Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

14.10.2010, 15:39

Örtünme baskısı mı?

Kazım GÜLEÇYÜZ



Örtünme baskısı mı?
















Sanki üniversitelerdeki başörtüsü yasağı kalkmış gibi, şimdi de “Örtünme baskısı nasıl önlenebilir?” tartışmaları başladı.

Oysa YÖK’ün sadece bir üniversiteye, şapkalı bir öğrenci için
gönderdiği yazı sonrasında diğer üniversitelerdeki uygulama epeyce
karışık.

Bir kısmında, söz konusu yazıdan çok önce, rektörlerin
inisiyatifiyle serbestliğe geçildiği ve başörtülülerin derslere alındığı
ifade edilirken...

Bazılarında, yazı sonrası rektörlerin kampüs girişlerindeki
yasağı kaldırdıkları, ama kimi öğretim üyelerinin başörtülü öğrencileri
derslere almamaktaki ısrarlarını sürdürdüğü belirtiliyor.

Bu durumun ortaya çıkaracağı kaos ve kargaşa, öteden beri yasakla
üniversitelere düzen ve “huzur” geldiğini iddia edenlerce, “Bakın, biz
haklı çıktık” deme fırsatı olarak kullanılabilir.

“Sınıftan çıkarmayın, tutanak düzenleyin” yazısının öğretim
üyeleri, dekan ve rektörler cenahında meydana getirdiği rahatsızlık da
cabası.

Velhasıl, partiler kendi aralarında lâf yarıştırıp birbirlerini
samimiyet sınavından geçirmeye devam ededursunlar, görünen o ki, bizi
yine provokasyonlara açık sıkıntılı bir süreç bekliyor.

Hal böyle iken, toplum genelinde hiçbir zaman söz konusu olmayan
ve münferit örneklerin ötesine geçmeyen “örtünme baskısı”na karşı ne
gibi tedbirlerin alınacağının hararetli tartışmalara konu edilmesi başlı
başına bir garabet.

Aynı şekilde, yasak mağduru bazı başörtülülerin, böyle bir
“problem”in varlığını peşinen kabul ederek, ‘açık”lara, “Biz başörtüsü
yasağına nasıl direndiysek örtmeyenler de öyle direnecekler, başka yolu
yok” diye yol göstermeleri de.

Bir tarafta, fiilî ve yakıcı bir gerçek olarak insanları mağdur
etmeye devam eden başörtüsü yasağı; diğer tarafta, böyle bir ortamda
hiçbir reel temele dayanmayan hayalî, mevhum, farazî bir “örtünme
baskısı”na karşı seslendirilen tavsiyeler. Aralarında en ufak bir
benzerlik yokken.

Burada da iş “mahalle baskısı”na götürülmek isteniyor ve
“Çoğunluğun örtülü olduğu bir ortamda örtmeyenler kendilerini baskı
altında hissedecekler” deniyor. Eğer söz konusu çoğunluk kendi hür
tercihiyle tesettürü seçtiyse, örtmemeyi tercih edenlerin kendilerini
yalnızlık psikolojisiyle baskı altında hissetmeleri bir yere kadar
anlaşılabilir belki, ama bunun çaresi ne?

Tesettürlü çoğunluğun sağduyulu, müşfik ve kucaklayıcı tavrından başka bir çözüm var mı?

Ki, bizim toplumumuzda o sağduyu, şefkat, hoşgörü ve kucaklayıcılık, fazlasıyla mevcut.

Aynı ailede bile tesettüre tam riayet edenlerle, yeterince
yapamayanların, birbirleriyle ilişkilerinde bu konuyu hiçbir şekilde
sorun haline getirmeden ahenkli bir birlikteliği geniş ölçüde
yaşadıkları bir vâkıa değil mi? Bu ahenk komşuluk ve arkadaşlık
ilişkilerinde de geçerli değil mi?

Toplumun kendi içinde gayet tatlı bir şekilde çözdüğü konuları,
saçma sapan ve saptırıcı yorumlarla kronik sorunlar haline getirmek
niye?

Tabiî, burada şu nokta da çok önemli:

Siyasî iktidarın ileri gelenlerinin, 12 Eylül ürünü başörtüsü
meselesi bir-iki istisna dışında hemen hemen çözüme bağlanmışken,
“Rektörler başörtülülere selâm duracak” çıkışıyla bu konudaki
hassasiyetleri provoke eden bir gelenekten geliyor olmaları;
Cumhurbaşkanı ve Başbakan başta olmak üzere bakan, milletvekili ve
bürokrat eşlerinin çoğunun başörtülü olması, bir kesimdeki tedirginliği
arttıran faktörlerden biri.

Başbakanın “Yedi-sekiz sene öncesine kadar yoktu” diye yakındığı
“kamusal alan” uydurmasının bu iktidar başa geldikten sonra icad edilmiş
olması da aynı tesbiti teyid eden bir örnek.

Hiçbir reel dayanağı bulunmayan “Zorla örttürecekler” korkusunun dayanağı işte bu nokta.

İktidar partisi bu kabil endişeleri dağıtmak için mi, “Bodrum’da
AKP’ye mini etekli katılım” gibi haberlerle yansıtılan “açılım”lara
yöneliyor?

Ama o da başka bir savrulmayı ifade ediyor.

Üstelik başörtüsü yasağı devam ederken...

14.10.2010


http://img.haberler.com/gazete/yeniasya-gazetesi/bugun.jpg
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

2

14.10.2010, 22:29

Küstahlık had safhada vallahi.Bunca yıldır kardeşlerimiz başörtüsü taktıkları için eğitim haklarından mahrum edildiler.Şimdi özgürlükler yolunda bir adım atılmaya çalışılıyor bunlar da hemen kuyruklarına basılmış gibi bağırıyorlar yok mahalle baskısı yok cart curt.Edep yahu sizin başörtüsüne karşı olmanızın tek sebebi din düşmanı olmanızdır.Yoksa kim size zorla başörtüsü taktıracak ne haliniz varsa görün canınız cehenneme.

Bu konuyu değerlendir