Giriş yapmadınız.

1

11.09.2008, 04:58

Ölüme geçici bir hayat rengi vermek

“125 yaş ve kansersiz bir hayat ütopik değil.

ıspanyol bilim adamları, gen terapisiyle farelerin ömürlerini yüzde 45 oranında uzatmayı başardı. ıspanyol Ulusal Kanser Araştırma Merkezi (CNIO) uzmanları, ‘Sadece ömürleri uzamadı, kansere de yakalanmadılar. Bunu insanlara uyarlayabilirsek 125 yaşına kadar kansersiz bir hayat yaşanacak’ dedi.” (Akşam, 1.9.2008)

Bediüzzaman, yıllar önce “En müzmin dertlere dahi derman bulunabilir” demişti. “Hattâ, ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür” diyerek, insan ömrünün uzayabileceğine işaret etmişti.

Bu, kuru bir iddiâ değildi. Çünkü, Kur’ân, buna işaret ediyordu. Bediüzzaman da, Kur’ân’a dayanıyordu.

Kur’ân âyetlerinin zahirî mânâlarının yanında, her asra bakan işârî mânâlarının olduğuna da dikkat çeken Bediüzzaman, yukarıdaki ifadelerini şu âyete dayandırmıştı:

“Allah’ın izniyle anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulanları iyileştirir ve ölüleri diriltirim.” (Âl-i ımrân Sûresi: 49.)

Hz. ısa’nın (as) bir mû'cizesini zikreden bu âyet-i kerime, aynı zamanda kıyamete kadar gelecek bütün insanlığa da önemli mesajlar veriyordu. Çünkü Kur’ân, ezelî bir kelâmdı.

Bediüzzaman, sözkonusu âyetin işaretini şöyle ifade etmişti:

“En müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise, ey insan ve mû'sîbetzede benîâdem! Me’yus (ümitsiz) olmayınız. Her dert, ne olursa olsun, dermânı mümkündür; arayınız, bulunuz. Hattâ, ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür.”(Sözler, s. 232)

Demek ki çalışmak, aramak gerekiyordu...

Nitekim insanoğlu, yaptığı araştırmalar neticesinde, gerek ölümcül hastalıklara şifa, gerekse ömrü uzatacak başka yollar bularak “ölüme muvakkat bir hayat rengi” verebiliyor. ışte, ıspanyol bilim adamlarının yaptığı çalışmalar, bunun son örneklerinden biri.

Daha önce de şöyle bir araştırma yer almıştı basında:

“Anti-aging uzmanı Hong Kong asıllı ABD’li 59 yaşındaki Dr. Edmund Chein, hormon tedavisiyle yaşlanmanın durdurulabileceğini ve hatta giderek gençleşmenin mümkün olduğunu iddiâ etti. Chein’e göre, bu terapiyle insanlar yakında 200 yaşına kadar yaşayacak. Chein, ‘Örneğin genetik olarak 90 yaşına kadar yaşaması mümkün olan birini ele alalım. Bu süreci 120, 150 hatta 180 yaşına kadar çekebiliriz. Yani ölümü erteleyebiliriz’ dedi. Hastalarına büyüme hormonu veren Chein, Allah’ın insanlara doğuştan verdiği hormonları kendisinin hap olarak sunduğunu söyledi.” (Akşam, 31.12.2007)

Âl-i ımrân Sûresi’nin 49. âyetinin tefsiri ışığında “ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkün” olduğuna göre, ıspanyol bilim adamlarının veya Dr. Edmund Chein’in insan ömrünün uzatılmasıyla ilgili araştırmaları yabana atılmamalı.

Ancak asıl yabana atılamayacak kesin gerçek ve nihaî sonuç, aynı sûrenin 185. âyetinin verdiği açık mesaj olsa gerek:

“Her nefis ölümü tadıcıdır.”

ıSMAıL TEZER
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

Muha1

Profesyonel

  • "Muha1" bir erkek
  • "Muha1" adlı kullanıcı yasaklandı

Mesajlar: 1,194

Meslek: gazeteci

Hobiler: Kitap ve getirdikleri

  • Özel mesaj gönder

2

11.09.2008, 08:49

Haberin bu şekilde te'vil edilmesi gayet hoşuma gitti. Üstadımın ifadeleri müteaddit cihetlidir ve mana tamlaması vardır. Bu da bunlardan bir tanesidir...
Allah razı olsun abi...
Hayat Saklambaç(sa) Ölüm Sobe(ler)...

" Zulm ile âbad olanın sonu berbad olur! "

3

11.09.2008, 10:17

Bu te'vil'ler insanı iki dünya saadetini iktiza eder ve tefekkür buudlarına ulaştırır inşaAllah.

Allah razı olsun ebeden.
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

4

11.09.2008, 12:02

Ömrün uzatılması ve buna benzer çalışmalar yazılan kaderi etkilemez mi?

5

11.09.2008, 12:37

Kader, etkilemek ne demek? Kader değişir mi? Yada hangi suretlerde değişir?
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

6

11.09.2008, 13:41

mutlak kaderderde ilmi ezelide herşey bellidir
"Ecel birdir, tegayyür etmez"

Emirdağ Lâhikası | 313
''Ey gönül!Canına üflenen nefhayla yan da kavrul!Amma lale gibi ol ki;halinden sadece ''yar'' haberdar olsun.''

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

7

11.09.2008, 18:22

Allah´ın takdiri ve tasarrufu...

"ınsanın kaderi değişir mi?"

ınsanın kaderi durup dururken değişmez elbet. Fakat insanın duâ ve niyazına göre, amel ve duruşuna göre Cenâb-ı Allah kişiyle ilgili takdir ve tasarrufunu dilediği gibi değiştirir. Evet, kadere iman haktır. Fakat bunu doğru anlamamız gerekir. Unutmayalım: Cenâb-ı Hak Kur’ân’ın hiçbir âyetinde kul ile Rabbi arasına bir “kader” engeli koymamıştır! Öyle ya; kader değişmez düz bir yazı olsaydı duâya ve niyaza, isteğe ve dileğe ne gerek vardı? Ama dikkat edelim ki, Kur’ân’a göre kul Rabb’ine her an sığınmalı, her an duâ etmeli ve her an istemelidir. Rabb-i Rahîm de her an duâlara cevap veren1 ve kabul edendir.2

Öyleyse, Cenâb-ı Hak kulu ile kulunun gidişatına, duasına, niyazına, kalbine, ihlâsına, yönelişine ve davranışlarına göre muamele yapar. Bu muamele bizim için yeterlidir. Buna isterseniz, ‘kaderimiz bizim olumlu davranışlarımız ve Allah’ın takdiri ile değişir’ diyelim. ışte âyet: “ıman edip tövbe eden ve sâlih amel işleyenlerin, Allah kötülüklerini iyiliklere değiştirir. Allah bağışlar ve merhamet eder.”3

Nitekim Üstad Bedîüzzaman Hazretleri, Allah’ın “ata” kanunuyla dilerse kulunun kaderini kaza etmekten, yani uygulamaktan vazgeçtiğini bildirmiştir.4

Dipnotlar:
1- Mü’min Sûresi, 40/60.
2- Bakara Sûresi, 2/186.
3- Furkan Sûresi, 25/70.
4- Mesnevî-i Nûriye, s. 175.


[img:145:53]http://www.saidnursi.de/images/forum/smilies/fikih01.png[/img]
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

8

11.09.2008, 18:24

Kadere iman nedir, ne değildir?

*“Kadere iman nedir? Kader değişir mi? Biz kendi hayatımızı ne derece yönlendiriyoruz?”

ımanın altı esasından birisi kadere imandır. Kadere iman, her şeyin Cenâb-ı Hakk’ın bizzat ilmiyle ve takdiriyle vücuda geldiğine inanmaktır.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Ne yeryüzünde vâkî olan, ne de sizin başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan evvel o, bir kitapta yazılmış olmasın! Doğrusu bu, Allah’a pek kolaydır.”1 Bir diğer âyette ise Cenâb-ı Hak: “Hazinesi bizim katımızda olmayan hiçbir şey yoktur. Biz onu ancak belli bir kadere (ölçüye) göre indiririz”2 buyurur.

Kaderi, her şeyi ve bütün kâinatı kapsayan bir muazzam program olarak telâkki etmeliyiz. Bu çerçevede biz de kaderin hükmü altındayız. Çünkü kâinatta “ahsen-i takvîm”3 makamı verilen ve en güzel biçimde yaratılan insanın, programsız, plânsız ve rastgele yaratılması asla düşünülemez! Ancak kendi istek ve arzularımıza göre davranışlarımızı yönlendirme yetkisine sahip olduğumuzu, yani bir cüz’î irademizin bulunduğunu da unutmamalıyız. Bu da bizim “emanet-i kübrâ”, yani “en büyük emanet” sahibi olduğumuzu gösterir.

Kaderin Cenâb-ı Hakk’ın ilmini, iradesini ve fiilini; cüz’î iradenin de kulun iradesini ve fiilini ifade ettiği cihetle ıslâmiyetin ve imanın gündemine girdiklerini beyan eden Bedîüzzaman Hazretleri, her şeyi Cenâb-ı Hak’tan bilen mü’minin, tekliften ve mes’ûliyetten kaçmamak için karşısına cüz’î iradenin çıktığını ve ona, “Yaptıklarında mes’ûl ve mükellefsin!” dediğini; kendisinden sâdır olan iyilikler ve güzellikler karşısında da mağrur olmamak ve gurura kapılmamak için önüne kaderin çıktığını ve ona: “Haddini bil; mağrur olma! Yapan sen değilsin; bu Cenâb-ı Hakk’ın takdiridir!” dediğini kaydeder.4 Buna göre, iyilikler ve güzellikler Cenâb-ı Allah’tandır. Kötülükler ve çirkinlikler de nefistendir. Başka bir ifadeyle kul iyiliklerini Cenâb-ı Hakk’ın takdirine vermeli ve şükretmeli; kötülüklerini de kendi nefsinin cüz’î istek ve arzularına vermeli ve bunun şerrinden Allah’a sığınmalıdır.

Bedîüzzaman’ın kader ve cüz’î iradeye bu yaklaşımı, şu âyetin de tefsiri mahiyetindedir: “Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Sana gelen her kötülük nefsindendir.”5 Yani iyilikler bizden değil, Allah’tandır! Kötülüklerin mes’ûliyeti ise kaderin değil, bizimdir! Yani iyiliklerimiz Cenâb-ı Hakk’ın kader çerçevesi içinde bizim için takdir buyurduğu çizgilerdendir; kötülüklerimiz ise, bizim bu çerçeveyi yırtarak, bu çizgilerden çıkarak, kendi cüz’î istek ve arzumuz ve nefsânî iştihalarımız peşinde içine düştüğümüz ve kendimizi pençesinden kurtaramadığımız hazlarımızdandır.

Öyleyse kötülüklerimiz için kaderin zaten kabahati yoktur! ıyiliklerimiz hususunda ise zaten bizim şikâyetimiz yoktur ki kadere küselim! Yani iyiliklerimiz için Allah’a şükrederiz. Kötülüklerden de kendimizi korumaya çalışırız ve Allah’ın yardım ve inayetini isteriz. Namazın her rek’âtinde okumamız vacip olan Fatiha Sûresinde, günde en az kırk kıyamda: “ıyyâke na’büdü ve ıyyâke nesta’îyn. ıhdinâ’s-Sırâta’l-Müstakim”6 diyoruz. Yani Cenâb-ı Hak’tan yardım ve hidayet istiyoruz. Bu duâ, bize vahiy diliyle ifade eder ki: Kötülüklerden, seyyiâttan ve nefsimizin şer taleplerinden her an Allah’a sığınmalı; her an Allah’ın yardım ve inâyetini istemeli ve hidayeti doğrudan Allah’tan dilemeliyiz.

Dikkat ederseniz: Cenâb-ı Hak ne burada, ne de Kur’ân’ın hiçbir âyetinde kul ile Rabbi arasına bir “kader” engelini koymamıştır! Anlatılmak istenen odur ki: Kul Rabb’ine her an sığınmalı, duâ etmeli ve istemelidir. Rabb-i Rahîm de her an duâlara cevap veren7, icabet eden ve kabul edendir8. Arada, zannedildiği gibi bir “kader” engeli yoktur! ılginç değil mi?

şu halde sanıyorum, kader anlayışımızı yeniden gözden geçirmemize ihtiyacımız var. Bediüzzaman’ın Kader Risâlesinde kaydettiği gibi, kader geçmişe ve musibetlere karşı ümitsizliğin ve üzüntünün ilâcı olarak kullanılabilir. Yani kul musibetleri Cenâb-ı Hakk’ın takdir ettiğine inanırsa, sabreder ve Allah’tan yardım diler. Kendisinin kusuru olup olmadığını salim bir akıl ile araştırır. En azından bunalım konusu yapmaz, stres içine girmez.

Cenâb-ı Hakk’ın bizim yapacaklarımızı bilmesi ise, zaten O’nun Ulûhiyetinin şe’nidir. ılim sıfatının da gereğidir. Ancak biz, kendi irademizle hareket ederiz. Bundan dolayı da sorumluyuz.

Özetlemek gerekirse, hiç şüphesiz Cenâb-ı Hak kulu ile kulunun gidişâtına, duâsına, kalbine, ihlâsına ve yönelişine göre muamele yapar. “ıman edip tevbe eden ve sâlih amel işleyenlerin, Allah kötülüklerini iyiliklere değiştirir. Allah bağışlar ve merhamet eder”9 âyet-i celîlesi bunu ifade eder.

Demek insan yönelişleriyle ve duâlarıyla, Allah’ın da izni ve takdiri çerçevesinde kendi hayatını ve davranışlarını yönlendirmektedir.

Dipnotlar:
1- Hadid Sûresi, 57/22
2- Hicr Sûresi, 15/21
3- Tîn Sûresi, 95/4
4- Sözler, s. 427
5- Nisâ Sûresi, 4/79
6- Fâtihâ Sûresi, 1/5,6
7- Mü’min Sûresi, 40/60
8- Bakara Sûresi, 2/186
9- Furkan Sûresi, 25/70


[img:145:53]http://www.saidnursi.de/images/forum/smilies/fikih01.png[/img]
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir