Giriş yapmadınız.

Zehracan

Süper Moderatör

  • Konuyu başlatan "Zehracan"

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

1

26.12.2008, 14:48

Aralık 2008 - Hayatın Lezzeti



Ah biz gençler!

“Ah bu gençler yok mu, ah bu gençler” diye başlar, yaşı kemale gelmiş bazı kimselerin yakınmaları. “Ne gelecek endişesi var, ne sorumluluk duygusu. Anı yaşamak ve hazzın peşinden koşmak dışında hiçbir şey yapmıyorlar. Ülkesinde ve dünyada yaşananlara karşı öyle ilgisizler ki. Sorsan hayattaki amacın nedir diye, verecek bir cevapları yoktur.”

Bu ve benzeri cümleleri sık sık duyarız. Hatta kimi gençler bile arkadaşlarını bu sözlerle eleştirir.

Peki, bütün bu eleştirilere karşı bizim de sormaya hakkımız yok mudur, siz bize gaye-i hayal adına ne verdiniz?

Yaşama sebebi olarak ne sundunuz?
Hangi ideallerle yetiştirdiniz?

ınsanların duygularını yok etmek yerine, o duyguları olumlu şekilde kullanmayı tavsiye eden Bediüzzaman'a ne kadar kulak verdiniz?

Bir insana “ânı yaşama” diyemezsiniz, ama “ân”ı nasıl değerli, faydalı ve sonsuz bir hayatın anahtarı haline getireceğimizi öğretebilirsiniz.

Bir insana hayattan haz alma, zevklerden uzak dur diyemezsiniz, ama zevk aldığı şeyleri değiştirebilir, haz duyduğu alanları başka alanlara yönlendirebilirsiniz.

Bir insanın önüne hedefler koymadan, onu günü kurtarmaktan başka derdi olmadığı için eleştiremezsiniz.

Bu çerçevede,

Hayattan nasıl zevk alınır?

Anı yaşamak nedir?

Niçin yaşıyoruz? Hayatta bir amacımız var mı?

“Gaye-i hayal”i olan bir genç ile hiçbir hayali olmayan gencin hayatı arasında ne gibi farklar vardır?

Hayatın tadı nasıl çıkar?

Gençlik dergisi olarak Genç Yaklaşım'da bu ay bu sorulara cevap arıyoruz.

Yasemin Güleçyüz, “Carpe diem”, yani “ânı yaşa”yı sorgularken,

Aykut Tanrıkulu, “Her an bir sırattır” diyerek ‘an'a farklı bir açıdan yaklaşıyor.

ısmail Tezer “Gerçek mutluluk”un, Ümit Kızıltepe “gerçek zenginliğin” anahtarlarını veriyor.

Selim Gündüzalp, gençlerin hislerine tercüman oluyor adeta: “Gençler başında ya da peşinde gardiyan aramıyor, arkadaş ve dost arıyor.”

Merve Kayacan, teybini gençlere uzatıyor ve “Gençler ne ister?” diye soruyor.

Kapak dosyasının dışına çıkarsak…

Mustafa Gökmen “basın”dan “medya”ya geçerken yaşanan değişimleri, Habib Fidan Akif'ten Safahat'a, Safahat'tan Akif'e giden yolculuğu anlatıyor.

Faruk Saim Akhan “sistem”i sorgulamayı sürdürüyor.

Ocak sayısında buluşmak üzere…

http://www.gencyaklasim.com/
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Zehracan

Süper Moderatör

  • Konuyu başlatan "Zehracan"

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

2

26.12.2008, 14:52

Gerçek mutluluk

[img:175:175]http://www.yeniasya.de/gencyaklasim/images/resimler/2008/200812-07.jpg[/img]

"Lezzetin bekası, lezzetten daha lezizdir" der Bediüzzaman.

Lezzeti lezzet yapan, devam etmesidir her zaman.

Bir lezzet ki, son bulmaya mahkûmsa, bitmelidir daha o ân.

Yoksa acı duyar her lahzâda insan.

***



ınsan, sevdiği şeylerin bitmesini, son bulmasını istemez. Hatta bu duyguyla sarılır herşeye.

Ne ki bu duygu kimi zaman vehmîdir. Faniliklere olan sevgiler gibi... Hiç bitmeyecekleri zannıyla sarılır, bel bağlar insan onlara.

Lâkin aldanır; anlık gafletlerin toplamıdır tüm fânî sevişler...



***



"Ejderhayı ve tutunduğum dalı kemiren fareleri gördüğümde ise, artık hiçbir baldan tat alamaz oluyordum" diyordu Tolstoy.

Ölüm bir sonsa, hayat da anlamını yitiriyordu çünkü. Lezzet lezzet olmaktan çıkıyor, nimet nikmete dönüşüyordu.

Zehirli bir bal gibiydi dünya lezzetleri... Vicdanı dâim azap içinde bırakan... Daha dünyada iken Cehennemi yaşatan... Onun için buyuruyordu ya, "Günaha dalan kâfirler Cehennem ateşindedir" (ınfitar: 14) diye Hazret-i Kur'ân...



***



ınsan, gerçeklerle yüzleşmek ya da onları es geçmekle karşı karşıyadır aslında.

Ve esgeçilen kimi gerçekler, belki bir takım mutluluklar yaşatır insana şu dünyada.

Lâkin "gelmesi muhakkak olan" büyük gerçek, esgeçilse ve bu sayede nice mutluluklar yaşansa da, hepsini sahte gülüşler kılar sonunda...



***



"Yine de düşünmeyeceğim!.." diyebilir mi insan?

Nereye kadar?

Düşünmemek mümkün müdür?

"Ya aklını çıkar at, hayvan ol, kurtul. Veya aklını imanla başına al, Kur’ân’ı dinle, yüz derece hayvandan ziyade ve fâni dünyada dahi sâfi lezzetleri kazan!" der Bediüzzaman.

"Ey zevk ve lezzete mübtelâ insan!

"Ben yetmiş beş yaşımda, binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hâdiselerle aynelyakîn bildim ki, hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imândadır ve imân hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa, dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi, hayatın lezzetini kaçırır." (Sözler, s.137)



***



Sâfî lezzetleri, kedersiz sevinçleri kazanmanın tek yoludur iman.

ıman ile lezzetler dünyasına girer insan. Bazen bir hakikatin dünyasına açılmasıyla imanının ziyadeleştiğini hisseder. Ve hayatta tadılacak bambaşka zevklerin olduğunu anlar o demler.

Artık bir mutluluk yolcusudur o. Envâı çeşit çiçekten topladığı özlerle bal yapan arı misâli, lütuflu kahırlı türlü tecellilerden aldığı feyizle, iman ve marifet balını elde eder kalbinde.

Ve işte o marifet, o Rabbini biliş, onu sonsuz nurlara, sırlara ve mutluluklara mazhar eder her zaman ve her yerde...

ısmail Tezer
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Zehracan

Süper Moderatör

  • Konuyu başlatan "Zehracan"

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

3

26.12.2008, 14:54

Her an bir sırattır

[img:175:175]http://www.yeniasya.de/gencyaklasim/images/resimler/2008/200812-09.jpg[/img]

Sırat…

Ötelerde değil, yanı başımda ve şimdi…

ıçinde yaşadığım, bulunduğum ‘an’da adımlıyorum o köprüyü.

Ya geçiyorum ya da düşüyorum.

Dünyanın,

Sırat köprüsünün görünen kısmına verilen diğer bir isim olduğunu kavrıyorum o an.

Varlık âlemi, nasıl da bir var bir yok arası titreşiyor, hayret!

Resmen titriyor.

Sanki, sonsuz bir karanlıkta an-be an flaşlar patlıyor.

Her şey,

Varlık sahnesinde boy göstermeye başladığı an da,

Yokluğun uç sınırına da varıveriyor.

Atom boşluk, hücre boşluk, dünya boşluk, uzay boşluk…

Zerreden küreye her şey boşlukta asılı durmakta,

Ve yokluğun o uç sınırına kadar geliveriyor.

Öyleyse, ‘yokluğun uç sınırıdır dünya’ diyorum,

‘Adımladığımız sırattır.’

Önce, felsefe gözüyle bakıyorum.

O sıratın altındaki boşluğu ve yanı başındaki yokluğu gözlüyorum.

En küçüğünden en büyüğüne,

Her şeyin nasıl olup da yokluğa yuvarlanıvermediğine hayret ediyorum.

Müthiş bir hızla adımlıyorlar sıratlarını ama düşmüyorlar!1

Neden sonra, yumuşak ve sonsuz bir iple varlık âleminde asılı olduklarını fark ediyorum.

Acizliklerine rağmen, ne kadar da haşmetli duruyorlar öyle.

‘O gördüğün vahdet ipidir’ diyor bir ses, ‘seni dağılmaktan kurtarıyor.’

Kulak veriyorum, uzaklardan ama yanı başımdan geliyor:

‘Uzatılan rahmet ipine neden bağlanmıyorsun?’ diyor,

‘Din gününün sahibi olan âlemlerin Rabbine.’2

Önce uzak görüyor, ciddiye almıyorum.

Oysa Yaratıcıyla aramdaki bağı kopardığım her an da,

Sırattan düşüyorum ve kaybediyorum.

Bir koca deveyi yardan uçuran bir tutam ot misali.

Mânen dağılıyorum.

Dıştan bakınca var gibiyim, ama gerçekte yok oluyorum.

ışte o an cehennem hayatı da başlayıveriyor.

Sonra, yokluğun sınırından döndürülen her şeyi hatırlıyorum; vahdet ipini.

Din gününün sahibi olan âlemlerin Rabbini.

Kendimi de dâhil ediyorum, o müthiş tevhidin, her şeyin içine.

Kurumuş olan aklım, yeşermeye başlıyor vahyin ışığında.

Koca koca âlemleri içine alan bir kalbe sahip olduğumu fark ediyorum.

En önemlisi de, sevildiğimi.

ısteyerek, ‘iyyake na’büdü ve iyyake nestain’3 diyorum.

Nurlanıveriyor sıratım.

Önde Resul-i Ekrem ve ardından milyonlar geçiyor o köprüden.

An be an.

‘ıhdinas’sırat el-müstakîm. Sıratallezine en amte aleyhim’4 diyerek.

Derken, felsefenin ayak seslerini duyuyorum cehennem tarafından.

Düşüyorlar maalesef, düşüyorlar…

‘Gayril mağdubi aleyhim veleddallin.’5 diyorum, hamd ederek.

Düşmemek için, Rabbime ‘Fatiha’ ile arz ediyorum halimi.

Açmak ve aşmak için o köprüyü..

Sırat! Ötelerde değil, yanı başımda ve şimdi.

Vahdet ipine sımsıkı sarıldığım ‘an’ da geçiyorum onu.

Ahirete aktarabildiğim ‘an’ da…

Değilse…



Dipnotlar:

[1]. Dünya, kendi etrafını roket hızında dolanıyor ( saatte 1800 km).

Güneşin etrafını, top mermisinin 70 katı bir süratle dolanıyor (saatte 107.000 km).

Galaktik döngüsünü ise, saatte tam 1.000.000 km’lik çılgınca bir süratle kat ediyor.

An be an..

Ama dağılmadan..

[2]. Fatiha Suresi : 2 – 3 – 4

[3]. ‘Yalnız Sana (c.c)kulluk eder ve sadece Sen’den (c.c) isteriz.’

Fatiha Suresi : 5

[4]. ‘Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet.’

Fatiha Suresi : 6

[5]. ‘Gazaba uğrayanların ve sapkınların yoluna değil.’

Fatiha Suresi : 7

Aykut TANRIKULU
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Zehracan

Süper Moderatör

  • Konuyu başlatan "Zehracan"

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

4

26.12.2008, 14:55

Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz...

[img:175:175]http://www.yeniasya.de/gencyaklasim/images/resimler/2008/200812-12(2).jpg[/img]

Ey zevk ve lezzete mübtelâ insan! Ben yetmiş beş yaşımda, binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hâdiselerle aynelyakîn bildim ki, hakiki zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imândadır ve imân hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa,

dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi, hayatın lezzetini kaçırır.
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s.137

*

Bir gün yanıma parlak birkaç genç geldiler. Hayat ve gençlik ve hevesat cihetinden gelen tehlikelerden sakınmak için tesirli bir ihtar almak istediler. Ben de, eskiden Risâle-i Nur’dan medet isteyen gençlere dediğim gibi, onlara dedim ki:
Sizdeki gençlik katiyen gidecek. Eğer siz daire-i meşrûada kalmazsanız, o gençlik zayi olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem ahirette kendi lezzetinden çok ziyade belâlar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i ıslamiye ile, o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak, iffet ve namusluluk ve taatte sarf etseniz, o gençlik mânen baki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak.
Hayat ise, eğer iman olmazsa veyahut isyan ile o iman tesir etmezse, hayat zahirî ve kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyade elemler, hüzünler, kederler verir. Çünkü insanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alâkadardır. O zamanlardan dahi hem elem, hem lezzet alabilir. Hayvan ise, fikri olmadığı için, hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor.
ınsan ise, eğer dalalet ve gaflete düşmüş ise, hazır lezzetine geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen endişeler o cüz'î lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor; hususan gayr-i meşrû ise bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir. Demek hayvandan yüz derece, lezzet-i hayat noktasında, aşağı düşer. Belki ehl-i dalaletin ve gafletin hayatı, belki vücudu, belki kâinatı, bulunduğu gündür. Bütün geçmiş zaman ve kâinatlar, onun dalaleti noktasında madumdur, ölmüştür; akıl alâkadarlığıyla ona zulmetler, karanlıklar veriyor. Gelecek zamanlar ise, itikadsızlığı cihetiyle yine madumdur ve ademle hasıl olan ebedî firaklar, mütemadiyen onun fikir yoluyla hayatına zulmetler veriyorlar.
Eğer iman hayata hayat olsa, o vakit hem geçmiş, hem gelecek zamanlar, imanın nuruyla ışıklanır ve vücud bulur; zaman-ı hazır gibi, ruh ve kalbine, iman noktasında ulvî ve mânevî ezvakı ve envar-ı vücudiyeyi veriyor. Bu hakikatin, ıhtiyar Risalesinde, Yedinci Ricada izahı var; ona bakmalısınız.
ışte hayat böyledir... Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle zinetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s.133-134; Kastamonu Lâhikası, s.117

*
"Dünyadaki bu hayatımın hakiki lezzeti ve saadeti nedir?" diye, yine bu "Hasbünallahü ve ni'me'l-vekîl" (Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. / Âl-i ımrân, 173) âyetine baktım. Gördüm ki:
Bu hayatımın en saf lezzeti ve en halis saadeti imandadır. Yani, beni yaratan ve yaşatan bir Rabb-ı Rahîmin mahlûku ve masnuu ve memlûkü ve terbiyegerdesi ve nazarı altında olmasına ve Ona her vakit muhtaç bulunmasına ve O ise Rabbim, hem ılâhım, hem bana karşı gayet merhametli ve şefkatli bulunduğuna katî imanım, öyle kâfi ve vâfi ve elemsiz ve daimî bir lezzet ve saadettir ki, tarif edilmez. Ve "Elhamdülillahi alâ ni'meti'l-iman" (ımân nimeti için Allah’a hamdolsun) ne kadar yerindedir diye âyetten fehmettim.
Bediüzzaman Said Nursî, şualar, s.68-69

*
Evet, pek çok muvakkat lezzetler var ki, zevalleri daimî elemleri intâc ettiği gibi; çok elemlerin zevali de, leziz lezzetlere bais olur. Lezzet ve nimet ise, devam etmek şartıyla lezzet ve nimet sayılabilir.
Hülasa: ınsan, ebed için yaratılmıştır. Onun hakiki lezzetleri, ancak marifetullah, muhabbetullah, ilim gibi umur-u ebediyededir.
Bediüzzaman Said Nursî, ışaratü'l-ı'caz, s.197

*
Katiyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.
Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara, ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten müptelâ olur.
Evet, şu perişan dünyada, âvâre nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta, sahipsiz, hâmisiz bir surette, âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder? ışte bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan, fâni dünyada, insan sahibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar biçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s.218
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Mesajlar: 46

Meslek: ÜNV. ÖğRENCıSı

Hobiler: SıNEMA,SPOR,EDEBıYAT

  • Özel mesaj gönder

5

31.01.2009, 01:30

bu sayıları geçtik yeni sayı yok mu?

Zehracan

Süper Moderatör

  • Konuyu başlatan "Zehracan"

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

6

31.01.2009, 16:23

var.. :oops:
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir