Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

26.11.2010, 16:16

Hayat ve ölüm!

Hayat ve ölüm!


Türkiye'nin bir asra dayanan, ardı arkası kesilmeyen, her biri başlı başına bir buhran olan meselelerini yazmaktan da konuşmaktan da yoruldum.




Bu mânâsız, âhiret nokta-i nazarından bir şey ifâde etmeyen abeslerden cidden usandım. Bugün bir nebze ruhumun dâvetine kulak vermek geldi içimden, hâtıraların müphem iklimine kanat çırpmak istiyorum...

Babamın muhayilemde resmi geçit yapan en genç çehresi ellili yaşlarına ait. Çünkü on bir kardeşin sondan ikincisi olmak, babamı daha genç iken tanıma imkânı vermemişti. Halîm selimdi, çalışkandı; bitip tükenmeyen bir gayrete sahipti. Mümkün olsa bütün vaktini tarlalarında, bağ ve bahçelerinde çalışarak geçirmek isterdi. Çalışmanın dışında hayatının tek vazgeçilmezi, uzun uzadıya, huşû içinde kıldığı beş vakit namazıydı.

Hayata sımsıkı bağlıydı... Bitki ve hayvanlara karşı Süleyman gibiydi; konuşurdu onlarla, okşardı. Ektiklerine zarar veren hayvanlara bile çoğu zaman kıyamazdı. Buldozer gibi bostanına giren yaşlı ve iri kaplumbağalara yaptığı tek şey, onları uzun zaman bir daha gelemeyecekleri bir kırlığa götürüp bırakmaktan ibaretti. Çok zarar vermişlerini bâzen ters çevirir, bir müddet dönmek için gösterdikleri gayreti seyreder, sonra dayanamayıp yine kendisi çevirirdi.

Seksen beşinde yüz dönümlük bir tarlasını yalnız başına taştan duvarla çevirmeye kalkıştığında evde küçük bir kıyamet kopmuştu, "Yapamazsın, o senin işin değil!" diye... Gülüp geçmişti, ihtiyarladığına inanmıyordu; yüz elli yıl rahat rahat yaşayacağına inanmıştı. İki yıl zarfında o koca tarlanın etrafını insan boyunu aşan kalın, taş bir duvarla çevirmeye muvaffak oldu.

Duvarı yaparken sık sık balyozla iri taşları kırmak zorunda kalırdı. İki kilometre mesafede, çoğu akrabalarının yaşadığı mezraya balyozunun sesi rahat ulaşıyordu. Mezradaki akrabaları tembeldiler, emsâlleri de çoktan ölüp gitmişti. Balyoz sallamaktan keyif aldığı vakitlerde ölü akrabalarına seslenirdi:

"Amcazadeler, balyoz sesini duyuyorsunuz, değil mi? Tembelliğinizle işe yaramayınca hayatı çabuk küstürdünüz. Bakınız burası Mergek Merası ve ben delikanlılar gibi balyoz sallıyorum!" deyip keyiflenirdi.

Sabırlı ve merhametli idi... Ter dökerek kazandıkları köylünün zaman zaman kıskançlığını çeker ve emeğine zarar verirlerdi. Kâh bir gece vakti bağlarını kökünden keser, kâh hayvanlarının kışlık yemini yakarlardı. Üzülürdü ama kızmazdı; beddua etmezdi. Beddua edenlere, "Allah ıslah etsin, diye dua ediniz ki zararlarından kurtulasınız!" diye nasihat ederdi.

Vesselâm güzel bir insandı babam...

Seksen yedi yaşının keyfini bir delikanlı gibi yaşadığı bir sonbahar günü, tarlasından eve dönmezden önce biraz üzüm, armut toplamak ister. Çünkü altmış yıl birlikte yaşadığı eşi dört beş yıldan beri romatizma ve kireçlenme sebebi ile tarlalara gidememektedir. Akşamları mendilinde behemahâl ona bir şeyler getirmeyi alışkanlık haline getirmişti.

