Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

01.12.2010, 08:15

Bediüzzaman’ın fikrî cephesi ve hedefleri

Sami CEBECİ

:risaleokumak: :yeniasya: Asya Nur Kültür Merkezi’nin bu haftaki konuğu İslâm Yaşar Beydi. “Bediüzzaman Beşlemesi” adıyla Üstadın hayatını roman hâline getiren ve kırk civarındaki hacimli eserleriyle, ülkedeki yazarlar içinde haklı ve önemli bir yere sahip olan İslâm Bey, bir buçuk saat boyunca bir kitaba ancak sığabilecek konusunu özetleyiverdi.

Bediüzzaman, daha çocukluk yıllarındayken fikrî cephesinin alt yapısı oluşmaya başlamıştı. Annesi ona hamileyken abdestsiz yere basmıyor, doğduğu zaman da onu abdestsiz emzirmiyordu. Babası ise, haram lokma yenmesin diye hayvanlarının ağzını uzak tarlalardan getirirken bağlıyordu. Küçük Said, gece kelebekleri lâmbanın ateşinde yanmasın diye babasından bir kafes örmesini istediğinde bu istek kırılmıyor ve örülen kafesle kelebekler ateşte yanmaktan kurtuluyordu. Bu fikir daha sonraki yıllarda, insanların cehennem ateşinde yanmaması için Risâle-i Nur Eserleri şeklinde ortaya çıkacak, âdetâ tahkikî imandan örülen mânevî bir kafes ile nice insanların ateşte yanması engellenecektir.
Çok hareketli bir hayat yaşayan Bediüzzaman’ın büyük hedefleri vardı. “Şu Akdamar Adasında on yıl kalsam ve elli adam yetiştirsem, onlarla İslâm’ı dünyaya hâkim kılarım” diyordu. Onun için Van Kalesinin eteğindeki düzlükte bulunan Horhor Medresesinde adam yetiştirmeye başlamıştı. Ama, onların eğitimi için Kur’ân-ı Kerim’i çağın anlayışına göre izah eden altmış ciltlik bir tefsir yazılmalıydı. Bu maksatla İşârâtü’l-İ’câz tefsirini yazmaya başladı. Fakat bir cildini yazabildi. Diğer bir hedefi, Doğu vilâyetlerinin en büyük ihtiyacı olan ve fen ilimleriyle din ilimlerinin birlikte okutulduğu ve adının “Medresetü’z-Zehrâ” olmasını istediği bir İslâm Üniversitesi’ni devlet eliyle kurdurmak idi. Fakat, 1914 yılında patlak veren 1. Cihan Savaşı ve esaret yılları sebebiyle bu hedef de yarım kaldı.
Şeyh Said İsyanı bahanesiyle Batı Anadolu’ya sürülen Bediüzzaman, bu hedeflerinden hiç vazgeçmedi. Akdamar Adası yerine, dokuz seneye yakın kaldığı Barla’da yetiştirdiği elli-altmış talebesiyle bir iman ordusu kurdu. Bu çekirdek kadro zamanla çoğalarak dünyanın yedi kıt'ası ve iki yüze yakın ülkesinde hizmet vermeye başladı. Yeni Said döneminde gerçi altmış ciltlik bir tefsir yazmadı. Fakat, insanlığın en çok muhtaç olduğu iman derslerini içine alan Nur Risâlelerini telif etti. Din ilimleriyle fen ilimlerinin birlikte okutulacağı Medresetü’z-Zehrâ isimli İslâm Üniversitesinin devlet eliyle kurulması gerçekleşmedi. Lâkin, bütün bir ülke açık bir üniversite hükmünde olarak, Risâle-i Nurların okunduğu her ev, her dershane o üniversitenin şubeleri hâline geldi. O üniversite projesi de, bir gün devlet eliyle İnşâallah gerçekleşecek ve inşâ edilecektir.
Üçüncü Said dönemi olan 1950-1960 yılları arasında da Bediüzzaman’ın üç büyük gayesi vardı. Bunun birincisi, on sekiz yıl kanun zoruyla susturulan Ezan-ı Muhammedî’yi (asm) aslıyla okutulmasını sağlamaktı. Merhum Adnan Menderes bu isteğe müsbet cevap verdi. Başbakanlık makamını ve hükümeti riske atarak, meclisten ilk kanun olarak Ezan maddesini çıkarıp aslıyla okunmasını sağladı. Böylece, bu milletin Müslüman olduğu ve ebediyete kadar Müslüman kalacağı resmen tescil edildi. İkinci hedefi, Risâle-i Nurların devlet eliyle basılmasını temin etmekti. Bununla devletin mânevî kimliğinin de Müslüman olduğu temin edilecekti. Merhum Menderes bunu da kabul etti ve Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki’ye kesin talimat verdiği halde, başka engellerle bu gerçekleşmedi. Halbuki, devlet eliyle Risâle-i Nurların basılması, doğru İslâmiyetin öğretilmesine ve dosdoğru yaşanmasına vesile olacak ve radikal İslâm gibi sair yanlışların önü alınacaktı. Ama olmadı ve yaptırmadılar. Devlet resmen bu vazifeyi yerine getirmeyince Nur Talebeleri devreye girdi. Ağır baskılar ve yokluklar içinde basılmaya başlayan Nur Risâleleri, on yayınevinden daha fazlasıyla basılmaya devam ediyor. Kur’ân’dan sonra en çok satılan ve okunan kitaplar listesinin en başında yer alıyor.
Üçüncü büyük hedefi, İstanbul fethinin sembolü olarak kiliseden camiye dönüştürülen Ayasofya’nın açılmasını ve müze olmaktan çıkarılıp tekrar ibadethane olmasını temin etmekti. Demokrat Partililere ezanı ilân etmekle on defa kuvvet kazandıkları gibi, Ayasofya’nın açılmasıyla da yirmi defa daha fazla kuvvet kazanacaklarını haber veriyordu. Vefatından az bir zaman önce bu maksat için Ankara’ya gelmiş, fakat Gölbaşı ilçesinden bu tarafa geçememişti. Halbuki, Ayasofya’nın devlet eliyle cami haline getirilmesi çok önemliydi. Zaten millet öyle olmasını istiyordu. Devlet de bu isteği gerçekleştirseydi, millet ve devlet olarak Müslüman kimliğimizi bütün dünyaya ilân etmeye vesile olacaktı. İnşâallah bu çok önemli hedef de bir gün gerçekleşecek ve cesur demokratlar milletten bol duâ alacaklardır.
Seminer bittiğinde, Pursaklar ilçesinden ve çevre semtlerden gelen gönül dostları, fikir yoğunluğu ve derinliğinden fevkalâde memnun olmuşlardı.

01.12.2010

Bu konuyu değerlendir