Giriş yapmadınız.

1

04.09.2007, 21:31

BirÜlke 2 Senede Zilletten İzzete Nasıl Çıkr<ÖMER B.ABDÜLA

Ömer B. Abdülaziz


ıslâm dininin ilke ve prensiplerini kendi nefsinde yaşamış ve hakkıyla benimsemiş, şahsiyetlerin büyük başarılara imza attığı açık gerçeklerdir. ıslâm dinini muasır medeniyetin önünde engel olarak görmek, tarihin ve insanlığın affetmeyeceği bir hatadır.

ıNSANLIK ıLMı VE BıLGıYı KUTSAL
KıTAPLARDAN ÖğRENDı


ınsanoğlu, yeryüzünde hayatını devam ettirebilmesi için gerekli tüm bilgi ve öğretileri kutsal kitaplardan ve o kitapların öğretmenleri olan peygamberlerden almıştır. ınsan hayatının düzgün ve düzenli devamı için; gerekli olan, somut ya da soyut tüm prensiplerin ana kaynağı kutsal kitaplardır.
Toplum hayatını disipline edip, insanın daha müreffeh bir hayat yaşamasını sağlayan ve adına evrensel insan hakları denilen kurallar da kutsal kitaplardan esinlenerek hazırlanmıştır. ılk insanla başlayan insanlık tarihi, çağlar boyunca gelişip çoğalmış, her kavme, her millete bir ya da birden çok peygamber gönderilmiş, bu gönderilen peygamberler vahiy ve kitapla desteklenmiştir. Bu kitapların bir kısmına –ki birçok peygambere gönderilmiştir– "suhuf" denir ki, Türkçedeki karşılığı "sayfalar" demektir.
Bu sayfalar, kendi tarihlerinde insanlığın anayasası olmuştur. Dünya nüfusu gelişip çoğaldıkça, şartlar değişmiş, şartların değişmesiyle gönderilen kitaplar da ortaya çıkan değişim ve gelişime uygun bir karakter ve içerikle gönderilmiştir.
Gönderilen kitapların dördü "Büyük Kitaplar" olarak bilinir ki, bunlar Tevrat, Zebur, ıncil ve Kur'an'dır. Adı geçen bu kutsal kitaplar tüm insanlığın anayasaları hükmündedir. Kitapları getiren peygamberlerin uygulamaları da (sünnet) kanun hükmündedir. Peygamberlerin izinden giden ilim ehli ulemanın, zamanın şartlarına uygun olarak bu kitaplar ve sünnetler üzerinde yaptıkları yorumlar ve çıkardıkları hükümler ise, tüzük ve yönetmelikler mesabesindedir.
ınsanı kurtarmak için yola çıkanlar, kutsal düzene ne kadar uygun hareket etmişlerse, o kadar başarılı olmuşlardır. Ne kadar uzak durdularsa, o kadar başarısız ve faydasız olmuşlardır.

BATI MEDENıYETı
DÜZENıNı DıNSıZLıK ÜZERıNE KURDU


Avrupa, Fransız ihtilâli sonrasında dine karşı başlatılan adı henüz konmamış savaşın neticesinde, bugün dinsiz bir toplum olmuşlardır. Ya da dinin gerçek sahibinin istediği gibi bir dine bağlı değil de, dine savaş açanların istediği gibi bir din meydana getirmişlerdir. Batı, aslından uzaklaşmış ve isminden başka gerçek bir söylemi ve elle tutulur bir güzelliği kalmamış olan kendi dinini (Hıristiyanlık), hayatın dışına iterek, kendi açısından haklı bir iş yapmış olabilir. Ancak aslından zerre miktar bir şey kaybetmemiş olan ıslâm dininine, batının uygulamalarını dikkate alarak, aynı uygulamayı yapmak tarihî bir hatadır.
ıslâm dininin ilke ve prensiplerini kendi nefsinde yaşamış ve hakkıyla benimsemiş, şahsiyetlerin büyük başarılara imza attığı açık gerçeklerdir. ıslâm dinini muasır medeniyetin önünde engel olarak görmek, tarihin ve insanlığın affetmeyeceği bir hatadır. ıslâm; insanlığı gerçek muasır medeniyete ulaştıracak yegâne program ve sistemdir.
ıslâm dinine mensup şahsiyetlerin, nefsânî duygularının esiri olarak, yanlış ve hatalı uygulamaları neticesinde fert ve cemiyet hayatında ortaya çıkan olumsuzlar ıslâm'a mal edilemez. Kişinin yanlış ve hatalı uygulamalarından hareketle, insanlığı aydınlatacak bir din nasıl karalanabilir, anlamak mümkün değildir.
ınsanlık tarihi; toplum, cemiyet ve devlet hayatında son derece başarılı olmuş şahsiyetlerle doludur. Bunun yanı sıra tarih, son derece başarısız olmuş, ardından lânetle anılmış şahsiyetlerle de doludur.

