. Bunun yanında cemaatler,
şiddet üzerinden hareket eden yapılar olmadığından, derin devletin
cemaatlerle mücadelesi de farklılaşıyor. Ergenekon sürecinde 25 bin
kişiden oluşan listeler hazırlanması bu operasyonların alt yapısını
oluşturuyordu. 98’deki süreci hatırlarsanız, ortaya çıkan kasetler,
cemaatler içinden çıkan insanların itirafçı gibi açıklamalar yapması,
Aczimendiler bu operasyonun bir parçasıydı. Cemaatlerin kimlik olarak
çökertilmesi ve bürokrasinin dindar bürokratlardan temizlenmesi
isteniyordu. Ancak beklenmedik bir şekilde, AKP’nin tek başına iktidara
gelmesi oyunu bozdu. Eğer 28 Şubat süreci 2005’e kadar devam etseydi,
dindar bürokratlar temizleneceklerdi.

Anladığım kadarıyla, zaten derin devletin dindarlara ve cemaatlere yönelik operasyonu AKP’den önce başlamış…


H. HÜSEYİN KEMAL

hhkemal@yeniasya.com.tr





07.12.2010



"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

2

07.12.2010, 13:58

Evet. Derin devlet, AKP’den kurtulmadan dindar bürokrasiden
kurtulamayacağı sonucuna varınca, bu sefer de AKP’ye karşı darbe
planları gündeme gelmeye başladı. AKP de dindar bürokratsız iş
yapamayacağını anladı. Ve böylelikle dindar bürokratlarla AKP bir
noktada birleşti. Bu derin devlet tarafından operasyona maruz kalmış
aktörlerin bir araya gelmesiydi. Belki derin devlet, AKP ile dindar
bürokratlar üzerinde bir pazarlık yapmış da olabilir.

İlginç bir iddia!

“Biz size dokunmayalım, bizim sorunumuz cemaatlerle. Ama siz de
bizim önümüzü açın cemaatleri temizleyelim” diye pazarlık yapılmış
mıdır? İnsanların sorması gerekir.

Böyle bir pazarlığı hissetmiş olmalısınız…

Bu tür süreçler yaşandı. AKP’de de gelgitler yaşandı, zaman zaman
yalpalamalar oldu. Cemil Çiçek’in Ahmet Hakan’a, “Bu cemaatler de fazla
oluyor, artık devlete zarar vermeye başladılar” anlamındaki açıklaması
oldu. Yoksa bu bir pazarlığın sonucu muydu? diye sormak lâzım. Ancak AKP
şunu fark etti ki, “dindar bürokratsız AKP olmaz”. Ancak dindar
bürokratların kendini hâlâ güvende hissettiği söylenemez.

AKP ile dindar bürokratlar arasında ciddi bir

çatışma yaşandı mı?

Zaman zaman yaşanmış olabilir, ancak bu bir blog şeklinde olmadı.
Dindar bürokratlar hâlâ kendilerine karşı bir operasyon yapıldığını
düşünüyorlar. AKP ile olan bu metezori evliliğin ne kadar gönüllü, ne
kadar zorunlu olduğu henüz bilinmiyor.

Bu birliktelikte kırılma yaşanabilir mi?

Birinci olarak bu algılanan tehdidin büyüklüğüyle ilişkili.
İkincisi taraflardan birinin kibri öne çıkarsa bu kırılma olabilir.
“Ülkeyi ben yönetiyorum” vurgusu öne çıkarsa olabilir.

Bir de menfaatler açısından bir tezatlık olursa yarılma olabilir.
Bu birlikteliği test etmenin yolu alternatif siyasi oluşumun ortaya
çıkması.

“AKP ne yaparsa yapsın dindarlar onu destekler” eleştirisini haklı buluyor musunuz?

Farklı siyasi görüşteki partiler dindarları AKP’den koparmak
istiyorlarsa dindarların korkularına cevap vermek durumundalar. Tıpkı
AKP’nin referandumda “hayır” diyen yüzde 42’lik kesime yanıt bulması
gerektiği gibi... Dindarlarla AKP arasındaki ilişki gönüllü bir aşk
ilişkisi değil. Bu mahalleye giren çeteye karşı mahallelinin
dayanışması.

Bunca süreçten sonra derin devletin dindara

bakışı hiç değişmedi mi?

Derin devlet operasyonlar yaparken, kendisinin de dindar
bürokratlar tarafından izlendiğini ve hukuksuz eylemlerinin kayıt altına
alındığını fark etti. Bu nedenle, kendini daha da derinlere çekme
ihtiyacı hissetti. Kozmik Oda’ya girildikten sonra bir çok belge imha
edilerek yeni bir yapılanmaya doğru yöneldi. Ama hedefleri ve felsefesi
açısında bir değişiklik olduğu söylenemez.

Seferberlik Tetkik Kurulu’ndaki Kozmik Oda’dan medyada uyandırılan hisse karşı gelecek belgeler çıkmadı ?

Kozmik Oda sivil unsurların kayıtlarının tutulduğu yer ve Balyoz
belgelerinin buradan çıkarıldığı söyleniyor. Bu belgelerinde hücre
yapılanmasına alınan yurdum insanı tarafından sızdırıldığı düşünülüyor.
Onun için de derin devlet hücre yapılanması içinde temizlik yapıyor.
Yeni yapılanmada asker çocuklarının kullanılması düşünülüyor.

Ergenekon sürecinin ortaya çıkmasında AKP ile derin devletin
dindar bürokratlar üzerinden yaptığı pazarlığın bir etkisi olabilir mi?


Dindar bürokratlar derin devletin kendilerine yönelik temizlik
operasyonunu sezince, kirpi gibi savunma pozisyonuna geçtiler. Eskiden
olsa, bırakıp kaçarlardı. Ancak derin devlet kendilerine artık
dokunamıyor, dikenleri eline batıyor. Onun için de dindar bürokratlara
karşı darbe gibi daha ezici yöntemler düşünüyor. Bir taraftan da
askeriyenin, emniyetin, MİT’in, AKP’nin içinde dindar bürokratlara yakın
isimler var. Hatta Seferberlik Tetkik Kurulu’nun içinde bile yakın
isimler var. İşte kendine saldırı hisseden dindar bürokrasi bir savunma
mücadelesine geçti. Ya dindar bürokratlar temizlenecekti, ya da bu
insanlar mahkeme huzuruna çıkarılacaktı. Ergenekon bu mücadele sonucu
ortaya çıktı.

Asıl mücadele aşağılarda gibi görünüyor…

AKP ve asker çatışıyor ya da öyle anlaşıyor gibi görünse de, asıl
savaş aşağıda yaşanıyor. Bunlar, zaman zaman aşağıdaki çatışmanın
aktörleri, zaman zaman karşıtları oluyorlar. Aşağıdaki savaş yukarıyı
tehdit ettiği sürece, bunlar birbirleriyle oturuyorlar veya tercih
kullanıyorlar.

Buradan baktığınızda Dolmabahçe görüşmesini nasıl okudunuz?

27 Nisan Muhtırasını Büyükanıt vermedi. Bir Genelkurmay Başkanı
olarak da “Alttakiler muhtıra verdi” diyemezdi. Onun için ben,
Dolmabahçe’yi uzlaşma görüşmesi olarak görüyorum. Zaten bu görüşmeden
sonra Ulusalcılar Büyükanıt’tan nefret etmeye başladılar.

“Kozmik Oda’ya biz istemeseydik girilemezdi” dedi Başbuğ.
Derin yapılanmaların izinin bulunduğu bu yere girilmesi bir pazarlığın
sonucu muydu?


Biliyorsunuz, Kozmik Oda’ya giriş o kadar kolay olmadı. Savcı,
hakim girmeye çalıştı, giremedi. Sonunda savcı tarafından kapılar
mühürlendi. Genelkurmay Başkanı direnmek istedi. Ancak Bülent Arınç’a
suikast iddiları söz konusu olunca, Başbakan bizzat kesin talimatla
“odaya girilecek” diye emir verdi. Böylelikle Kozmik Oda’nın kapılarını
Genelkurmay açmak zorunda kaldı.

Kozmik Oda’dan elde edilen bilgilerle başka bir dava süreci başlayabilir mi?

Kozmik Oda’ya, bildiğiniz gibi, sadece hakim girebildi. Ancak
odadan belge çıkarmanız yasak, sadece tutanak tutabilirsiniz. Tutanağın
ise hukukî bir değeri yok. Bir dâvâ açtığınızda ise, istinat ettiğiniz
belgeyi tekrar orada bulmanız imkânsız olabilir.–Kozmik Oda’daki
belgelerin imha edildiği iddiaları var–Veya hakimin ön yargılarıyla
hareket ettiği iddia edilebilir. Anladığım kadarıyla da hakim yaş
tahtaya basmak istemiyor.

Siz Ergenekon süreciyle ortaya çıkarılan bazı

yapılanmalardan sonra, yeni bir derin devlet yapılanmasına
doğru gidildiğini söylüyorsunuz. Bu yeni yapılanma nasıl
engellenebilir?


Öncelikli olarak, bu derin devlet yapılanmasına olan felsefî
inançla ilgili. Onun dışında, ordu harcamalarının parlamenter denetime
tâbi tutmanız gerekir. Ne kadar para, nereye harcanıyor, bunu
bilmelisiniz. Örtülü ödeneğin bürokrasiye verilen kısmının kullanımı iyi
kontrol edilmeli. Bildiğiniz gibi, Şener Eruygur örtülü ödenekten
aldığı paraları karşılığı olmayan şeylere vermiş. Onun yanında, Askerî
Yargı konusunda ciddi reformlar yapılması gerekir.

Hükümetin bu ciddi reformları yapmaya gücü yok mu?

Parlamenter gücünüz olabilir, ancak bazen hayat size bunu yapma
gücü vermeyebilir. Parlamentodan yasa çıkarabilirsiniz, ancak bunu
uygulayamayabilirsiniz. Bunlar için olumlu konjönktür olması gerekir.
Hükümetin bu konjönktürü oluşturacak AB sürecini yavaşlatması bu
tartışmaları beraberinde getiriyor.
H. HÜSEYİN KEMAL

hhkemal@yeniasya.com.tr





07.12.2010

"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

3

07.12.2010, 16:33

Beyefendinin söylediklerini iyi takip ettiyseniz, kitap yazdığı konuda "medya dedikoduları"ndan başka bir bilgisinin olmadığını görürsünüz. Cemaat kavramını Alem-i İslam'ın gündemine taşıyan Said Nursi ise-ki öyle- onun bu kavrama yüklediği manalar üzerinden bir cemaat veya Nurcu tanımı yapmak daha hakkaniyetli olurdu. Fakat söyleşi yapilan beyefendi "cemaat mensubu dindar bürokratların derin devletle mücadelesi" diye birşeyler söylüyor. Bu 'tesbit'in, devlet gücünü ele gecirme manasını göz ardı ettiren tek yanı "cemaat mensubu dindar bürokrat" sıfatıdır. bu güne kadar gözler önünde gerçekleştiği halde yalanlanan bir olgunun değişik şekilde ifade edilmesidir. Buna daha açık bir Türkçe ile, din adına güç kavgasının içinde olmak diyebiliriz . Veya dini, karşı taraftaki insanı koltuğundan etmek gibi basit bir manaya indirgemek te diyebiliriz. Ben, sizin, söyleşi yaptığınız kişiyi sorularınızla daldığı uykudan uyandırmanızı beklerdim. Biz, Türkiyedeki topluma, dinin böyle birşey olmadığını, inhisar altına alınamaz saf tertemiz hakikatleri ders veren bir mesaj olduğunu ifade etme iddiasında bir Yeni Asya arzuluyoruz.
Hem beyefendi kitabını "Dün Kürtler Bugün Cemaat" olarak isimlendirmiş. Bunun hangi kitaba nazire olduğunu anlamak sizin gibi bir gazeteci için zor olmasa gerek.

Tabiiki Hanefi Avcının kitabından bahsediyorum. Sahi ne oldu o adama? Daha düne kadar devletin demokratik yüzünü temsil etmiyormuydu? Çetelerle mücadele eden, derin ilişkileri sorgulayan bi istihbaratçı değilmiydi? Bir kitap yazdı ve başına gelenlere biz de şaştık... Ona olanlar, sizce, bir gazeteciyi ilgilendirmiyormu?

4

19.12.2010, 13:19

Allah zalimlere ve fitnelere ve Münafıklara fırsat ve aman vermesin inşaallah ..
Hanefi Avcı 2 li oynuyarak kendini gizmeye çalıştı ama burun üstü çakıldı....
Türkiye değişti eskinin silik ve ezik Türkiyesi yok ..Generaller, bile Hesaba çekiliyorsa Hanefilerde elbette çekilecektir....
Türkiye de Başbakana Hükümete Polisime güvenim tamdır....
en acilinden TSK ve YARGI derhal yeniden Düzenlenmelidir...
Ergenekon,JİTEM, BALYOZCU rütbeliler, Hainler bunların HESABA çekiliyor olabilmesi Türkiyenin NEREYE GELDİĞİNİN en büyük göstergesidir...

Bu konuyu değerlendir