Giriş yapmadınız.

1

07.09.2007, 22:26

şeytanın kalbe giriş yolları

şeytanın kalbe giriş yollarından birisi de kıskançlık ve hırstır

Kıskançlık ve hırs, insanı mahveder. Bunlar da şeytan için büyük bir fırsattır. Bu konuda evliyalardan bir zat şöyle anlatmıştır: "Kıskançlıktan sakınınız. Çünkü kıskançlık, gerek göklerde ve gerekse yeryüzünde Allah'a karşı gelmeye ilk yol açan günahtır".

Bilindiği gibi şeytan, Adem (A.S)'i kıskandığı için: "Beni ateşten, onu ise topraktan yarattın!" diyerek ona secde etmek istememiş ve kıskançlığı yüzünden Allah'ın lanetine uğramıştır. Hırsın ilk örneği de Adem (A.S) da görülmüştür. Bilindiği gibi Adem (A.S)'e: "şu ağaç dışında her şey sana mübahtır." dendiği halde, hırsı kendisini o yasak ağacın meyvesinden yemeye sürüklediği için cennetten çıkarılmıştır.

ınsanın dağlar kadar ameli de olsa, kıskançlık bütün bu amellerin sevabını yok eder. Halbuki insan binbir zahmetle, nefsini zorlayıp amel yaparak sevap kazanıyor, bu sevaplarını da kıskançlık yaparak boşu boşuna mahvetmesi çok yazıktır. Hased eden kimse Allahu Zülcelal'in ni'metlerinin düşmanıdır. O'nun takdirine kızgındır. O'nun kulları arasındaki yaptığı taksime razı değil demektir.

Hırs da; dünya malının üstüne haris, yani arzu sahibi olmaktır. Mesela, kadının altına ve güzel elbiselere meraklı olması, erkeğin de ticarette çok mal biriktirme sevdasına tutulmasıdır. Bazı insanlar çok mal biriktirmeye çalışıyor ve bu nedenle namazdan, ibadet ve zikirden maalesef geri kalıyor. Fakat insan hırsla değil, ancak kanaatle zengin olur. Onun için denilmiştir ki: "Kanaattan daha üstün bir zenginlik, haris (hırslı) olmaktan da daha şiddetli bir fakirlik yoktur. Çünkü insanın rızkı, henüz annesinin karnında yüzyirmi günlük iken yazılmaktadır."

ınsanın az bir şeyi olsa da kanaat etse, yine zengin olur. Fakat insan ihtiras sahibi olursa, bütün dünya da kendisinin olsa, bu dünya ile yetinmeyip ikinci bir dünya isteyecek olursa, içinde daima huzursuzluk meydana çıkacaktır.

şeytanın diğer giriş kapıları ucub, kibir ve cimriliktir. Bütün manevi hastalıkların kapısı da bunlardır. ınsan bu manevi hastalıklardan kolay kolay kurtulamaz. Ancak bu hastalıklardan, bir evliyanın elinde tevbe etmekle kurtulunur. Daha sonra zikir ve hizmet yapmakla, insandan bu manevi hastalıklar izale olur. Allah-u Zülcelal herşeyi kural ve kaideye bağlamıştır.

ınsan, kural ve kaidelere, Allah-u Zülcelal'in zikrine, ibadetine devam ede ede ve tevbe etmek suretiyle zamanla bu manevi hastalıklardan kurtulur. ınsandan bu manevi hastalıklar zail olduktan sonra, kolaylıkla Allah-u Zülcelal'in ibadetini yapabilecek duruma gelir. şunu iyi bilmeliyiz ki; Allah-u Zülcelal'in ibadetinde devamlı olursak, o zaman dünya bizim için hayırlıdır. Aksine dünyaya müptela olursak, dünya bizim için hayırlı değil demektir.

Ebu Hureyre ( R.A)'dan rivayetle Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur:

"Size hayırlınızın kim olduğunu söyleyeyim mi? Hayırlınız, ömrü uzun, amelleri güzel olanınızdır." (Ahmed bin Hanbel, ıbn Hıbban, Beyhaki, Hakim)

ışte bunu böyle bilmeliyiz. Eğer biz ömrümüzü salih amel işleyerek geçiriyorsak, o zaman dünyada kalmak bizim için hayırlıdır. Bu durumda Allah katında zengin oluyoruz demektir. O da yaptığımız amele göre bize mükafaat verecektir. Yok eğer -neuzübillah- günahlara müptela isek, o zaman dünyada kalmak bizim için hayırlı değil, şerlidir demektir.

Ahmed bin Sehl şöyle anlatmıştır: "Bir gece rüyamda Yahya bin Eksem'i görerek: "Ey Yahya, Rabb'in sana ne şekilde muamele etti?" diye sordum. Bana şöyle dedi; "Allah, "Ey kötü ihtiyar, yaptın yapacağını!" deyince, buna karşılık ben de O'na: "Dünyada bana merhamet yapacağına umutluydum. Ya Rabbi! Ben sadece sana dayanan bir sözü naklettim." dedim. Allah-u Zülcelal bana: "Nasıl naklettin?" diye sorunca, şu cevabı verdim: "Ben Abdurrezzak'dan, Abdurrezzak Muammer'den, Muammer Zühri'den, Zühri Urve'den, Urve Hz. Aişe'den, Hz. Aişe Peygamberimiz'den, Peygamberimiz (S.A.V) Cebrail'den, Cebrail de Sen'den duyduğuna göre, Sen şöyle buyurdun: "Ben, ıslam da ağaran saç ve sakala azap etmekten haya ederim."

Allah-u Zülcelal bu sözlerime şöyle cevap verdi: "Bu söylediklerinin hepsi doğru söylediler, ben de doğru söyledim. Ey Yahya! Ben gerçekten müslüman olarak ihtiyarlayanları azaba çarptırmam." Sonra Allah-u Zülcelal amel defteri sağdan verilenlerle birlikte, benim de cennete sevkedilmemi emretti."

ışte biz de Allah-u Zülcelal'den ümitli olalım. Hem dünyada ve hem de ahirette O'ndan hayır isteyelim. O'nun affını isteyip, daima O'na yalvaralım.

Anlatıldığına göre, ımam-ı Maturidi'nin hocası, seksen yaşına vardıktan sonra talebesine: "Git bana seksen yaşında bir köle getir. Ben seksen yaşında bir köle azad edeyim ki, Allah-u Zülcelal de kıyamet günü beni cehennem ateşinden azad etsin." dedi ve talebesi olan ımam-ı Maturidi'yi çarşıya gönderdi.

ımam-ı Maturidi çarşı pazarı aradı, fakat seksen yaşında hiç köle göremedi. Çünkü köleler seksen yaşına varmadan önce ihtiyarladıkları için azad oluyorlardı. ımam-ı Maturidi bu şekilde çarşı pazarı dolaştıktan sonra tekrar hocasının yanına geldi ve: "Hocam bulamadım. Herkes diyor ki; seksen yaşında köle olmaz. O yaşa gelmeden önce onlara merhamet ederek azad ederler. Onun için seksen yaşında köle bulamadım." dedi. Bunun üzerine hocası şöyle dedi: "Ya Rabbi! ınsanlar kul olduğu halde kölelerine merhamet edip azad ediyorlar. Oysa ben Sen'in kulun ve kölenim. Seksen yaşına geldim ve zayıfladım. Bana merhamet ederek kendi ateşinden azad et."

ışte biz de daima bu şekilde Allah-u Zülcelal'e yalvaralım. Bu şekilde Allah-u Zülcelal'e yalvardığımız zaman, O bize merhamet edecektir. Fakat hiçbir şey yapmamışız gibi, şimdi işimiz yerinde diye emin olursak, kıyamet gününde çok perişan oluruz.

Bazı insanlar: "Ben hasta oldum, virdimi çekemiyorum, namazım biraz ağır geliyor, teheccüde kalkamıyorum." diyorlar. Fakat: "Ben hasta oldum, şeytan benim kalbimi istila etmiştir, o şeytanı kovmak için hemen çaba sarfetmem lazımdır." demiyorlar. ışte böyle, sanki hiç bir şey olmamış gibi davranamayız. Mesela kolu kırılan bir insan hemen doktora gidiyor. Çünkü gidip tedavi olmazsa ya kolu kesilir veyahut da ölür.

Manevi yönden hasta olan insan da aynen böyledir. Eğer bu insan -neuzübillah- tedavi olmazsa, sonu cehennem ateşi olabilir. Onun için hemen tedavi olmamız gerekir. Ahiret bakımından hasta olmak, ebedü'l-ebed olan hayatı tehlikeye atmak demektir. Tedavi olmayıp bu şekilde kalmak doğru değildir. Onun için her gün kendi nefsimizle hesap görelim. Nefsimize: "Ey nefsim! ışte durum böyledir. Senin Rabb'in, senin Peygamberin sana bu şekilde nasihatta bulunuyor. Sen de kendini ona göre ayarla!" deyip devamlı olarak hesap görmemiz lazımdır.

şunu iyi bilmeliyiz ki, hakikatler Allah-u Zülcelal'in yanındadır. Hakikat ne ise, mutlaka kıyamet günü açığa çıkacaktır. Haklı isek ne âlâ, eğer -neuzübillah- haksız isek sonumuz felakettir. Onun için daha fırsat elimizde iken kendimizi düzeltmemiz gerekir.

Eğer tek başımıza yapamıyorsak, gelin elele vererek, cemaat şeklinde Allah-u Zülcelal'e ibadet yapalım ve O'nun rızasına beraber gidelim. Bunun için Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur:

"Kim ıslam cemaatinden bir karış ayrılırsa, ıslam halkasını boynundan çıkarmış olur." (Ebu Davud, Tirmizi)

Bunun için hep birlikte el ele verelim ve Allah-u Zülcelal'e yönelelim.

Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...
Allah Yar ve Yardımcımız olsun...

2

08.09.2007, 09:58

ALLAH razı olsun kardeşim...

şeytan'ın Kalbe Giriş Yollarını birkaç madde halinde toplarsak ;

1) şerri - hayır gibi göstermek,
2) Kötülüğü - iyilik gibi göstermek,
3) Haramı - helâl gibi göstermek,
4) Mekruh'u - mübah gibi göstermek,
5) şehvet ve Gazaplı anlarında insanları aldatmak,
6) Hased ve hırs: Kul bir şeye haris oldumu artık hakkı görmekten kör ve hakikatı duymaktan sağır olur.
7) Helâl bile olsa - doyasıya fazla yemektir. Zira insan fazla yeyince şehveti artan. şehvet ise şeytan'ın silahıdır.
8 ) Dünya süsüne tama' etmek, arzu duymak. Öyle ki âdeta tama' ettiği şey onun ma'budu olur,
9) Âdem oğluna işlerinde acelecilik ettiği zamanlarda ona vesvese vermek.
Resûl-i Ekrem "Acele şeytandan teenni ise Allah'tandır." buyurdu. Sehl b. Sa'd (Tirmizi)
10) Cimrilik ve yoksulluk korkusu vermek,
11) Mezhep taassubu ile hasımlara kin tutmak, onları küçümsemek ve hakaretle bakmaktır.
Bir imâmın mezhebinden olduğunu iddia edip onun ahlâkı ile ahlâklanmayanın kıyamet gününde hasmı o imamdır.
12) Allah (c.c.) ın zat ve sıfatları hakkında akıllarının almadığı meselelerde düşünceye sevk edip, şüpheye düşürmek. Dinini zayıflatmak,
13) şeytanın kalbe giriş kapılarından biride sû'i zan (kötü zan) dır.



ALLAH'u teala şeytandan ve nefsimizden korusun...
şu âlemde mü'minin mü'mine karşı en büyük yardımı dua iledir.Barla -247

duygu

Profesyonel

  • "duygu" bir kadın

Mesajlar: 966

Konum: istanbul

Meslek: ev hanımı

Hobiler: hat ve ebru sanatı, tasarım, araştırmak ve farklılık.ney çalmak

  • Özel mesaj gönder

3

08.09.2007, 10:02

amin ecmain ablalarım:)
Sus gönlüm...
Seni senden daha iyi bilen, Rabbinin hükmü vuk'u buluncaya kadar sus
...

4

08.09.2007, 15:40

Allah cümlemizden razı olsun... Hak yolundan ayırmasın...
Allah Yar ve Yardımcımız olsun...

6

08.09.2007, 20:58

Re: şeytanın kalbe giriş yolları

Amin..Allah razı olsun paylaşım için.

Alıntı sahibi ""ayse55""

Hırsın ilk örneği de Adem (A.S) da görülmüştür. Bilindiği gibi Adem (A.S)'e: "şu ağaç dışında her şey sana mübahtır." dendiği halde, hırsı kendisini o yasak ağacın meyvesinden yemeye sürüklediği için cennetten çıkarılmıştır.


şeytanın Hz.Adem (a.s.)'a vesvese vermesi ile ağaçtan meyve yemesi Hz.Adem(a.s.)'ın hırsı mı oluyor şimdi?
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

7

08.09.2007, 21:10

şeytan, Hz.Adem aleyhisselâm'a, o ağacın meyvesinin ebediyet ve bekâ verdiğini söyleyerek kandırmıştır. Ayet hangi suredeydi hatırlamıyorum şu an. Yani şeytan, Hz.Adem aleyhisselamı bir tutkusunu kullanarak aldatmıştır. Ama Hz.Adem a.s. gibi bir nebî ve insanlığın babası için, bizim gibi sıradan kulların hâris kelimesini kullanması yakışık almaz. Yazının da zaten amacı, ardına düşülen tutkuların, ilahî yasaklara ters olduğunda verdiği zararı anlatmak.

8

08.09.2007, 21:25

tamam işte buna hırs demek biraz garibime gidiyor..
acizane olarak bu konuda şu yazıyı eklemek istedim. :oops:


şeytanın cennete girip, Âdem Aleyhisselâm ve Havva anamızı kandırıp yasak meyveden yemelerini sağlamasının nasıl gerçekleştiği hakkında çok değişik rivayetler vardır. Bu rivayetlerin birçoğu asılsız olup, bir kısmı da ısrailiyattan alıntı yapılmıştır.

Âdem Aleyhisselâm cennete sokulmadan önce, Havva anamız onun sol eğe kemiğinden yaratıldı. Sonra her ikisi de cennete sokuldu.
Bir başka rivayette de:
ıbn Abbas ve ıbn Mes'ûd'dan rivayet edilmiştir ki:
"Âdem cennete yerleşince, orada yalnız kalmıştı. Kendisiyle sükûnet bulacağı bir ailesi yoktu. Bir defa hafif bir uykuya daldı, uyandığında başı ucunda oturan bir kadın gördü. Allahu Teâlâ kadını, o uyurken kaburga kemiğinden yaratmıştı. Âdem ona:
–Sen kimsin? dedi.
–Ben bir kadınım, diye cevap verdi. Âdem:
–Sen niçin yaratıldın?
–Sen benimle sükûnet bulasın diye.
Bu hâdiseyi seyreden melekler, Âdem'in ilmini denemek için sordular:
–Onun ismi nedir?
–Havva. Melekler:
–Havva ismi niçin verilmiştir? Âdem:
–Diriden yaratıldığı için. Bundan sonra Allah Teâlâ Hazretleri Âdem'e:
–Ey Âdem! Sen ailenle beraber şu cennette yerleşin. buyurdu."(1)
Âdem Aleyhisselâm ile Havva anamızın cennette ne kadar kaldığı hususunda ihtilaf vardır.
Bir rivayete göre; ikindi ile akşam arası kadar bir zaman cennette kalmışlardır.
Bir başka rivayete göre de; öğlen ile ikindi arası kadar bir zaman kalmışlardır.
Bir başka habere göre de bir günün dörtte biri kadar bir zaman kalmışlardır.(2)
Âdem Aleyhisselâm'ın cennette ne kadar kaldığında ihtilaf olduğu gibi, cennetten çıkarılmalarına sebep olan meyve hakkında da görüş ayrılıkları vardır. Çoğunluğun görüşüne göre; meyvesi yenilen ağaç Buğday ağacıdır. Ayrıca hurma ağacı, kâfur ağacı, huld ağacı ve incir ağacı diyenler de olmuştur.
Âdem Aleyhisselâm'ın yasak ağacın meyvesinden yemesi bir isyan ve emre kasıtlı itaatsizlik değildi. Âdem Aleyhisselâm bu işi, unuttuğu için yaptı. Bu konuyu açıklayan bir âyet–i kerime şöyledir:
"Andolsun biz, daha önce de Âdem'e ahit vermiştik. Ne var ki o, ahdi unuttu…"(3)
Âdem Aleyhisselâm, cennette kendisine ve eşine yasak edilmiş meyveden yediler. Bilerek, kasıtlı olarak yiyip de isyan içinde olmadılar; bilakis unutarak o yasak edilen meyveden yediler. Âyet–i kerimede de buyrulduğu üzere, unutması sebebiyle mazur tutulmuş ve ağaca yaklaşması onun masumluğunu ortadan kaldırmamıştır.
"şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi aştırdı ve içinde bulundukları (cennetten) onları çıkardı. Bunun üzerine: 'Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır.' dedik."(4)
şeytanın cennete girip Âdem Aleyhisselâm ve Havva anamızı kandırıp yasak meyveden yemelerini sağlamasının nasıl gerçekleştiği üzerine çok değişik rivayetler vardır. Bu rivayetlerin birçoğu asılsız olup, bir kimside ısrailiyattan alıntı yapılmıştır. O kadar çok rivayet yapılmış ki, doğruluk derecelerinde ciddi tereddütler olduğu için kayda geçmeyeceğiz.
şeytan bir şekilde cennette girdi. Her şeyin en doğrusunu Allah Celle Celaluhu bilir. şeytan, Âdem Aleyhisselâm'a yaklaştı, ona değişik söz ve anlatımlarda bulunarak kandırmaya çalıştı, ancak Âdem Aleyhisselâm onu dikkate almadı ve kıymet vermedi.
Allah Celle Celaluhu Âdem Aleyhisselâm'ı, şeytan hususunda uyarmış şöyle buyurmuştu:
"…Ey Âdem! dedik, bu hem senin için hem de eşin için büyük bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra yorulur, sıkıntı çekersiniz."(5)
Bu ikaz ve uyarıda birkaç önemli işaret bulunmaktadır. şöyle ki: şeytan bir düşmandır. Bu düşman sizi cennetten çıkarmak için çalışmaktadır, sakın ha şeytana dikkat edin. Eğer şeytana uyarsanız, sizi çok sıkıntılı ve zorlu bir başka hayat beklemektedir.
"şimdi burada senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak. Yine burada sen susuzluk çekmeyecek, sıcaktan da bunalmayacaksın."(6)
Bu âyet–i kerimede de cennetin nimetleri hatırlatılarak, "şeytan'a uyarak bu nimetlerden olmayın." deniliyor. Rabbimiz bu uyarıları yaptıktan sonra şeytan görevini icra etmeye başladı.
Burada akla şu soru takılabilir: Yer, cennet. şeytanın cennete ne işi var? Ya da şeytan cennete Allahu Teâlâ'nın izni olmadan nasıl girebilir? Bu ve benzeri sorulara verilecek cevap açıktır. Rabbimiz âlemleri yaratıp, varlık âleminde, zamanda yaşamaya başladığı andan itibaren, Rabbimizin âlemlere koyduğu nizam, âdetullah, sünnetullah işlemektedir. Meydana gelen her olay, her hâdise bu âdetullahın bir gereğidir. şeytan da takdir–i ilâhîde çizilmiş bir kader planı üzerinde, kendi üzerine düşen vazifeyi icra etmektedir.
şeytan uğraştı, didindi ve sonuçta başarılı olmada bir yol buldu. Kur'an–ı Kerim'de şöyle buyrulmaktadır:
"Derken şeytan onun aklını karıştırıp, 'Ey Âdem!' dedi, Sana ebedîlik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?'"(7)
şeytan Âdem'e ve eşine ebedîlik ağacı olarak yasak edilmiş ağacı gösterdi. "Eğer bu ağacın meyvesinden yerseniz, fanilikten çıkar ebedî hayatı elde eder ve büyük bir saltanat sahibi olursunuz." dedi. Bu söylediklerinin doğruluğuna onları inandırmak için daha neler yaptı? Kur'an–ı Kerim'e müracaat edelim.
"Ve onlara, 'Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim.' diye yemin etti."(8)
şeytanın bütün ısrar ve telkinlerine rağmen Âdem Aleyhisselâm ikna olmamıştı. Fakat Havva validemiz ağaçtan yemeye daha meyilli görünüyordu. şeytan bunun farkına varınca, ısrarlarını sıklaştırdı ve netice itibariyle şeytan amacına ulaştı.
Havva validemiz yasak edilmiş meyveden yedi. Sonra da Âdem Aleyhisselâm'a dönerek dedi ki:
"Ey Âdem! Sen de ye, ben yedim bana hiçbir zarar vermedi." Eşinin bu telkini Âdem Aleyhisselâm'ı iyice şaşırtmış ve kararsız kılmıştı. Bir yanda şeytan, diğer yanda eşi… Sonuç olarak, bu ısrarlara dayanamadı ve yasak edilmiş meyveden o da yedi. Âdem Aleyhisselâm da yasak meyveden yiyince, her ikisinin de üzerindeki elbiseler düştü, üzerleri elbisesiz kaldı. Rivayet edilir ki, avret yerlerini örtmek için incir yapraklarını kullandılar.(9)
Bu durum, Kur'an–ı Kerim'de şöyle bildirilmektedir:
"Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. Bu şekilde Âdem Rabbine âsi olup yolunu şaşırdı."(10)
Ebû Hüreyre Radıyallahu Anh'dan gelen bir rivayette Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdular:
"Benî ısrail olmasaydı, et bozulmayacaktı. Havva olmasaydı hiçbir kadın kocasına hainlik etmeyecekti."(11)
Sonra Âdem Aleyhisselâm cennette utanarak koşmaya başladı. Bir ağaç onu alın saçından yakaladı. Âdem ağaca dedi ki:
–Bırak beni!
Ağaç:
–Seni bırakamam.
Allah Celle Celaluhu buyurdu:
–Ey Âdem! Benden mi kaçıyorsun?
Âdem:
–Ya Rabbi! Ben senden çok utanıyorum.
Mevlâ Teâlâ:
–Ey Âdem! Benim civarımdan çık. ızzetime yemin ederim ki, bana isyan edeni, mânevî civarımda tutmam. Yeryüzü dolusunca senin gibi mahlûkat yaratsam, sonra bana isyan etseler, elbette onları âsilerin yurduna yerleştiririm."
Âdem Aleyhisselâm:
–Ya Rabbi? Senin helâllerin tabi-î ki yeterlidir. Lâkin izzetine yemin ederim ki, ben kimsenin, senin ismine yalan yemin edebileceğini zannetmezdim.
Mevlâ Teâlâ:
–ızzetime yemin ederim ki, elbette seni yeryüzüne indireceğim. Sonra orada çok sıkıntıyla geçimini temin edebileceksin, buyurdu. Sonra:
–Ey Cibril! Onu yumuşak bir şekilde çıkart.
Cebrail Aleyhisselâm, aldığı emrin gereğini yerine getirdi. Cebrail Aleyhisselâm, her ikisini de yeryüzüne indirdi.(12)
ıbn Sabit Radıyallahu Anh'-dan rivayet edilmiştir ki; Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Yeryüzünün döşenmesi Mekke'den başlamıştır. Melekler Beytullah'ı tavaf ettiler. Beytullah'ı ilk tavaf eden onlardır. Mekke–i Mükerreme, Mevlâ'nın "Muhakkak ben yerde halife yaratacağım" diye bahsettiği yerdir. Herhangi bir peygamberin kavmi helâk olup, kendi ve beraberindeki salih kimseler kurtulduğunda, kendisi ve adamları Mekke'ye gelerek ölünceye kadar orada Allah'a ibadet ederlerdi. Ve şüphesiz Nuh, Hud, şuayb ve Salih Aleyhimüssselâm'ın kabirleri, zemzem, Hacerü'l–esved ve Makam–ı ıbrahim arasındadır."(13)

Dipnotlar:
1– Suyûtî, "Dürrü'l–Mensûr", 1/127
2– Suyûtî, "Dürrü'l–Mensûr", 1/127
3– Taha, 20/115
4– Bakara, 2/36
5– Taha, 20/117
6– Taha, 20/118–119
7– Taha, 20/120
8– A'raf, 7/21
9– "Ruhu'l–Furkan Tefsiri", cilt. 1, s. 280
10– Taha, 20/121
11– Buhârî; Enbiya 1 (25); Müslim; Rada (63);
Ahmed b. Hanbel 2 (304–315)
12– Suyûtî, "Dürrü'l–Mensûr", 1/130
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

9

08.09.2007, 21:34

Allah razı olsun kardeşim, istifade ettik.

10

08.09.2007, 21:43

Amin cümlemizden inşAllah..
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

11

09.09.2007, 15:18

atacak bir tekmem var o kör seytana, yakalayan bana da haber versin..
Ben beni biraktigim zaman, sen beni birakma Yarab! Yunus Emre

12

09.09.2007, 15:21

tamam kardeşim hemen yakalıyacağım senin için... ya da senin yerine de atarım yakalayınca...
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

duygu

Profesyonel

  • "duygu" bir kadın

Mesajlar: 966

Konum: istanbul

Meslek: ev hanımı

Hobiler: hat ve ebru sanatı, tasarım, araştırmak ve farklılık.ney çalmak

  • Özel mesaj gönder

13

10.09.2007, 10:48

:mrgreen:
Sus gönlüm...
Seni senden daha iyi bilen, Rabbinin hükmü vuk'u buluncaya kadar sus
...

14

12.09.2007, 14:06

şeytanın Hileleri Muhyiddin´i Arabî
(Muhyiddin-i Arabi´nin "Seceret´ül Kevn" adlı eserinden iktibas edilmiştir.)


Alemlerin Rabbi olan Allah´a hamd olsun... Salat ve selam, efendimiz Emin Peygamber Muhammed´e... Sonra, onun ak aline... ve ashabının tümüne olsun.
ıbn-i Abbas (r.a.) Hz.´inden naklen Mu-az b. Cebel rivayet ediyor

- Bir gün Resülullah (s.a.v.) ile beraberdik. Ensardan birinin evinde toplanmıştık... Tam bir cemaat olmuştuk. Sohbete dalmıştık. Bu arada, dışarıdan bir ses geldi;
- Ev sahibi... ıçerdekiler.. Eve girmem için bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim var. Görülecek bir işim var.
Bunun üzerine, herkes Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin yüzüne bakmaya başladı. Orada ve her zaman büyük oydu... izin ondan çıkacaktı. Resülullah (s.a.v.) Efendimiz, duruma vakıf oldu ve:
- "Bu seslenen kimdir, bilirmisiniz?.." Buyurdu... Biz hep birden şöyle dedik:
- En iyi bilen Allah ve Resulüdür. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz:
- "O, laîn ıblistir. -şeytandır-. Allah´ın laneti onun üzerine olsun..."
Buyurunca; hemen Hz. Ömer:
- Ya Resülullah, bana izin veriniz onu öldüreyim.
Dedi... Resülullah (s.a.v.) Efendimiz bu izni vermedi; şöyle buyurdu:
- "Dur ya Ömer, bilmiyor musun ki; ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir.. Öldürmeyi bırak."
Sonra şöyle buyurdu:
- "Kapıyı ona açın gelsin... O, buraya gelmek için emir almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalışınız. Size anlatacaklarını iyi dinleyiniz..."

* * *

Bundan sonrasını ondan dinleyelim; yani Ravi´den. şöyle anlattı:
- Kapıyı ona açtılar, içeri girdi ve bize göründü. Bir de baktık ki, şekli şu: Bir ihtiyar. şaşı. Aynı zamanda köse. Çenesinde altı veya yedi kadar kıl sallanıyor. At kılı gibi. Gözleri yukarı doğru açılmış. Kafası, büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da, bir manda dudağına benziyordu.

Sonra, selam verdi, onun bu selamına Resulullah (s.a.v.) Efendimiz şu mukabelede bulundu:
- "Selam Allah´ındır ya laîn..."
Sonra ona şöyle buyurdu:
- "Bir iş için geldiğini duydum; nedir o iş?"
şeytan şöyle anlattı:
- Benim buraya gelişim, kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim.
Resulullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:
- "Nedir o mecburiyet?" şeytan anlattı:
- ızzet sahibi Rabbın katından bana bir melek geldi. Ve dedi ki:
- Allah-ü Teala sana emir veriyor: Muhammed´e gideceksin. Ama düşük ve zelil bir halde. Tevazu ile. Ona gideceksin ve ademoğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın. Onları nasıl al­dattığını söyleyeceksin bir bir ona. Sonra o; sana ne sorarsa doğrusunu di­yeceksin.
Sonra... Allah-ü Teala buyurdu ki:
- Söylediklerine bir yalan katarsan, doğruyu söylemezsen... seni kül ederim; rüzgar savurur.. Düşmanların önünde, seni rüsvay ederim.
ışte... böyle; ya Muhammed, o emir üzerine sana geldim.
Arzu ettiğini bana sor. şayet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem; düş­manlarım benimle eğlenecek. şu muhak­kak ki, düşmanlarımın eğlencesi olmaktan daha zor bir şey yoktur.

* * *

Bundan sonra, Resüiullah (s.a.v.) Efen­dimiz şöyle sordu:

- "Madem ki, sözlerinde doğru olacak­sın. O halde bana anlat: Halk arasında en çok sevmediğin kimdir?"
şeytan şu cevabı verdi:
- Sensin, ya Muhammed... Allah´ın ya­rattıkları arasında senden daha çok sevme­diğim kimse yoktur. Sonra, senin gibi kim olabilir ki? Resulullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:
- "Benden sonra, en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin?.." şeytan anlattı:
- Müttaki bir gence ki... varlığını Allah yoluna vermiştir.
Bundan sonra, sual cevap aşağıdaki şe­kilde devam etti. Resülullah (s.a.v.) Efendimiz sordu; şeytan anlattı:
- "Sonra kimi sevmezsin?"
- Kendisini sabırlı bildiğim, şüpheli iş­lerden sakınan alimi...
-"Sonra?.."
- Temizlik işinde... yıkadığı yerleri üç defa yıkamaya devam eden kimseyi.
-"Sonra?.."
- Sabırlı olan bir fakiri ki; ihtiyacını hiç kimseye anlatmaz... Halinden şikayet et­mez.
- "Peki, bu fakirin sabırlı olduğunu ne­reden bilirsin?.."
Ya Muhammed, ihtiyacını kendi gibi birine açmaz. Her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, Allah onu
sabredenlerden yazmaz. Sabırlı kimselerin işi buna benzemez. Hasılı, onun sabrını; halinden, tavrından ve şikayet etmeyişinden anlarım.
- "Sonra kim?.."
- şükreden zengin.
- "Peki, ama o zenginin şükreden oldu­ğunu nasıl anlarsın?.."
- Onu görürsem ki, aldığını helal yol­dan alıyor ve mahalline harcıyor. Bilirim ki:
O şükreden bir zengindir.

* * *

Resülullah (s.a.v.) Efendimiz bu defa mevzuu değiştirdi ve ona başka bir sual sor­du:

- "Peki, ümmetim namaza kalkınca, se­nin halin nice olur?.."
- Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar. Titrerim.
- "Neden böyle olursun; ya laîn?.."
- Çünkü bir kul, Allah için secde edince bir derece yükselir.
- "Peki, ya oruç tuttukları zaman nasıl olursun?.."
- O zaman da bağlanırım. Taa, onlar iftar edinceye kadar.
- "Peki, ya hac yaptıkları zaman nasıl olursun?.."
- O zaman da, çıldırırım.
- "Peki, ya Kuran okudukları zaman nasıl olursun?.."
- O zaman da, eririm. Tıpkı ateşte eri­yen bir kurşun gibi eririm.
- "Peki, ya sadaka verdikleri zaman ha­lin nasıldır?.."
- Ha, işte... o zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, bir testere alır eline ve beni ikiye böler.

Resülullah (s.a.v.) Efendimiz sebebini sordu:
- "Neden öyle testere ile ikiye biçilirsin, ya Eba mürre?"
Bunun üzerine ıblis:
- Onu da anlatayım...
Dedikten sonra anlatmaya başladı:
- Çünkü sadakada dört güzellik vardır. şöyle ki:

1- Allah-ü Teala, sadaka verenin malına ihsan eyler.
2- O sadaka, veren kimseyi halkına sev­dirir.
3- Allah-ü Teala, onun verdiği sadakayı, cehennemle arasında bir perde yapar.
4- Allah-ü Teala, belayı, sıkıntıyı ve ah­ları ondan defeder.

* * *

Bundan sonra, Resülullah (s.a.v.) Efen­dimiz ashabı hakkında ona bazı sorular sor­du:

- "Ebubekir için ne dersin?.." ıblis buna şu cevabı verdi:

- O bana, cahiliyet devrinde bile itaat etmedi... ıslam?a girdikten sonra nasıl bana itaat eder?

- "Peki, Ömer b. Hattab için ne der­sin?.."

ıblis buna da şu cevabı verdi:

- Allah´a yemin ederim ki, her gördü­ğüm yerde ondan kaçtım.

- "Peki Osman b. Affan için ne dersin?.."

- Ondan utanırım... hem de çok... Na­sıl ki, Rahman´ın melekleri de ondan uta­nırlar. ..

- "Peki, Ali b. Ebutalib için ne dersin..."ıblis onun için de şöyle dedi:

- Ah, onun elinden bir kurtulsam... O, kendi başına kalsa; ben de kendi başıma kalsam... O, beni bıraksa... ben de onu bıraksam... Ben onu bırakırım; ama o beni bırakmaz.


Resülullah (s.a.v.) Efendimiz, yukarıdaki soruları sorduktan ve şeytanın verdiği ce­vaplar da kısmen bittikten sonra, şöyle buyurdu:
- "Ümmetime saadet ihsan eden; seni de taa, belli bir vakte kadar şaki kılan Al­lah´a hamd olsun."
Resülullah (s.a.v.) Efendimiz o cümlesini duyan laîn ıblis şöyle dedi:
- Heyhat, heyhat... Ümmetin saadeti nerede? Ben, o belli vakte kadar diri kaldık­ça, sen ümmetin için nasıl ferah duyarsın?..
Ben, onların kan mecralarına girerim. Etlerine karışırım. Ama onlar, benim bu halimi göremez ve bilemezler, beni yaratan ve baas gününe kadar bana mühlet veren Allah´a yemin ederim ki:
Onların tümünü azdırırım. Cahillerini ve alimlerini... Ümmilerini ve okumuşlarını... Facirlerini ve abidlerini... Hasılı, bunların hiçbiri elimden kurtulamaz.
Fakat... Allah´ın halis kullarını... Evet, bunları azdıramam.
Bunun üzerine Resülullah (s.a.v.) Efen­dimiz sordu:
- "Sana göre ihlas sahibi olan muhlis kullar kimlerdir?.."
Bu suale ıblis şu cevabı verdi:
- Bilmez misin? ya Muhammed, bir kimse ki, dirhemini ve dinarını sever... O Allah için bir ihlasa sahip değildir.
Bir kimseyi görürsem ki; dirhemini ve dinarını sevmez; övülmekten, medh edilmekten hoşlanmaz... bilirim ki o: ıhlas sahi­bidir... Hemen onu bırakır kaçarım.
Bir kul, malı ve övülmeyi sevdiği süre, kalbi de dünya arzularına bağlı kaldığı müd­det, o size vasfım yaptığım kimseler arasında bana en çok itaat edendir.
Bilmez misin ki; mal sevgisi, büyük gü­nahların en büyüğüdür.
Bilmez misin ki; ya Muhammed, baş ol­ma sevgisi yine büyük günahların en büyük­leri arasındadır.
ıblis, anlatmaya devam etti:
- Ya Muhammed, bilmez misin?.. Be­nim yetmiş bin tane çocuğum var. Bunların her birini bir başka yere tayin etmişimdir. Sonra... o her çocuğumla birlikte yine yetmiş bin tane şeytan vardır.
Onların bir kısmını ulemaya gönderdim.
Bir kısmını gençlere yolladım.
Bir kısmını da, meşayiha saldım.
Bir kısmını da, ihtiyar kadınlara musal­lat ettim.
Gençlere gelince; aramızda hiçbir anlaş­mazlık yoldur. Onlarla gayet iyi geçiniriz.
Çocuklara gelince... onlarla da, bizim­kiler istedikleri gibi birlikte oynarlar.
Bizimkilerin bir kısmını da, abidlerin ba­şına dert ettim. Bir kısmını da zahidlerin.
Onlar, bunların yanına girer; halden ha­le sokarlar. Bir tepeden öbürüne... hep dolaştırıp dururlar. Öyle bir hal alırlar ki; baş­larlar, sebeplerden herhangi birine sövmeye...
ışte... böylece, onlardan ihlası alırım... Onlar, bu haller ile, yaptıkları ibadeti, ihlassız yaparlar gayrı... Ama, bu hallerinin farkında olamazlar.
ıblis, bundan sonra, aldattığı bir rahibin hikayesini anlatmaya geçti. Ve şöyle dedi;
- Bilmez misin, ya Muhammed, Rahip Barsisa; tam yetmiş yıl ihlas ile Allah´a iba­det etti.
Bu ibadetleri sonunda, ona öyle bir hal ihsan edilmişti ki: Her dua ettiği hasta, duası bereketi ile şifayap oluyordu.
Onun peşine takıldım; hiç bırakma­dım... Zina etti. Katil oldu. Sonunda da küf­re girdi.
Bu o kimsedir ki; Allah-ü Teala aziz kitabında, ona şöyle anlatır:
- "... şeytanın hali gibidir ki; o insana:
-Kafir ol...
Dedi. Vaktaki o kafir oldu; bu defa ona şöyle dedi:
- Ben, senden uzağım... Ben alemlerin
Rabbi olan Allah´tan korkarım." (59/16).

* * *

ıblis, bundan sonra, bazı kötü huylar üzerinde durdu. Ve onların her birinden na­sıl istifade ettiğini anlattı...
YALAN:
- Bilmez misin ya Muhammed, yalan bendendir ve ilk yalan söyleyen de benim.
Her kim yalan söylerse... o benim dos­tumdur.
Her kim yalan yere yemin ederse... o da benim sevgilimdir.
Bilmez misin ya Muhammed, ben Adem´e ve Havva´ya yalan yere Allah adına and içtim.
- "Muhakkak, ben size nasihat edi­yorum." (7/16).
Dedim... Bunu yaparım; çünkü yalan yere yemin gönlümün eğlencesidir.

GIYBET- KOğUCULUK:

Gıybet ve koğuculuğa gelince... Onlar da, benim meyvelerim ve şenliğimdir.

NıKAH ÜZERıNE YEMıN ETMEK:
- Her kim, talak üzerine yemin eder­se... günahkar olacağından endişe edilir. ısterse bir defa olsun. ısterse doğru bir şey üzerine olsun.
Her kim, talakı ağzına alırsa... taa, ha­kikat belli oluncaya kadar karısı ona haram olur. Onlar bu halleri ile, kıyamete kadar meydana getirecekleri çocuklar, hep zina çocuğu olur. Ağza alınan o talak kelimesi yüzünden, hepsi cehenneme girer.

NAMAZ:
- Ya Muhammed, namazı an bean tehir edene gelince... onu da anlatayım.
O, her ne zaman ki, namaza kalkmak ister; tutarım. Ona vesvese veririm.
Derim ki:
- Henüz vakit var. Sen de meşgulsün. Hele şimdilik işine bak. Sonra kılarsın.
Böylece o: Vaktinin dışında namazını kılar... Ve bu sebepten onun kıldığı namaz yüzüne atılır.
şayet o kimse, beni mağlup ederse... ona insan şeytanlanndan birini yollarım... Böylece onu vaktinde namaz kılmaktan alı koyar.
O, bunda da, beni mağlup ederse... bu sefer onun hesabını namazından görmeye bakarım. O namazın içinde iken:
- Sağa bak... sola bak...
Derim... O da, bakar... O ki böyle yap­tı... yüzünü okşar alnından öperim. Bundan sonra ona:
? Sen, ebedi yaramaz bir iş yaptın.
Derim ve böylece onun huzurunu boza­rım.
Sen de bilirsin ki ya Muhammed, her kim namazda sağa ve sola çokça bakarsa, Allah onun namazını kabul etmez.
Bunda da ona mağlup olursam. Yalnız başına namaz kıldığı zaman yanına gide­rim. Ve ona: Çabuk namaz kılmasını emre­derim. O da, başlar; namazını çabuk çabuk kılmaya. Tıpkı horozun, gagası ile, yerden bir şeyler topladığı gibi...
Bu işi, ona yaptırmakta da, başarı kaza­namazsam; bu sefer cemaatle namaz kılar­ken onun yanma varırım.
Orada onun başına bir gem takarım... Başını imamdan evvel secdeden ve rukû´dan kaldırırım... ımamdan evvel de, secde ve rukû yaptırırım.
işte... o böyle yaptığı için, kıyamet gü­nü Allah onun başını eşek başına çevirir.
O kimse, bunda da beni yenerse... Bu defa, ona namazda parmaklarını çıtlatmasını emrederim. Böylece o: Beni teşbih edenlerden olur. Ama bu işi ona namaz içinde yaptırmaya muvaffak olursam.
Bunda da, ona mağlup olursam. Bu se­fer ona tekrar giderim. Namaz içinde iken burnuna üflerim. Ben üfleyince, o esnemeye başlar.
şayet o, bu esneme esnasında elini ağzına kapamazsa... onun içine küçük bir şey­tan girer, dünya hırsını ve dünyevî bağlarını çoğaltır.
ışte... bundan sonra o kimse: Hep bize itaat eder. Sözümüzü dinler. Dediklerimizi yapar.

* * *

şeytan bundan sonra, konuşmasına de­vam etti:
- Sen, ümmetin hangi saadetinden fe­rah duyarsın ki?..
Ben onlara, ne tuzaklar kurarım... ne tuzaklar.
Miskinlerine, çaresizlerine ve zavallılarına giderim. Namazı bırakmalarını emrede­rim. Ve onlara derim ki:
- Namaz size göre değil... O, Allah´ın afiyet ihsan ettiği ve bolluk verdiği kimseler içindir.
Sonra da hastalara giderim:
- Namaz kılmayı bırak. Derim... Çünkü Allah-ü Teala:
- "Hastalara zorluk yok..." (24/61)
Buyurdu... ıyi olduğun zaman çokça kı­larsın. Ve böylece o, namazını bırakır. Hat­ta küfre de gidebilir.
şayet o, hastalığında namazını terk ederek ölüp giderse... Allah´ın huzuruna çıkarken, .Allah-ü Teala´yı öfkeli bulur.
Sonra şöyle dedi:
-Ya Muhammed, eğer bu sözlerime yalan kattımsa, beni akrep soksun... Sonra... eğer yalan varsa... Allah (CC) beni kül eylesin.
ıblis bundan sonra, konuşmalarına de­vam etti ve şöyle dedi:
-Ya Muhammed, sen ümmetin için fe­rah mı duyuyorsun? Halbuki ben onların al­tıda birini dininden çıkardım.

* * *

Bundan sonra... Resulullah (s.a.v.) Efendimiz ona, yani ıblis´e aşağıdaki şekilde kısa kısa bazı sorular sordu. O da bunlara cevap verdi:
- Ya laîn, senin oturma arkadaşın kim?"
- Faiz yiyen.
- "Dostun kim?"
- Zina eden.
- "Yatak arkadaşın kim?"
- Sarhoş.
- "Misafirin kim?"
- Hırsız.
- "Elçin kim?"
- Sihirbazlar.
- "Gözünün nuru nedir?"
- Karı boşamak.
- "Sevgilin kim?
- Cuma namazını bırakanlar.

* * *

Resulullah (s.a.v.) Efendimiz bu defa başka bir mevzua geçti ve şöyle sordu:
- "Ya laîn, senin kalbini ne kırar?"
- Allah yolunda cihada koşan atların kişnemesi...
- "Peki, senin cismini ne eritir?"
- Tevbe edenlerin tevbesi.
"Peki, ciğerini ne parçalar, ne çürütür?"
- Gece ve gündüz, Allah´a yapılan bol bol istiğfar.
- "Peki, yüzünü ne buruşturur?"
- Gizli sadaka.
- "Peki, gözlerini kör eden nedir?"
- Gece namazı.
- "Peki, başını eğdiren nedir?
- Çokça kılınan cemaatle namaz.

* * *

Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz tekrar bir başka mevzua geçti ve şöyle sordu:
- "Sana göre insanların en saadetlisi kimdir?"
- Namazlarını bilerek kasten bırakan­lar.
- "Peki, sana göre insanların en şakisi kim?"
- Cimriler.
- "Peki, seni işinden ne alı koyar?"
- Ulema meclisleri.
- "Peki, yemeğini nasıl yersin?"
- Sol elimle parmaklarımın ucu ile.
- "Peki, sam yeli estiği zaman ve ortalı­ğı sıcaklık bastığı zaman çocuklarını nerede gölgelendirirsin?"
- ınsanların tırnakları arasında.

* * *

Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz bundan sonra, bir başka mevzuu sordu. ıblis de ce­vap verdi.
- "Rabbinden neler talep ettin?"
- On şey talep ettim.
- "Nedir onlar, ya laîn?"
- şunlardır:
1- Allah´tan diledim ki, beni adem-oğullarının malına ve evladına ortak ede... Bu, ortaklık talebimi yerine getirdi. Ki bu:
- "Onlara ortak ol... Mallarına ve çocuklarına. Onlara vaad et. Halbuki şeytan onlara en çok gurur vaad eder..." (17/64) Ayet-i Celilesi ile sabittir.
Her besmelesiz kesilen hayvan etinden yerim faiz ve haram karışan yemekten de yerim.
şeytandan Allah´a sığınılmayan malın da ortağıyım.
Cinsi münasebet anında; Allah´a şey­tandan sığınmayan kimse ile birlikte hanımı ile birleşirim... Ve o birleşmeden hasıl olan çocuk, bize itaat eder. Sözümüzü dinler.
Her kim hayvana binerken, helal yola gitmeyi değil de, aksini isteyerek binerse, ben de onunla beraber binerim. Yol arka­daşı ve binek arkadaşı olurum.
Bu da Ayet-i Kerime ile sabittir. Allah-ü Teala bana şu emri verdi:
- "Onlar üzerine süvarilerinle, piyadelerinle yaygara çıkart..." (17/64)
2- Allah-ü Teala´dan diledim ki: Bana bir ev vere... Bu dilediğim üzerine hamam­ları bana ev olarak verdi.
3- Diledim ki; bana bir mescid vere. Pa­zar yerlerine bana birer mescid yaptı.
4- Benim için bir okuma kitabı vermesini istedim. şiirleri bana okuma kitabı yap­tı.
5- ıstedim ki; benim için bir ezan vere. Mezmurları verdi.
6- Diledim ki; bana bir yatak arkadaşı vere... Sarhoşları verdi,
7- Diledim ki; bana yardımcılar vere... Bunun için de kaderiye mensuplarını verdi.
8- ıstedim ki; bana kardeşler vere. Mal­larını boş yere israf edenleri verdi. Bir de masiyet yoluna para harcayanları. Bunlar da şu Ayet-i Kerime ile sabittir:
- "O kimseler ki; mallarını boş yere har­carlar... Onlar şeytanın kardeşleri olmuşlar­dır..." (17/27)
Bir ara Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:
- "Eğer söylediklerini, Allah´ın kitabın­daki ayetlerle isbat etmeseydin. Seni tasdik etmezdim."
Bundan sonra ıblis devam etti:
9- Ya Muhammed, Allah´tan diledim ki, ademoğullarını ben göreyim; ama onlar be­ni göremeyeler. Bu dileğimi de yerine ge­tirdi.
10- Diledim ki; ademoğullarının kan mecralarını bana yol yapa... Bu da oldu. Böylece ben, onlar arasında akıp gide­rim... gezerim... hem nasıl istersem...

Bütün bu isteklerimi verdi.
- Hepsi sana verildi.
Buyurdu... Ve ben bu hallerimle iftihar ederim. Sonra... şunu da ekleyelim ki; benimle beraber olanlar, seninle beraber olanlardan daha çoktur. ışte... böylece kıyamete kadar, ademoğullarının ekserisi benimle beraber olurlar.
Bundan sona ıblis şöyle anlattı:
- Benim bir oğlum vardır... Adı: ATEME´dir. Bir kul, yatsı namazını kılmadan uyursa... gider; onun kulağına bevl eder... Eğer böyle olmasaydı; imkan yok, in­sanlar, namazlarını eda etmeden uyuyamazlardı.
Benim bir oğlum daha vardır ki; onun adı da; MÜTEKAZı´dir... Bunun vazifesi de; yapılan gizli amelleri yaymaya çalışmaktır.
Mesela: Bir kul, gizli bir taat işlerse... ve bu yaptığını da gizlemeye çalışırsa... MÜTEKAZÎ onu dürter... En sonunda o gizli amelin yayılmasına ve açığa çıkarmaya mu­vaffak olur. Böylece: Allah-ü Teala o amel sahibinin yüz sevabının doksan dokuzunu imha eder... biri kalır. Çünkü, bir kulun yaptığı gizli bir amel için tam yüz sevap verilir.
Sonra... benim bir oğlum daha vardır ki; onun adı da KÜHAYL´dir. Bunun işi de insanların gözlerini sürmelemektir. Bilhassa, ulema meclisinde ve ha­tip hutbe okurken.´ Bu sürme onların gözüne çekildi mi uyuklamaya başlarlar. Ulemanın sözlerini işitemezler. Böylece hiç sevap alamazlar.
Bundan sonra ıblis şöyle anlattı:
- Hangi kadın olursa olsun... Onun kalktığı yere şeytan oturur. Sonra... her kadının kucağında mutlaka bir şeytan durur... Ve onu, bakanlara güzel gösterir. Sonra o kadına bazı emirler verir. Mesela:
- Elini kolunu dışarı çıkar; göster. Der... O da, bu emri tutar... Elini, kolu­nu açar, gösterir. Bundan sonra, o kadının haya perdesini tırnakları ile yırtar.
iblis, bundan sonra Resûlullah (s.a.v.) Efendimize kendi durumunu anlatmaya başladı:
- Ya Muhammed, bir kimseyi delalete sürüklemek için elimde bir imkan yoktur.
Ben, ancak vesvese veririm ve bir şeyi güzel gösteririm... o kadar.
Eğer delalete sürüklemek elimde olsay­dı; yeryüzünde:
- Allah´tan başka ilah yoktur ve Mu­hammed Allah´ın resulüdür.
Diyen herkesi, oruç tutanı ve namaz kı­lanı hiç bırakmazdım. Hepsini dalalete düşürürdüm. Nasıl ki, senin elinde de, hidayet nevin­den bir şey yoktur. Sen ancak Allah´ın resûlüsün. Ve tebliğe memursun. şayet hidayet elinde olsaydı; yeryüzün­de tek kafir bırakmazdın.
Sen, Allah´ın halkı üzerinde bir huccet­sin... ben de, kendisi için ezelde şekavey yazılan kimselere bir sebebim.
Said olan kimse, taa, ana karnında iken saiddir. şaki olan da, yine ana karnında iken şakidir.
Saadet ehli kılan Allah... şekavet ehli kılan da Allah.
Bundan sonra... Resülullah (s.a.v.) Efendimiz şu iki Ayet-i Kerimeyi okudu:
- "Bunlar, taa, sonuna kadar böyle de­ğişik şekilde devam edecek... Ancak Rabbın esirgedikleri hariç..." (11/119)
- "Allah´ın emri behemehal yerini bulan bir kaderdir..." (33/38)
Bundan sonra, Resülullah (s.a.v.) Efen­dimiz, ıblis´e şöyle buyurdu:
- "Ya Ebamürre, acaba senin bir tevbe etmen ve Allah´a dönmen mümkün değil mi? Cennete girmene kefil olurum... Söz veririm..."
Bunun üzerine ıblis şöyle dedi:
- Ya Resûlullah, iş verilen hükme göre oldu... Kararı yazan kalem de kurudu... Kıyamete kadar olacak işler olacaktır.
Seni peygamberlerin efendisi kılan, cennet ehlinin hatibi eyleyen ve seni halkı içinden seçen ve halkı arasında bir gözde yapan, beni de şakilerin efendisi kılan ve cehennem ehlinin hatibi eyleyen Allah´tır. Ve o: Bütün noksan sıfatlardan münezzeh­tir.
Ve ıblis, cümlelerini şöyle tamamladı:
- ışte... bu söylediklerim, sana son sözümdür... Ve bütün söylediklerimi de doğru söyledim.
Evvel, ahir, zahir, batın, alemlerin Rabbı olan Allah´a hamd olsun.

Efendimiz Muhammed Nebiye Allah salat eylesin. Keza onun aline de... ashabına da... Amin!

Bütün peygamberlere selam... Alemlerin Rabbı olan Allah´a da, -tekrar- hamd olsun...

kaynak
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

15

12.09.2007, 19:33

aynaaa gözlerim....
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

16

12.09.2007, 19:46

:roll: :oops:
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir