Giriş yapmadınız.

1

08.09.2007, 23:39

Firavun,Nemrud.Ebu Cehil 21.yy'la Gıpta ile Bakıyor

geçen senelerde bu yazıyı okuyunca zamanımıza güzel tespitler yapmışlar dedim.şimdi buraya eklemek nasip oldu.

FıRAVUN, NEMRUD ve EBU CEHıL

21. yüzyıla gıpta ile bakıyor!


Dünya tarihinde, zulmü, anarşiyi, kötülüğü, ahlâksızlığı, dinsizliği temsil edenler vardır. Bunların en önde gidenleri, sembol olanları "FıRAVUN, NEMRUD VE EBÛ CEHıL'DıR"
Firavun, Nemrud ve Ebû Cehil her ne kadar görevini tamamlayarak dünyadan ayrılmış olsalar da, geride bıraktıkları ekol ve açtıkları yoldan varisleri icraatlara devam etmektedirler. Her devrin kendine has, Firavun'u, Nemrud'u ve Ebû Cehil'i olmuştur. şu deyim bu mânayı ifade etmektedir; "Her Firavun'un bir Musa'sı, her Nemrud'un da bir ıbrahim'i vardır." Gün olmuş devrin Firavun, Nemrud ve Ebû Cehilleri, cetlerini aratır icraatlar yapmış, gün gelmiş yaptıkları icraatla cetlerini aratmamışlar. Bugüne baktığımızda Firavun, Nemrud ve Ebû Cehil'in evlâtları, atalarını aratmıyor. Hatta zaman zaman onları geçtiklerini görmekteyiz. ımam Rabbânî buyuruyor ki:
"Bir vakit ilim ehli bir zat, tenha bir yerde yürürken, yıkık bir duvara sırtını dayamış, pejmürde bir ihtiyarın oturduğunu gördü. Feraseti ile ihtiyara bakınca, onun şeytan olduğunu anladı. Hayret bir ifade ile şeytana sordu:
"Senin böyle işsiz güçsüz, mahzun bir şekilde oturmanın sebebi nedir?" şeytan dedi:
"Zamanın dünyalık peşinde koşan ilim ehli, benim görevimi elimden aldı, benim işimi o kadar iyi yapıyorlar ki, ben işsiz kaldım."
Bu hâdisede anlatıldığı gibi bir zat da, Firavun, Nemrud ve Ebû Cehil'i rüyasında görmüş. Bu üçlü cehennem çukurlarından, bir çukurun içine atılmış orada duruyorlar. Ölen cehennemlikler önce onların yanına uğruyor, oradan kalacakları yere gidiyorlar. Dünyadan gelenlerden, dünya hakkında bilgi alıyorlardı. Dünyadan aldıkları bilgilerle, 21. yüzyılın dünyasını tartışıyorlardı. ılk sözü Firavun aldı:
"Bizim zamanımızda, iki tane tanrı vardı, göklerin Rabbi, bir de yerlerin rabbi ben. şimdiki dünya ehlinin sayısızca rabbi var, onlar bu konuda bizi geçtiler." Firavunu dinleyen Nemrud:
"Ben, ıbrahim'in tebliğini bir şartla kabul etmiştim, beni rab olarak kabul et, nasıl inanırsan inan, demiştim. şimdikiler bizim gibi taviz vermiyorlar." Ebû Cehil de şöyle dedi:
"Biz işimizi sıkı tuttuk; çünkü bizim karşımızda peygamber vardı. Bugünkü neslin karşısında peygamber olmamasına rağmen, yine de işlerini bizden daha sıkı tutuyorlar, oysa bundan sonra peygamber de gelmeyecek…"
Konuşmalara bu minvalde devam edip dururken, Abdullah b. Selûl çıkagelir. Ne konuştuklarını sorduktan sonra Firavun, Nemrud ve Ebû Cehil birbirlerine bakarlar. Onlara şöyle der:
"Sizin devriniz çoktan kapandı, dünya ilimde–bilimde çok ileri gitti. Sizin usulleriniz çağdışı kaldı. şimdi metot benim ve benim yolumdan giden evlatlarımın metodudur." Firavun sordu:
"Ey ıbn Selûl! Bizden farklı olan metodun nedir?"
"Ben onlardan göründüm, bana Hazreti Muhammed sorduğu zaman, elbetteki Müslümanlardanım derdim. Onun yanından uzaklaşınca da gerçek kimliğime bürünürdüm. şimdi benim yolumdan gidenler metodumu daha da geliştirip, güzelleştirdiler. Kimliklerinin anlaşılacağını anladıkları zaman, hemen atalarını devreye sokmaya başladılar. Benim dedem hocadır, benim babam müftüdür. Benim ninem namazını kılar… Atalarını referans vermeye başladılar." ıbn Selûl'u dinledikçe hayretler içine düşen Nemrud:
"Sizinkiler namaz da mı kılıyor?"
"Elbette kılıyor, vakit namazlarını kılanlar da vardır, ama çoğunluk cuma namazını kılar, tamamına yakını da bayram namazlarını kılarlar. Yoksa bilgi çağında mü'minleri nasıl yoldan çıkarabiliriz." ıbn Selûl'u dinleyen Firavun, Nemrud ve Ebû Cehil hayranlıklarını gizleyemezler ve şöyle derler:
"Biz senin düşündüğünü düşünemedik, biz direk olarak onlara düşman olduk, sen ve adamların ise çok güzel bir yol izlediniz, onlardan görünerek, onları içerden yıkmaya çalıştınız…" Rüya burada bitiyor. Bu anlatım doğrultusunda aşağıdaki hâdiseleri değerlendirelim.


BEYAZ TÜRKLER KUR’AN,
DUÂ VE ıLÂHÎDEN RAHATSIZ


Bir televizyon kanalında, yayınlanan bir haber… Haber spikeri büyük bir hâdise olmuş gibi haberi aktarıyor:
"Dün akşam saatlerinde ıstanbul boğazdan, Karadeniz'e doğru seyreden iki yüz kişilik bir deniz aracından, tasavvuf müziği eşliğinde ilâhîler ve Kur'an sesleri işitildi. ılâhî müziğinin yanında; ara sırada Allah sesleri duyuluyordu. Bundan rahatsız olan, boğaz kenarındaki yalı sakinleri, diğer adları ile beyaz Türkler duruma tepki gösterdiler. Televizyonumuzu arayan bu yalı sakinlerinden birinin anlattıkları doğrultusunda yaptığımız araştırmada, bizleri ürperten bilgilere ulaştık. Olay şöyle gelişmiş:
Akşam sularında, Eminönü'nden hareket eden yaklaşık iki yüz kişilik tekne tamamen dolu olarak Karadeniz'e doğru boğaz turuna çıkar. Teknede boğaz turuna katılanların tamamı Müslümandır, dinlerine bağlı, dinlerini yaşayan insanlardan oluşmaktadır. Hareket ettikten beş on dakika sonra teknede tasavvuf müziği çalınmaya başlar. Sonra da tasavvuf müziği eşliğinde ilâhîler söylenir. Daha sonra bir semazen, sema gösterisi yapar. Teknede bunlar yaşanırken, tekne boğaz kenarındaki yalıların yakınından seyrine devam etmektedir. Hâdisenin görgü tanıklarından olan kişi; 'Bir ara teknede bulunanların dua edip Kur'an okuduklarını da duyduğunu' söyledi."
Televizyon sunucusu haberi aktardıktan sonra hâdisenin canlı şahitlerinden, boğaz kenarında işletme sahibi bir kişi ile canlı telefon bağlantısı kurar, sunucu adama şöyle der:
"Efendim! Çok vahim bir hâdise ile karşı karşıya kaldınız. Bu olayı bizzat yaşadınız. Nasıl oldu, bir de sizden dinleyelim." ışletme sahibi:
"Önce duyarlılığınıza teşekkür ederiz. Ben yurt dışından gelen misafirlerimle, işletmemin bahçesinde oturmuş sohbet ediyordum. Birden kulağıma bu güne kadar duymadığım garip sesler geldi."
Sunucu:
"ılâhî ve Arapça gibi mi?"
ışletme sahibi:
"Herhâlde ilâhîdir, sonra koro hâlinde sesler yükselmeye başladı. Bazen de Arapça bir şeyler söylüyorlardı, Kur'an olabilir."
Sunucu:
"Duyduklarınız bu kadar mı?"
ışletme sahibi:
"Arada bir Allah dediklerini duyuyor, çok seyrek de âmin diyorlardı. Ben dehşete kapıldım, yanımdaki misafirlerim de şaşırdılar. Bana neler oluyor gibi sözler ettiler."
Sunucu:
"Misafirleriniz rahatsız mı oldular?"
ışletme sahibi:
"Denizin üstünde, dua mıdır nedir, orası Allah denilecek yer midir?" Sunucu: "Efendim programımıza katıldığınız için teşekkür ederiz, şimdi de hattımızda deniz aracının kaptanı var, siz o deniz aracının kaptanlığını yapıyordunuz. O gece neler oldu, en yakın tanığı olarak sizden dinleyelim."
Kaptan:
"Hiçbir şey olmadı, her gün onlarcası yapılan boğaz turlarından birini yaptık."
Sunucu:
"Bu tur biraz farklı, burada yalı sakinlerine ve boğazda bulunanlara ilahi eşliğinde tebliğde bulunulmuş."
Kaptan:
"Söylediklerinizden bir şey anlamadım. Kim, kime ne tebliği yapmış."
Sunucu:
"Sizin tekne ile yapılan boğaz turundan, yalı sakinleri ve boğaz kıyısında işletmeleri olanlar rahatsız olmuş."
Kaptan:
"Biz her zaman yaptığımız gibi, teknemizi kiraladılar, yaklaşık iki saatlik bir boğaz turu yaptık."
Sunucu:
"O gece teknede sema gösterisi yapıldı mı?"
Kaptan:
"Evet, bir tek semazen vardı, o sema gösterisi yaptı."
Sunucu:
"Semazen gösterisini yaparken, tekne sallandı mı?"
Kaptan:
"Hayır, teknede herhangi bir değişiklik olmadı."
Sunucu:
"Gecede topluca dua edildi mi?"
Kaptan:
"Ben görmedim."
Sunucu:
"Boğazda seyrederken, yalıların önlerinde durarak onlara ilâhîler eşliğinde tebliğde bulundunuz mu?"
Kaptan:
"Hayır, böyle bir şey olmadı. Sadece gezi süresinde on beş yirmi dakikalık tasavvuf müziği ile ilâhîler söylendi."
Sunucu:
"Kaptana teşekkür ederiz. şimdi de telefon hattımızda Hürriyet gazetesinden bir yazar var. ıyi akşamlar. Haberimizi izlediniz. Bu dehşet görüntüleri karşısında siz ne diyeceksiniz?"
Yazar:
"Türkiye bunlara alışacak, bunlar konjonktürel hâdiselerdir. Bugün boğazda olur, yarın başka yerde, bunlar olacak."
Sunucu:
"Efemdim, boğaz kıyısında yalılarda oturan beyaz Türklere tebliğ amacıyla mı yapıldı bu hareketler?"
Yazar:
"Evet, doğrudur, zaten bir Müslümanın dininden gelen görevi, dinini başkalarına tebliğ etmektedir. Onlar da bu görevlerini yaptı…"
Yazarla telefon konuşması uzun sürdü. Sonra ona da teşekkür ettikten sonra sunucu, olayın dehşet ve vahametini bir süre daha anlattıktan sonra konuyu kapattı.

SAPIK VE NAMUZSUZLARIN
MEDENÎ OLDUğU ZAMANDAYIZ


Birkaç gündür medyada sıkça duyulan bir haber var. Manken Fa…..'nın rezalet sahnelerini kameralı telefonla çekmişler ve bu rezil sahneleri mesaj yolu ile birçok kişiye göndermişler.
Bu haber üzerine bu manken Fa….. önce görüntülerdeki ben değilim dedi, sonra görüntüleri kabul etti, ama geçmişteki bir erkek arkadaşı göndermiş bu görüntüleri.
Bu manken Fa….. yirmili yaşlarındadır. Araştırılsa bugüne kadar kaç erkekle düşüp kalktığı, onlarcası karşımıza çıkar.
Aklıselim bir yaklaşımla, evrensel ahlâk ve değerler çerçevesinde bunun adı nedir? Fa…..'dan başka nedir ki? Ama kızın isminin başında manken sıfatı olduğu için, çağdaş olduğu için Fa….. sıfatından kurtuluyor. Bu rezil haberi bu sayfalara aktardığımız için üzgünüz. Bir tespit ve uyarı için bunu yaptık.
Bu rezil hâdise üzerine kamuoyunda tanınan yazarlar, çizerler, sanatçılar, bu Fa…..'ya destek verdiler. Neymiş, o görüntüleri gönderen ne kadar adî imiş, şöyleymiş de böyleymiş. Yarın bir başkasının başına da gelirmiş.
"Yuh size! Yuh sizin peşinizden giden halk kitlelerine! Yuh sizi ve sizin gazetelerinizi okuyanlara!"
Bu ne biçim iştir, rezilliğin biri bin para. Adamların sözlerine bak.
"Öyle bir belâ ve musibetten çekinin ki; geldiği zaman yalnız zalimleri yakmaz, mazlumları da perişan eder." âyet–i kerimesinin gereği, perişan olmak istemiyorsak, bu ve benzeri Fa…..'yı, onların destekçileri yazar çizer takımını, onları destekleyen medya organlarını boykot edeceğiz. Bu yayın organlarının gazetelerini evlerimize sokmayacağız, onların yazarlarını okumayacağız. Bunları çevremizde ki insanlara anlatacağız, onların da uyanmasını sağlayacağız ki, âyette geçen belâyı üzerimizden defedelim.

BESLEMELERıN
ÇAğDAş TÜRKıYE'Sı


Vatandaş olarak önemli görevlerimizden biri devletimize vergi vermektir. Devletimiz, vatandaşına karşı hizmetlerini en üst seviyede yerine getirsin diye bu vergiler bizden alınıyor. Devlete olan görevini yerine getiren vatandaş olarak da devletten adalet ve eşitlik istiyoruz. Biz halk olarak bunları yaparken devlet ne yapıyor ona bakalım.
Devletin birtakım kurumları var ki, ne yaptıklarını kendilerinden başka kimse bilmez. Yaptıkları işlerle çok az sayıda insan ilgilenir, az derken de yetmiş milyonluk bir ülkede, bu zırvalarla ilgilenenlerin sayısı birkaç binden öteye geçmez.
Nedir bu zırvalar? Devlet Opera ve Balesi, Devlet Senfoni Orkestrası, Devlet Tiyatroları, vesaire… Sözde sanatsal faaliyet yapan kuruluşlar. Bu kurumların bütçeleri vardır, her yıl trilyonlarca kaynak bunlara aktarılır. Bunlar ne yapar derseniz; ne yaptıklarını yetmiş milyonun içinde bir kendileri biliyor, bir de üç beş bin kişilik çokbilmişler grubu. Başka da kimse onların ne yaptığı bilmez. Geçenlerde bunlarla ilgili bir haber vardı:
"Devlet opera ve balesi Nemrud dağında resital verecekmiş…"
Geçmiş Cumhurbaşkanlarından biri; bu operalardan birini izlerken, o kadar duygulanmıştı ki, heyecanına hâkim olamamış ve ayağa kalkarak "ışte çağdaş Türkiye!" diye bağırmıştı. "Vay, ülkemin hâline, vah bu adamın peşinden gidenlerin hâline!" Dikkat edin! Bu sözde sanat kurumlarında çalışan beslemeler ne kadar maaş alır dersiniz? Üç milyar civarında. Yani bizim zar zor, büyük zorluklarla devlete ödediğimiz vergilerden bu insanlara, ulûfe dağıtılıyor.
Diğer yanda da, çocuğuna ayakkabı alamadığı için intihar eden babalar, çocuğunu okula gönderemeyen analar… Tilkiyi tavuklara bekçi yapsan, böyle adaletsiz paylaşım yapmaz.

DEDESı VE NıNESı MÜSLÜMAN OLANLAR

Ülkemizde bir grup var ki, Allah'a, Kur'an'a, Peygambere ve ıslâm dinine karşı alerjileri var. Allah, Peygamber, Kur'an onların küfürlerini artırıyor. Mukaddes kelimeleri duyduklarında çıldırıyorlar. Onların bir özellikleri var ki; onlara sorsan "Siz Müslüman değil misiniz?" diye, söz birliği etmişçesine şöyle derler:
"Biz de Müslümanız, benim dedem hocaydı, benim babam hacca gitmişti. Benim babaannemin de başı örtülüydü…" Dikkat edin dine düşman olan, dine nefretle bakan kesimin ortak söylemi budur. Peki, din bunlar için ne diyor? Eğer adam çıkmış, "Ben Müslümanım" diyorsa, ona ne diyebiliriz ki?! ıslâm dininin bu toleransını bu münafıklar iyi kullanıyorlar. Gerçek iman ehli onların bu durumunu çok iyi görüyor, çünkü Allah onları Kur'an'da şöyle haber vermiş, kim olduklarını bize bildirmiştir. Onlar "münafıkların" ta kendileridir.
Bedir'e çıkılırken, o muazzam ordudaki münafık oranı üçte iki, yani üç kişiden ikisi münafıktı. Savaş başladığında bir tek münafık kalmamış, Bedir kuyularının yanına varıncaya kadar her bir münafık bir sebep uydurarak ordudan kaçmışlardı.
şimdi bu ülkenin yüzde doksan dokuzu Müslüman deniyor. Hâlbuki şöyle dense daha isabetli olur: Yüzde şu kadarı Müslüman, yüzde şu kadarı da münafıktır.
ışte münafıklığa delil olacak bir hâdise:
"Meclis lojmanlarında kalan personelin çocukları için, yaz döneminde Kur'an öğrensinler diye, diyanete bağlı mescitte, çocuklara Kur'an öğretme programı tertiplenir. Bu hâdise münafıkların arayıp da bulamadıkları bir fırsattır. Meclisteki malûm milletvekillerinden birini, boğanın kırmızıya olan hassasiyeti tutar. Meclise hemen bir soru önergesi verir…
O milletvekiline sorsan şunu diyecek: "Ben de Müslümanım." Ardından "Dedem şöyleydi, babam böyleydi.. Babaannem sabahları Kur'an okurdu." dedikten sonra, asıl incileri ağzından çıkarıyor:
"Ne yazık; laik sistemin kurumunda Kur'an öğrenilir mi? Burası kamusal alandır, buraya Allah karışamaz, yoksa laiklik elden gider…"
kaynak beyan dergisi 2005
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir