Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

09.03.2010, 08:52

28 Şubat'tan sonra sıkıntılar daha da arttı

28 ŞUBAT’TAN SONRA SIKINTILAR DAHA DA ARTTI


Geri adım atmadığımı görüyorlardı. Aleyhimde yazılan raporlarda, "Kendi
başını açmamasıyla birlikte, o ortamda bulunmasıyla öğrencilerin de
başını açmasına engel oluyor. Bu yüzden bir an önce uzaklaştırılması
lâzım" diye yazılıp görevden uzaklaştırıldığımı öğrendim.

—DÜNDEN DEVAM—

Öğrencilerle aranız nasıldı?

Iğdır Lisesi, çok kozmopolit bir liseydi. Etnik yapıdan da
Aleviler, Kürtler, Terekemleler var. Öğrenciler arasında resmî zevatın
çocukları da vardı. İnsan kendini çok da rahat hissetmiyor açıkçası.
”Korkma Allah bizimledir” âyetini zihnimde tutmaya çalışıyordum.
Öğrencilerle problemim yoktu. Ben yeni mezun olmuştum yaşım gençti,
öğrenciler de geç yaşta liseyi okuyorlardı. Dolayısıyla yaşlarımız çok
yakındı. Okulda öğrencilerden hiç tepki almadım. Ama çocuklar
hayatlarında ilk defa başörtülü bir öğretmen görüyorlardı. Daha fazla
saygı gösteriyorlardı. Açık saçık giyen öğretmenlere karşı farklı
şeyler düşünüyorlardı. Bunları duyuyorduk. Bize büyüğü gibi
davranıyorlardı. Bu hoş bir şey.

Öğretmen arkadaşlar arasında da anormallik yoktu. Komutanın
eşi olan bir öğretmen bayan vardı. Bayağı da modern giyiniyordu. Onunla
bile hiçbir problem yaşamadık.

Daha sonra tayin istedim, Balıkesir İmam Hatibe geldim.
Balıkesir’de başörtülü öğretmenler ve öğrenciler vardı. Başörtüsü
sorunu yoktu. Orada göreve başladım. Balıkesir’e geldiğim ilk
zamanlarda öğretmenler gününden önce beni çağırdılar. “En genç öğretmen
sensin konuşmayı sen yapacaksın” dediler. Benim için çok anlamlaydı.
Daha önce törenlerde okunan İstiklâl Marşı’nın bana çok tesir ettiğini
söylemiştim. Artık “Galiba biz hür olduk” düşüncesiyle okuyordum
marşları.

1997’ye gelindiğinde yavaş yavaş üniversitelerde sıkıntılar
olmaya başladı. Bize de yansıyacağı söylendi. Ama biz okulda bir
sıkıntı yaşamıyorduk. Okul müdürü bizi kızı olarak görüyordu. “Ben
kızlarımı coplatmayacağım” diyordu. O dönemde çok acı şeyler yaşandı.
Genç kızlar yerde sürünüp coplandı. Hiç hoş şeyler değildi. Bu insanlar
bir yere bomba atmamış, birinin canına kıymamış. Sadece okuyacağım veya
çalışacağım demiş.

Yasak Balıkesir’e geldiğinde insanlar başlarını hemen açtılar.
Çok enteresan bir şeydi. 4 kişi gidip okulun önünde oturuyorlardı.
Günlerce haftalarca oturdular. Bizim okulda sıkıntı hissediliyordu, ama
olayları bir bir yaşamış değildik. Müdür görevden alındı ve çok hızlı
yeni müdür atandı. Gelen yeni müdürü, ya başımızı açtırmak veya
defterimizi dürmek üzere gönderilmişlerdi.

1999’da seçim yaklaşıyordu. Biz seçimlerden sonra düzelir
umudu taşıyorduk. Hatta ortalıkta dolaşan ebcet, cifir hesapları vardı.
Her şey düzelecek deniyordu. Biraz sabredelim diyorduk. Göze batmayalım
diye çok fazla ortalıkta dolaşmıyorduk. Teneffüs olduğunda sınıftan
çıkmıyorduk. Daha öğrencilere yasak konulmamıştı. Öğrencilerin
başörtüsüne yakın örtüler kullanıyorduk.

Bir gün dersteyim, birden kapı açıldı. Baş muavin ve yanında
iki tane daha muavin hepsi de çok temiz insanlar. “Hocam kusura bakmayı
tutanak tutmak zorundayız” dediler. O anda kendilerini çok kötü
hissettiklerinden eminim. Kardeşi kardeşe kırdırtmak gibi. “Ben
müsterihim, siz de müsterih olun” dedim. Bir şeylerin inişe doru
gittiğinin farkına varıştım. Sonrasında bu arkadaşlar İmam Hatipte
kalmak istemediler. “Bizi maşa olarak kullanıyorlar” diye ayrılmak
istediler. En azından “zulmün aracısı biz olmayalım” dediler.

En son 1999-2000 öğretim yılına başladık. Benim son öğretmenlik
dönemimdi. Yaz döneminde bütün tesettürlü arkadaşların başka okullara
tayini olmuş. Okulda bir tek ben ve rehberlik öğretmeni arkadaş kalmış.
O peruk takıyordu.

Yeni öğretim dönemi başladığımızda, yakın zamanda deprem
olmuştu. Okulun yeni müdürü beni yanına çağırdı. “Bu şekilde devam
edemeyeceksin, başını açman gerekiyor” dedi. Ben dedim ki “İnsanlar
ayın 15’inde maaşını aldı, ama ayın 17’sinde o maaşlarından bir kuruş
bile harcamadan vefat ettiler. Siz gelecek diyorsunuz, ama
bahsettiğiniz gelecek hangisidir? Ben yanlış bir şey yaptığıma
inanmıyorum. Başımı açmayı düşünmüyorum” dedim. Sonra sıkıntılı bir
dönem başladı. Bazı öğretmenler beni ikna etmeye çalışıyordu. Onlara
diyordum ki “Ben başımı açarak çocuklara ikiyüzlülüğü mü öğreteceğim?
Menfaatler uğruna taviz vermeyi mi öğreteceğim? Bu başörtü, başımla
birlikte çıkar.”

Şimdi bir hatıramı hatırladım: Iğdır’da çalıştığım yıllarda
zaman zaman üniversiteye hocalarımı ziyarete gidiyordum. Okul
yıllarında beni tesettür konusunda zorlamış bir hocayla karşılaştım.
Öğretmenlik yaptığımı söyledim, başka bir arkadaş “Nur, bizi okulda
başımı açmayacağım diye çok zorladın. Şimdi para için açıyorsun değil
mi?” dedi. “Hayır, hocam başörtülü öğretmenlik yapıyorum” dedim. Ama
orada başımı açıyor olsaydım ciddî bir zıtlık ve ikilem olmuş olacaktı.
Bir zaman sanki mücadeleci ruhla bir şeyler yapıp sonra menfaati olunca
bırakmış gibi olacaktı.

Balıkesir’de öğretmenlik yaparken bir hafta sonu söylenti
başladı “ders programı değişecek” diye. Bu gayet normaldir sürekli
değişir. Hafta sonunu ailemin yanında geçirmek için İzmir’e gitmiştim.
Pazar günü biri aradı, kim olduğunu bilmiyorum. “Yarın okula
gittiğinizde bir şeylerin tedbirini alın. Hemen derse başlamayın” dedi.
İyi niyetli bir insan, bir şeyler duymuş söyleyemiyor gibi bir hal
vardı. Ertesi gün okula gittik. Ders programına baktım adım yok. Müdüre
gittim. “Benim dersim yok” dedim “Size kütüphanede görev verdik”
dediler. Okulda İngilizce öğretmeni ihtiyacı var, bana kütüphanede
görev veriyorlar. İdarî tedbir olarak karşılığı varmış ama ben
bilmiyordum. 15 gün kütüphane memurluğu yaptım.

Sonrasında öğretmenliğe nasıl devam ettiniz?

Sonra "İdarî görevle Çıraklık Eğitim okuluna tayinin çıktı"
dediler. O zamana kadar bu okulların ne yerini, ne de yapısını da
biliyordum. Sanayî içinde ve her gün öğrencisi değişen bir okulmuş.
Orada da başörtülü olarak derslere girmeye başladım. Kısa süre
geçtikten sonra okuldan uzaklaştırma cezası almışım. Bana sarı bir zarf
uzattılar. 3 ay okuldan uzaklaştırılıyorsunuz dediler. O an da çok
ilginçtir. Bana zarf uzatılınca güldüm. Arkadaşlar "niye gülüyorsun?"
dediler. Size bir hikâye anlatayım dedim: Bir zamanlar. Padişah
hastalanmış. Tek çare bir çocuğun kanıymış. Padişah, "Çocuk getirilsin,
kanı alınsın" diye ferman etmiş. Bir çocuk bulunmuş. Babası kanının
alınmasına izin vermiş. Kadı, "Kanı alınabilir" diye hükmetmiş. Çocuk
da güle oynaya padişahın huzuruna gitmiş. "Senin kanın alınacak
öleceksin, ağlaman gerekirken gülüyorsun" demişler. Çocuk, "Herkesi
koruyup gözetmesi gereken ülkenin padişahı kanımı istiyor. Ailem olarak
beni koruması gereken babam, padişaha beni veriyor. Bu ülkede adaleti
sağlaması gereken kadı, benim kesilmeme fetva vermiş. Ben gülmeyeyim de
ne yapayım" demiş. Ben de aynen o çocuk gibiydim. Bizim kesilmemizi
istiyorlar ağlasam neye yarar. Bu hale gülüyorum dedim.

Okuldan uzaklaştırıldığım zaman belirsiz bir dönemdi. Ne
olacağı belli değil. "Herkes gereğini yaptı, sen gereğini yapamıyor
musun?" diye çevreden söylenmeler oluyordu.

İmam hatipte öğrenciler için de başörtüsü sıkıntıları
başlamış. Hatta senin sürülmendeki tek sebep kendini başını açmıyor
olman değil, o ortamda var olman dediler. Ben öğrencilere hiç bir şey
söylemiyordum. "Hocam siz ne yapacaksınız" diye birkaç öğrenci sorunca
"Bu Allah'ın emri, farz, kesinlikle başımı açmam" diyordum. Geri adım
atmadığımı görüyorlardı. Aleyhimde yazılan raporlarda, "Kendi başını
açmamasıyla birlikte, o ortamda bulunmasıyla öğrencilerin de başını
açmasına engel oluyor. Bu yüzden bir an önce uzaklaştırılması lâzım"
diye uzaklaştırıldığımı öğrendim.

Uzaklaştırma sırasında okul tekrar çağırdı. İmam Hatipteki
okul müdürünün yanına gittim. Bu sefer çok nazik, kibar davranıyordu.
"Hocam benim Ankara'da bağlantılarım çoktur. Siz bugün açmaya karar
verin okula tekrar geri getirtiriz. Hatta burada öğrenci ve
öğretmenleri tanırım diyorsanız başka okula tayininizi isteyelim.
Kimsenin tanımadığı bir ortamda daha rahat başınızı açarsınız" dedi.
"Allah'ın emri her yerde. Ben başka okula gidince Allah'tan kaçamam ki.
Arkadaşlarımdan utandığım için başımı açamıyor değilim. Hiç tanımadığım
insanlar arasında da bir şey değişmeyecek." dedim İkna için uğraştı
benimle. Daha sonra şunu öğrendim, müdürün benimle konuşmadan önce,
benim kalemim kırılmış. Hakkımdaki karar zaten infaz edilmiş, henüz
bana duyurulmamış. İyi ki oyuna gelip onun sahte yardımseverliğine
kanmadım diye şükrettim.

Uzaklaştırma bitince tekrar okula döndüm. Bir defa açığa
alındım ve sonra atıldım. 25 Nisan 2000 Salı günü bir sınıftaydım.
Derste nöbetçi öğrenci bana sarı bir zarf getirdi. Açtım okudum ilk
etapta algılayamadım. Derse devam ettim. Kötü bir şeylerin olduğunun da
farkındayım. Teneffüste müdürün yanına geldim. "Bu nedir?" dedim.
"Derse devam etmiyorsunuz" dedi. Müdür dindar görüntülüydü, ama
korkakça tavırlar sergiliyordu. Baş muavin ise dindar değildi ama
yaklaşımları daha insanî ve daha demokrattı. Müdür benden hep
korkuyordu, bunun için benimle ilgili kararları hızlıca alıyordu. Ona
bir şey yapılmasından korktuğu için resmi işlemleri hemen yapıyordu.

Belgeyi aldığınızda neler hissettiniz?

Çok enteresan bir halet-i ruhiyeydi. O hal farklı bir şeydi.
Kendimi kahretmedim çok güçlü hissettim. Ama ülkem adına çok üzüldüm.
Sonuçta 17 yıl eğitim hayatım geçti. Öğretmenliğimin 9. senesindeydim.
Acemiliği atlatıp, öğretmenlik noktasında olayı daha rayına soktuğum,
daha iyi götürdüğümü hissettiğim bir dönemdi. Yunus Emre'nin "Yiğit
iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi" dizesi anlatıyor. Verim vereceğin
sırada kökünü kesiyorlar. Rızkı Allah verir tabiî ki. Dünya bir imtihan
"Settar" ismi üzerinden imtihan olunuyoruz. Rezzakiyetine güvenip
güvenmeme noktasında imtihan olunuyoruz. Küfür devam eder ama zulüm
devam etmez diye düşündük.

Tebliği aldığınız gün tekrar derse döndünüz mü? Öğrencilere ne dediniz?

Evet derse döndüm. Erkek sınıfıydı onlara bir konuşma yaptım.
Ağlayıp sızlayan, beni atıyorlar diye şikâyet eden bir konuşma değildi.
"Arkadaşlar ben antidemokratik bir uygulama sonucu bundan sonra
öğretmenliğime devam edemeyeceğim. Sizler gençsiniz, bu ülkenin
gençliği olacaksınız. Böyle anti demokrat uygulamaların kalkmasını
sizler sağlayacaksınız ki insanlar mağdur olmasın" dedim. Gidiyorduk,
ama başımız dikti. Hâlâ zulüm olduğunu hakkımızın yendiğini
düşünüyorum.

ELİF NUR KURTOĞLU

elifnur@yeniasya.com.tr
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bu mesaj 1 defa düzenlendi, son düzenlemeyi yapan "Muhammed" (09.03.2010, 11:38)


Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

2

09.03.2010, 08:56

AĞLAYARAK İSTİKLÂL MARŞI SÖYLEMEK


<img src="http://www.yeniasya.com.tr/2010/03/08/resim/manset.jpg" align="left" />
n“Bende o dönemden kalma birşey, ağlayarak İstiklâl Marşı söylemektir.
Marşı okurken ağlardım. Çünkü hür değilsin ve İstiklâl Marşı
söylüyorsun. O marşın yazılmasının sebebi ‘Biz Kurtuluş Savaşını
kazandık ve hür olduk’ idi. Ama nasıl hürüz?”

“ÖĞRETMENKEN İKNA ODASINA ALINDIM”“Lise yıllarında bilim
adamı ve astronot olmak isterdim. Ama sırf tesettürüme izin verilmez
diye fen lisesine gidemedim” diyen Hacınebioğlu, birçok zorluk ve
engeli aşarak İngilizce bölümünü bitirdikten sonra öğretmenlik yaparken
okulda “ikna odası”na alınarak başını açmaya zorlandığını söyledi.
YASAK ENGELİNE TAKILAN İDEALLERBaşörtüsüyle öğretmenlik yapması
engellenen Fatma Nur Hacınebioğlu, öğrencilik yıllarında ve kısa süren
öğretmenlik hayatında, başını örttüğü için maruz kaldığı baskı ve
sıkıntıları dile getirirken, ileriye dönük parlak hayal ve ideallerinin
nasıl yasak engeline takılıp söndüğünü anlattı.
Ülkemizde yabancı muamelesi gördük28 Şubat sürecinde
yaşananları 1. kaynaktan öğrenmeye devam ediyoruz. İngilizce öğretmeni
olan Fatıma Nur Hacınebioğlu, öğrencilerden ayrılırken neler yaşadığını
anlattı. Başörtüsü mağduriyetinin daha ilk okulda başladığını ifade
eden Hacınebioğlu, hayatının her safhasında sırf başörtülü olduğu için
karşısına çıkan zorlukları gözyaşlarıyla bizimle paylaştı..
Örtünmeye ne zaman karar verdiniz?

Dindar bir ailem vardı. Annem ve babam Risâle-i Nurları okuyan
insanlar. O yılların da sosyal hayatına baktığımızda aileler genelde
kız çocuklarının küçük yaşlarda başını örtmesini istiyorlar. Ciddî bir
tepkiyle karşılaşmıyorlar. Daha okula gitmeden ben başımı örtüyordum.
Bunda da herhangi bir zorlanma yaşamadım. Fakat ilkokula gideceğim
zaman annemler özellikle başı açık gitsin dediler. Zaten dinen de farz
değildi. Başörtüsü yasağının etkisi bir nevi ilkokul 1. sınıfta başladı
desek çok da yanlış olmaz. Çünkü anneme bunu düşündüren mesele, okula
gittiğimde öğretmenlerin bunu kafaya takması veya arkadaşlarım
tarafından horlanmam ihtimaliydi. Bu benim ilerdeki manevî hayatımı
veya başarımı etkileyebilir diye düşünüyorlardı. Ailemde bir baskı
olmadı. Namaz kılma noktasında da öğretiliyordu ve illaki yapacaksın
denmiyordu. Tabi o manevî havanın içinde sen kendi kararını
verebiliyorsun. Ben daha küçükken karar vermiştim. “İlkokul diplomamı
aldığım gün başımı açmamak üzere örteceğim” diye kendi kendime söz
verdim.

İmam Hatip’te okuyan başarılı örnekler vardı önümde. Baktım bu
insanlar hem başarılı, hem dindar, hem ahlâkları düzgün, insanî
ilişkileri güzel. Ben de onlara bakarak İmam Hatip’te okumak istedim.

İlkokuldan sonra İmam Hatip'e başladım. Eğitim ortamı çok
güzeldi. İmam Hatip’e başladığım zaman 500 civarında öğrenci vardı
benimle birlikte yeni başlayan. Ama 7 yıl sonra İmam Hatipten mezun
olurken biz 50 kişi kadar mezun olduk.

O kadar öğrenci nereye gitti?

O süreçte biz 1980 ihtilâlini yaşadık. Bazıları tamamen okul
hayatını bıraktı, bazıları “Nasıl olsa İmam Hatipte de baş açılıyor”
diye başka okullara gitti. Belli dönemde yaşanan başörtüsü probleminden
sonra tamamen açılanlar da oldu.

İmam Hatipte başörtüsü yasağı ile ne zaman

karşılaştınız?

İlk iki yıl iyiydi. Sonra 1980 ihtilâli olduğunda başörtüsü
yasağı geldi. O dönem anarşik bir dönem. Bizim okulumuz İzmir
Konak’taydı. Konak, pek çok olayın olduğu bir yerdi. Sabah okula
geldiğimizde okulumuzun yanındaki bir binanın havaya uçmuş olduğunu,
yerinde yeller estiğini bile görebiliyorduk. İhtilâl olduktan sonra
biraz farklılaşmalar başladı. Okulun içinde öğretmenlerimiz tarafından
siyasî hiçbir şey empoze edilmedi. Sadece ders konusunda ciddî bir
eğitim veriliyordu. Hiçbir problem olmamasına rağmen okulumuzda ihtilâl
sonrası jandarmalar, askerler beklemeye başladı. Biz bunu garip
karşılıyorduk. Çünkü okulda kavga bile olmazdı. Herkes uygun bir
şekilde dersine devam ederdi.

Biz orta 3. sınıftayken ülke çapında bir başörtüsü problemi
yaşandı. Çok ciddî bir şeydi. Çocuksun, inançların var ve iç dünyanda
çok gelgitler yaşıyorsun. Okumaya da devam etmek istiyorsun. O dönemde
gelen yasakta sadece Kur’ân-ı Kerim derslerinde başörtülü olmak
serbestti. İşin komik yanı, diğer dinî derslerde de Kur’ân’dan âyet
okunmasına rağmen onlarda başörtüsü yasağı vardı.

Siz ortaokuldayken gelen bu yasak ne kadar

sürdü?

Bayağı uzun sürdü. Ben orta sondan lise hayatımın bitmesine
kadar devam etti. 1990’lı yıllara gelirken Türkiye’de başka bölgelerde
imam hatip liselerine başörtülü girenlerin olduğunu duyduk, ama bizim
okulumuzda yasaktı.

O dönemdeki yasak çok iğrençti. Meselâ İmam Hatip’te okuyan
kız talebelerine 29 Ekim’de başı açık yürüyüşe kattılar. 19 Mayıs
gösterilerine aldılar. Manevî yönden eksik bazı talebelerin olması bizi
katılmaktan kurtardı. Katılmayanlar okuldan atılmayla tehdit edildi.
İnsanlar ahlâk ölçülerinin çok ötesinde açık bir kıyafetle bayrama
çıkmaya zorlandı.

İmam Hatipte okuyan öğrenciler bayrama bu

şekilde katılmayı kabul etti yani. Direniş olmadı mı?

Katılan öğrenci sayısı zaten azdı. Bir şekilde manevî yönden
eksikler olan arkadaşlar katılmayı istiyorlardı zaten. Tabi beden
eğitimi ve kültür dersi öğretmenlerinin onları etkilemesinde de bunun
payı var. Çünkü 1980 ihtilâli sonrası meslek dersi öğretmenlerinin
neredeyse ağzı bandajlandı. Din dersine, Fıkıh dersine giren
öğretmenler, “başörtüsü farz” bile diyemez hale geldiler. Dediği zaman
defterini dürüyorlar çünkü.

O dönemde öğretmenlerimizin de yaşadığı bir başörtüsü sorunu vardı. Lise bitinceye kadar böyle devam etti.

Üniversite yıllarınızdan bahseder misiniz?

Ben Üniversiteye gitmeden oranın çok özgür bir ortam olduğunu
düşünüyordum. Gittiğim zaman özgürlük veya söz hürriyeti ile
karşılaşmadım. 9 Eylül Üniversitesi İngilizce öğretmenliği bölümünde
okudum. 1986’da Üniversiteye girdiğimizde başörtülü başladık. Sonra
bölüm başkanı bizi çağırdı. “Direkt başınızı açın demiyoruz, ama farklı
bir şey yapın. Bone tarzı bir şeyler takın” dedi. Biz ardından bone
diktirdik. Yakalı kıyafetler giyiyorduk. Saçımız gözükmüyordu ve örtülü
olduğumuz belliydi.

İkna odalarına benzer örnekler o tarihlerde

başladı demek?

Evet, tabiî ki. Biz İmam Hatipten gelirken de bazı şeyler
kazandırılmadığı için ciddî bir direniş gösteremiyorduk. Zaten
ortaokulda o direniş kırıldı bir kere. Hatta bize “Müslümanların da bir
şekilde okuması lâzım, eğer siz okumazsanız bu okullar kapatılır ve siz
vebalini yaşarsınız” düşüncesi empoze ediliyordu. Tabiî bu anlayışın ne
kadar yanlış olduğunu ben bugün anlıyorum. “İyi ki de başımı açıyorum”
demiyorsun, ama o acıyla beraber bu bir imtihan diyorsun. Biz Risâle-i
Nurları dikkatle okumaya başladığımızdan itibaren bu düşüncenin ne
kadar yanlış olduğunu fark ettik. İşin acı tarafı o yanlış zihniyet,
çok ciddî kesimlerin alt yapısını oluşturdu. İnsanların hemen pes
etmesine sebep oldu.

Üniversite’de 2. sınıfa doğru sanırım tekrar başörtüsü
problemi daha ciddî bir şekilde başladı. Artık boneye de izin vermemeye
başladılar. İlk başlangıçta bırakmak ve devam etmek arasındaki
bocalamayı yaşıyorsun. Fakat yasağı nereden delebilirsek onu kâr
görüyorduk. Her yerde kendimizi korumaya çalışıyorduk. Kendi kendime
yasağı kırma yolları icat ettim meselâ. Bunda en büyük etkinin Risâle-i
Nur olduğunu düşünüyorum. Saçımı göstermeden başörtüsünü farklı şekilde
bağlamaya başladım. Çağırıp “Niye böyle takıyorsun” diye sorulunca “bu
normal bir başörtüsü değil ki yasak olsun” diyordum.

Korku rüzgârlarıyla gelen bir geçmişten geliyorsunuz. Bu
ülkenin demokrasisi havada kalmış. Sosyal hayatta demokrasi ile
yetişmediğimiz için ilk başta haklarımızı aramamız kolay değil.
Risâle-i Nurları okuyunca farkına vardık. Meselâ Üstad’ın beni en
etkileyen meselesi; fıkhen sünnet olduğu halde, başından sarığını
çıkarmaması ve o konuda hayatını ortaya koymasıydı. “Başörtüsü farz, o
halde hiçbir şekilde baştan çıkamaz” şeklinde düşünmeye başlayınca
başımı açmak sıkıntı veriyordu.

Ben 1991’de mezun olurken başörtüsü üniversite’de serbest
oldu. Ama keyfi uygulamalarla karşılaştık. Meselâ; İzmir’deki Atatürk
İlke ve İnkılâpları Kürsü Başkanı Ergün Aybars, bütün İnkılâp Tarihi
öğretmenlerini toplayıp, “Şu anda başörtüsü serbest olabilir, ama
hiçbirinizin, hiçbir şekilde derslere başörtülü aldığınızı
görmeyeceğim” şeklinde öğretmenlene ültimatom vermiş. O dönemde İnkılâp
derslerini almayı, sonraya bırakmıştık bu yüzden.

1991 Haziran’ında mezun olacağım zaman, tamamen Hıristiyan
geleneği olsa da kep töreni yapacaktık. Herkes mezun olurken giydiği
için bizim âdetimizmiş gibi gözüküyor. Başörtüsü serbest olmasına
rağmen başörtülü hiçbir öğrencinin programa katılamayacağına dair bir
yazı çıktı.

Yalnızca mezuniyet törenine has böyle bir yasak konulması çok
ilginç. Kamuoyuna başörtülü öğrencilerin başarısını mı göstermek
istemiyorlardı?


Bilemiyorum artık. Ama hep içimde kalmıştır diplomamı alıp,
cübbe giyemeden mezun olmak. Balo tarzı mezuniyet geceleri
düzenlenmişti. Ama bizim yaşayışımıza uygun değildi tabi. Resmî olarak
yapılan kep törenine katılabilirdik.

Açıkçası üniversitede okurken okulu bitirebileceğim noktasında
bir umudum yoktu. Herkes okul bittikten sonrası için plan yapar, ama
bizim ümit etmek gibi bir lüksümüz bile yoktu. Türkiye’de yaşayan
dindar bir bayansanız umut edebilme şansınız elinizden alınmış
demektir. Lise yıllarında bilim adamı olmak, astronot olmak isterdim.
Hatta ortaokuldan sonra Fen Lisesi’ne gitmek istedim. Beni engelleyen
tek şey, dinimi yaşayamayıp, tesettürlü kalamayacağımdı. Beni bu
platformda barındırmayacaklar endişesi taşıyorduk. Yapabilecek
kapasitemiz de vardı. Hatta ortaokulda Fen Öğretmenim bize kızmıştı
“Sizin yarınız kadar olmayan adamlar Fen Lisesi sınavına girip kazandı,
siz teşebbüs bile etmediniz” diye. Hayal kurup bir şeyler
hedefleyemiyorsun bile…

Belki yaş olarak çok küçüksün, ama bazı şeyleri iç dünyamızda
fark ediyorduk. Ortaokulda başörtüsü problemi geldiğinde ben böyle bir
şeyin olabileceğini algılayamıyordum. Ortalıkta panzerler gezen,
askerler dolaşan bir ülke. Hatta hiç unutmuyorum İzmir’in köylerinden
gelen, burslu okuyan, durumu olmayan birçok öğrenci vardı. İhtilâl
döneminde bize ilk yaptırılan şey, bütün öğrencilerden mecburi para
toplayarak okula büst yaptırmaktı. Normal bir büsttü, san'at eseri
özelliği de yoktu, biz o büstün açılışına gittik. Bütün öğrencilerden
para toplatıldı ve herkes bu parayı vermeye mecbur edildi. Ben o parayı
vermekte çok zorlanmadım, ama durumu olmayıp zorlanan çok arkadaşımız
oldu. Vermezse ciddî bir disiplin suçu karşısına çıkıyordu. Açılışa
resmî askerî tören ekibi geldi. O anda kendimi hiç hür hissetmedim.
Şimdi konuşurken bile o duyguları tekrar yaşamak istemiyorum. Çok acı
duygulardı çünkü. Kendi ülkende yabancı gibi… Meselâ bende o dönemden
kalma bir şey ağlayarak İstiklâl Marşı söylemektir. İstiklâl Marşını
okurken ağladığımı hatırlıyorum. Çünkü hür değilsin ve İstiklâl Marşı
söylüyorsun. O İstiklâl Marşının yazılmasının sebebi “biz kurtuluş
savaşını kazandık, hür olduk” idi. Ama nasıl hürüz? Bende uzun zaman
devam etti bu. İstiklâl Marşı benim için hüzünlendiğim acı bir şeydi.

İkna odalarının benzerini Iğdır'da da yaşadım

nİzmir “Cumhuriyetin kalesi” diye tabir edilen bir şehir. İzmir
gibi bir şehirde başörtülü olarak üniversite okumanız zor oldu mu?
Arkadaşlarınızın tepkisi nasıldı?

Arkadaşlarımla hiçbir problemim yoktu. Yalnız yasak ilk geldiği
zaman ne olduğunu anlamlandıramadılar. Destek de köstek de olmadılar.
Bazıları iyi de oldu diyebilir aileden gelen bir duruşları da vardı,
ama genel olarak aradaki ilişkiler kötü değildi.

Öğretmenlik hayatınız nasıl başladı?

Okul bitmesine yakın özel bir okuldan çağırıldım. Benimle
mülâkat yaptılar, beğendiler. “Yalnız siz başörtülüsünüz, ama bizim
müfettişlerimiz gelir. Onlar geldiği zaman dışarıdaki öğretmenler gibi
olmanızı istiyoruz” dediler. “Ben eğitim fakültesi mezunuyum. Stajımı
yapamadığım zaman diplomamı alamıyorum. Başörtüm yüzünden okulum
tehlikeye girdi ben başımı açmadım. Şimdi diplomamı aldım. İş yüzünden
kesinlikle açmam” dedim.

Okul bitti, Ankara’da yeterlilik sınavına girdim. 100 üzerinden
90 puan aldım Tayinim Iğdır Lisesi’ne çıktı. Iğdır, hayatımda hiç yeri
olmayan bir şehirdi. Tanıdığım, akrabam kimsem yok. İzmir’den çok
farklı bir yer. Gidip gitmeme konusunda tereddütlüydüm. Müdüre telefon
açtım. “Ben sizin yeni atanmış İngilizce öğretmeninizim. Tesettürlü bir
insanım, buna da devam etmeyi düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz”
dedim. Müdür “Ben mevzuat neyse onu yerine getiririm. Yalnız
kütüphanede ve kantinde örtebilirsiniz” diye bir ifade kullandı. Müdür
iyi niyetli birisi diye düşündüm, hâlbuki ne bileyim kantin ve
kütüphanenin depo gibi bir yer olduğunu. “Kimsenin görmeyeceği ücra
yerlerde örtersen bir şey demem” anlamında söylemiş.

“İkna odaları”nın benzerini Iğdır’da da yaşadım. Müdür muavini
olan bayan arkadaş benimle konuşuyordu. Fakat beni istifa etme
noktasında ikna etmeye çalışıyorlardı. İki yıl boyunca ara ara ikna
etmeye çalıştılar. Bir gün sınıfa müfettiş geldi, öğrencilere branşla
ilgili sorular sordu. Sonra aşağı indik, “Sen böyle ne kadar devam
edebileceksin” dedi. Ben başörtülüyüm tabi üzerimde de forma var, ama
pardösü gibi bir şey. “Allah’ın izniyle yapabildiğim kadar yapacağım.
Ne kadar bu vatana ve millete hizmet edersem kadar çalışacağım” dedim.
Sadece yazılı uyarı cezası verildi.

{YARIN: 28 ŞUBAT’TAN SONRA SIKINTILAR DAHA DA ARTTI.}

ELİF NUR KURTOĞLU

elifnur@yeniasya.com.tr
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder
Bu konuyu değerlendir