Asmanın biri genç bir meşe ağacının tepesine kadar tırmanmış ve bal rengi salkımlarla şuh bir dâvet kesilmiştir. Düşünmeden tırmanmaya başlar... Ama bir gün önce yağan yağmurun ıslaklığı henüz kurumamış, bastığı her dal sabun gibi kaygandır. Ayağı kayar ve düşer.

Bir daha tırmanıp kâfi miktarda üzüm toplayıp evin yolunu tutar...

Üç ay sonra aniden Malatya hastanesine iç kanama sebebi ile götürülürken telefon açtığımda ilk kelimesi, "Bu son artık evlat, gidiyorum" oldu. Me'yustu, öleceğini hissetmişti. Öyle de oldu... Yüz elli yıllık hedef yarıda kalmış, hayat dolu seksen yedisindeki bu genç insan üç aylık bir hastalığın ardından ölmüştü. Annem son on yılı onsuz yaşadı, onsuz yaşıyoruz.

Mezârı sarp bir dağın dibinde, bir derenin ağzında... Kışın dehşetli fırtınaları, yazın elli dereceyi bulan sıcaklığı umurunda mı, bilmiyorum. Ama ben babamı özledim ve bu fâni dünyanın abeslerinden yoruldum. Madem ki bu hayatın sonu ölümdür, madem ki ölmekten kurtulmanın yolu yoktur, madem ki ömrün uzunluğu kısalığı bir şey ifâde etmiyor; o zaman bu bir yığın abes ve cedelleşme niye?..

"Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme" diyen Bediüzzaman ne kadar haklı...
Ümirvâr olunuz: şu istikbal inkilâbı içinde en yüksek gür sadâ islâmın sadâsı olacaktır

:thumbsup:

2

26.11.2010, 20:41

Hayvanların yaptığı ziyana o kadar kızılmaz, zira şuursuzlar, sen de önlemini almamış olabilirsin, veya alsan da bir şekilde olur.... Ama hased insanların yaptığı, müslümanım diyenin yaptığı, savaşta karşı tarafa bile yapılmayacak, bitkileri talan etme işi beni üzüyor. Benzer şeyleri iş arkadaşlarımdan da duydum. Apartmanın ortak bahçesine yapılanları çekemeyenler, kökünden kesenler, bozanlar... Niye biz insanların böyle canî ve canavar bir ruhu var. Kavun karpuz gibi birşey olsa kessen yesen, helal olsun der geçersin ama öldürmek niye. Fırsat olsa, cezası olmasa, çok daha insan birbirini bir kaşık su için öldürecek demek ki... O insana yapamadığını, malına, hasadına yapıyor, hiç yapamazsa kötü konuşuyor....

Radyoda Hz. Peygamber'in a.s.m. hilmi ve yumuşak huyluluğu, affediciliği, insanlara nasıl hüsn davrandığı ile ilgili güzel bir program dinlemiştim, o kadar hoşuma gitmişti ki nasıl bitti anlayamadım. Dedim oğlan evladım olursa koymak istediğim isimlerden birisi Halim olsun...

İnsanlara yumuşak muamele etmeye, kızmamaya, birşey istediklerinde yardımcı olmaya çalışıyorum, ama aşamadığım çok şey var.

Ama dedenin üzüm de olsa, mutlaka elinde birşeyle gidip gönlünü hoş etme, sevdiğini belli etme huyunu sevdim, Allah rahmet eylesin ona... Ben de eşime öyle davranmak isterim, ufak şeylerle de olsa sürekli gönlünü almak, sevildiğini hatırlatmak. Ne kadar güzel.

Zaten Hz. Peygamberin a.s.m., yapın diye yaşayarak gösterdiği hasletlerden güzel olmayan var mı...

Kızmak, affetmek, vermek, elinde tutmak, iki uçlu şeyler.... İnsan bazen dengeyi nasıl tutturacağını bilemiyor...
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

Bu konuyu değerlendir