ıSLÂM ıNSANLIğI MUASIR
MEDENıYETE GÖTÜRECEK TEK SıSTEMDıR


Biz bu çalışmamızda ıslâm'ın ilke ve prensiplerini gerçek mânada önce kendi nefsinde, sonra da devlet hayatında uygulamış bir şahsiyeti sizlere arz edeceğiz. ıslâm dini için anlatılan olumsuzlukların aksine, ıslâm dininin ilke ve prensiplerine tam mânası ile riayet eden bir liderin kısa sürede ne büyük başarılara ulaştığını anlatmaya çalışacağız. Kitap, Sünnet ve ilim ehlinin, içtihatlarını önce kendi nefsinde, sonra da devlet hayatında uygulayan bir insanın ne büyük başarılar elde ettiğini göreceğiz.
ınsanlık tarihinde insanın en müreffeh olduğu ve bireysel insan haklarının en mükemmel uygulandığı dönem, Hazreti Muhammed'in Medine'de kurduğu ıslâm devletidir. Bu nedenledir ki, bu döneme "Asr–ı Saadet" denilmiştir. Bu devir tam mânası ile bir saadet devridir. Bu devre eş değerde, maddî ve mânevî huzurun zirveye çıktığı başka bir devir olmamıştır.
Hazreti Muhammed'den sonra, ıslâm devletinin başına geçen Hazreti Ebû Bekir, devraldığı mirasa uygun hareket etmiş, devlet başkanlığı kısa sürse de o, kısa zaman içinde, selefi Hazreti Muhammed'in uygulamalarına harfiyen riayet etmiş, onun dönemi de, bir nevi "Asr–ı Saadetin" devamı niteliğinde olmuştur.
Hazreti Ebû Bekir'den sonra, iş başına Hazreti Ömer geldi. O da seleflerinin icraatlarına uygun hareket etti. Devlet başkanlığı döneminde büyük fetihlerde bulundu, adaletle yönetti. Onun dönemi başlı başına anlatılacak bir konudur. Onun bütün icraatlarının temelinde şu prensibi bulmak mümkündür: "Dicle kenarında bir kuzuyu, kurt aşırsa, adl–i ilâhî bunun hesabını Ömer'den sorar." Onun dönemi de "Asr–ı Saadet"in devamı oldu.

HAZRETı ÖMER'DEN
SONRA CEMıYETıN ıÇıNE FıTNE GıRDı


Hazreti Ömer'den sonra iş şirazeden çıktı, düzen bozuldu, fitne–fesat her yana yayıldı. Hazreti Ömer'den sonra işlerin bozulacağına dair şöyle bir hadis rivayet edilmiştir:
Huzeyfe Radıyallahu Anh anlatıyor:
"Hz. Ömer'in yanında idik, Ömer bize sordu:
"Resûlullah'ın fitne hakkındaki hadisini kim hafızasında tutuyor?" Ben cevap verdim:
"Ben biliyorum."
"Sen iyi cüretlisin, nasıldı söyle bakalım." dedi. Ben de anlattım:
"Resûlullah'tan işittim, şöyle buyurdu:
"Kişinin fitnesi ehlinde, malında, çocuğunda, nefsinde ve komşusundadır. Oruç, namaz, sadaka, emr–i bi'l–maruf ve nehy–i ani'l–münker bu fitneye kefaret olur."
Ömer hemen atılıp bana itiraz etti:
"Ben bu fitneyi kastetmemiştim. Ben öncelikle denizin dalgaları gibi dalgalanacak, bütün cemiyeti sarsacak fitneyi kastetmiştim!" dedi. Bunun üzerine ben:
"Ey mü'minlerin emiri! O fitne ile sizin ne alâkanız var! Sizinle onun arasında kapalı bir kapı mevcut." dedim. Ömer:
"Bu kapı kırılacak mı, açılacak mı?" dedi.
"Hayır, açılmayacak; bilakis kırılacak!" dedim. Hz. Ömer hayıflanarak:
"Eyvah! Öyleyse ebediyen kapanmayacak!" buyurdu."
Hadisin ravisi der ki: "Biz Huzeyfe Radıyallahu Anh'a sorduk:
"Ömer, bu kapının kim olduğunu biliyor muydu?"
"Evet, yarından önce bu gecenin olacağını bildiği katiyetle onu biliyordu. Ben hadis rivayet ettim; boş söz ve efsane anlatmadım."
Huzeyfe'ye soruldu:
"O kapı kimdir?"
"Ömer'dir." dedi."(1)
Bu hadisten de anlaşılacağı üzere; cemiyet hayatını sarsacak, düzeni bozacak, deniz dalgaları gibi fitnelerin önündeki son engel Hazreti Ömer'di. O, bu büyük fitnenin önünde, bir kapı vazifesi görüyordu. Fitnenin cemiyeti sarmaması için engel vazifesi görüyordu. Sordu "Bu kapı açılacak mı, kırılacak mı?" "Kırılacak" denildi, aradan çok zaman geçmedi ve Ömer şehit edildi. ışte kapı kırıldı ve cemiyeti o büyük fitne ve fesat kuşattı. "Kapının kırılması" şu anlamalara geliyor: O fitneler bütün cemiyeti saracak, bundan sonra kapı vazifesi görecek şahsiyetlerin olmayacak ya da fitne ve fesada karşı koyacak şahsiyetlerin ömürleri kısa olacak. Cemiyet hayatı kıyamete kadar bu büyük fitne ve fesatla yaşayacak. Ömer de aynı şeye işaret ederek "Eyvah! Öyleyse ebediyen kapanmayacak!" buyuruyordu.
Hazreti Ömer'den sonra iş başına Hazreti Osman geldi. Onun dönemi çok talihsiz bir dönem oldu ve fitne cemiyet hayatını iyice sarmaya başladı. Olayların sonu bir türlü alınamadı. Sonra Hazreti Ali geldi. Ali de fitnelerle büyük bir mücadeleye girişti, kısmen başarılı da oldu. Ancak kapı artık bir kere kırılmıştır...
Sonraki dönemlerle kıyaslandığında, Hazreti Osman ve Hazreti Ali dönemleri için iyi denilebilir.



EMEVıLER DÖNEMı TAM BıR
ZULÜM VE SALTANAT DÖNEMıYDı


Hazreti Muhammed'den sonraki dört halifeye "Raşid Halifeler" denmiştir. Onlar Resûlullah'ın halifeleridir. Hazreti Ali'den sonra hilâfet makamı Emevîlere geçer. Hazreti Muaviye ile başlayan ve Mervan ile biten Emevî dönemi, hadis–i şerifin ifade ettiği gibi tam bir fitne ve fesat dönemi olmuştur. Bu dönem yaklaşık olarak doksan yıl sürmüş, bu süre içinde zulüm, isyan, fitne, fesat, kargaşa, adaletsizlik had safhaya ulaşmıştır.
Doksan yıllık Emevî dönemi için ıslâm kaynaklarını araştırdığımızda, hiç de iyi haberlerle karşılaşmıyoruz.
"ıslâmî uygulamalardan adım adım uzaklaşmış ve topluma ıslâm öncesi cahilî yaşantı hâkim olmuştur. Adaletsizlik ve hak sahiplerine haklarının verilmemesi, ıslâm toplumunun sosyal ve ekonomik dengesinin bozulması sonucunu doğurmuştur. Örneğin; zekât, zenginlerden alınıp fakir kimselere dağıtılan bir hak olduğu hâlde toplanan zekâtlar, zengin kimselere ve dalkavuklara dağıtılıyordu. Gerçek sahibi ümmet olmakla birlikte hazine, bir avuç azınlığın şehevî arzularını tatmin etmek için saltanat sürenler tarafından gaspedilmiştir."(2)
"Müslümanların ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik bir kurum olan hazine, Emevî yöneticileri tarafından saltanatın mülkü hâline getirilmişti. Onlar hazineye ait her türlü mal, para ve eşyayı alıp müsrif bir şekilde harcar, Ümeyye oğullarına ve diğer güçlü kimselere bolca ihsanlarda bulunurlardı.(3)
ıslâm dininin hızla gelişip yayılması neticesinde, ıslâm topraklarına yeni yerler katılır, yeni ülkelerde farklı kültürler ve sosyal hayatla karşılaşılır. Özellikle de Bizans ımparatorluğu'nun yöneticilerinin yaşam tarzı, Emevî halifelerini etkiler, onlara özenerek, yaşantılarını değiştirirler. Emevî halifeleri saltanat, lüks ve israf içine düşerler. Zamanın en lüks icat ve imkânlarını kullanırlar. Halifelerin bozulmaları, netice itibariyle halka da sirayet eder.
"Velid b. Abdülmelik'in büyük binaları, yazlıkları, işletmeleri vardı. Onun hükümdarlığı döneminde insanlar bir araya geldiklerinde birbirlerine binalar, işletmeler ve köylerinden bahsederlerdi. Velid'ten sonra iş başına gelen Süleyman ise, çok sayıda cariyeye sahipti ve çokça evlilik yapmıştı. Ayrıca kendisine bol bol ziyafetler çekerdi. Onun döneminde de insanlar cariyelerden, evliliklerden ve yemeklerden bahsederler, bunlarla meşgul olup övünürlerdi."(4)
Asr–ı Saadet devrinin öncesinde olduğu gibi sonrası da insanlık tarihinin en zorlu dönemlerinden birini geçiriyordu. Hak, haklının elinde değil; güçlünün elindeydi. Hak, âdil dağıtılmıyor, güçlüye, eşe dosta, peşkeş çekiliyor, kayırmacılık almış başını gidiyordu. Kısaca insanlık yerlerde sürünüyordu. Asr–ı Saadet öncesinde bu bozuk yapının üzerine ıslâm güneşi doğunca, her yer aydınlanmıştı. Önce Hazreti Muhammed'in uygulamaları, ardından Raşid halifelerinin icraatları, tam mânası ile insanlığı aydınlattı ve ufukları açtı. Emevîler, böyle bir aydınlık mirasın üzerine kondular. ıslâm güneşini gören, duyan herkes ıslâm'a koşmaya başladı. ıslâm'a olan bu teveccühe Emevî hükümdarları farklı yorum getirdiler.
"Emevîlerden pek çok kimse, insanların ıslâm dinini, sadece şahsî menfaatlerini elde etmek için kabul etmiş olduğu kanaatindeydiler. Muaviye'nin, hilâfet makamını ıran kisralığına benzer bir krallık hâline getirmeyi düşündüğü şüphesizdir. Onun, "Ben kralların ilkiyim." sözü, bu kanaatin en açık delilidir."(5)
"Muaviye'den itibaren Emevî hanedanı yanında, fethedilen bölge sakinleri ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyorlar, Müslüman olmalarına, askerî seferlere katılmalarına rağmen haraç vermeye mecbur tutuluyorlar ve ganimetten çok az pay alıyorlardı. Bu nedenle ıslâm dinine şüphe ile bakılmaya başlanmıştı."(6)
Emevîler döneminde işlenen cinayetler ve masumlara yapılan zulümler o seviyeye ulaşmıştı ki, Arş–ı A'lâ titrer olmuştu. Bu zulüm ve insanlık dışı olayların birkaçını hatırlayacak olursak, Hazreti Muhammed'in sevgili torunlarının biri zehirlenerek, diğeri de katledilerek şehit edilmeleri… Medine'nin istilâsı ve Medine'deki ehlibeyt ve sahâbe nesline karşı yapılan toplu katliamlar… Mekke ve Beytullah'a karşı yapılan saldırı…

KARANLIKLAR
ıÇıNE DOğAN NUR


Doksan yıllık bu dönemde bir kişi çıkmış, çıkış ama ne çıkış. O kararan ufukları, o zulmet duvarlarını, o saltanat ve israfı öyle bir yıkmış, öyle yerle bir etmiş ki, tarih onun dört raşid halifenin ardından "Beşinci Raşid Halife" olarak kaydetmişti. Onun zamanında karanlığa gömülen, ıslâm memleketi aydınlanmış, her tarafta hak ve adalet hâkim olmuştur. ışin en garip tarafı, bu derece radikal değişimi, çok kısa bir zamanda gerçekleştirmiş olmasıdır. Onun hükümdarlık süresi sadece iki buçuk sene sürmüştür. Bu büyük şahsiyet, iki buçuk senede karanlığı aydınlığa, zulmü adalete, gaspı yardıma nasıl çevirmiştir?
Bu büyük şahsiyet; Emevî devletinin sekizinci halifesi Ömer b. Abdülaziz'dir.
Devlet yönetiminde Ömer b. Abdülaziz, bir mihenk taşı, bir büyük öğretmendir. Ömer b. Abdülaziz'in yaşantısı, olaylara bakışı, maddî ve mânevî ilişkileri incelenip, toplumu yönetmeye talip olanlara ders olarak okutulmalıdır. ıdarecinin türü ve şekli ne olursa olsun, Ömer b. Abdülaziz'den alacağı çok ders vardır.
"Ömer b. Abdülaziz, refah ve bolluk içinde yaşayan bir çevrede, şerefli bir anne ve babadan dünyaya geldi."(7)
"Ömer b. Abdülaziz'in çocukluğu ve gençliği bolluk bereket içinde geçmiştir. Babasının vefatına kadar Medine'de kaldı. Sonra halife Abdülmelik onu şam'a getirtip, kızı Fatıma ile evlendirdi. Ömer, Velid'in halifeliğine kadar şam'da kaldı. Halife Velid, Ömer b. Abdülaziz'in ehliyet ve salâhiyet sahibi birisi olduğunu bildiği için, onu Medine'ye vali tayin etti."<8>
Ömer b. Abdülaziz'in Medine valisi olana kadarki hayatı, bolluk ve refah içinde geçti. Ne zaman ki valilik makamına oturdu, makamın verdiği sorumluluk bilinci ile Ömer b. Abdülaziz'de önemli değişiklikler meydana gelmeye başladı. Tarihî kaynaklarda onun vali olmadan önceki hayatı için şu kayıt düşülmüştür:
"Gençliğinde zengin bir hayat yaşaması ve kibirli yürümesinden dolayı onu muaheze etmişlerdir. Muhtemel ki bu durum, onun çocukluğu ve gençliğinin ilk dönemlerinde olmuştur. Valilik ve halifelik yükünün ağırlığı omuzlarına çökünce dünyayı ve dünya ziynetini terk etmiştir."(9)
Ömer b. Abdülaziz, takvası, adaleti ve ilmî seviyesi ile diğer Emevî emir ve valilerinden apayrı bir kişiliğe sahipti. Hicaz valisi sıfatıyla Medine'ye ulaşır ulaşmaz, Medine'nin büyük âlimlerinden on kişiyi seçerek kendisine bir istişare heyeti kurdu. Bu âlimler heyetine şöyle dedi:
"Size danışmadan ve ıslâm'ın hükmünü iyice ortaya çıkarmadan herhangi bir iş görmek istemem. Ayrıca memurlarımdan birinin zulüm ve haksızlığını görür veya işitirseniz mutlaka bana bildirmelisiniz."(10)
Ömer b. Abdülaziz, valilik makamına oturur oturmaz yaptığı bu açıklama ile çok önemli konuların altını çizmiş ve idare edeceği şehirde uygulayacağı prensipleri kısa da olsa belirtmiştir. 20. yüzyılın gelişmiş, ilmi ve bilgisi ile ancak ulaştığımız yönetim şekline o bundan 1300 yıl önce ulaşmıştı. 20. yüzyılın şehirciliğindeki yönetim hiyerarşisi, şehrin valisi ile çalışan il genel meclisi, belediye başkanı ile çalışan il encümenleri… ışte gerek il meclisi, gerek il encümenini o, bundan 1300 yıl önce uygulamıştır.
Ömer, şehrin yönetiminde iki şeyin altını çizmektedir. Adaletli bir yönetim, zülüm ve haksızlığa karşı mücadele…

ÖMER'ıN
ıLK DÖNEMı


Vali olmadan önceki hayatında ilimle meşgul olmuştur. Asil bir aileye mensubiyeti ve maddî refah içinde bulunduğundan refah ve göze batan bir hayat yaşamıştır.
"Ömer b. Abdülaziz büyük maddî imkânlara sahip bir aile ortamında yetişmiştir. O, hilâfete geçinceye kadar çok kaliteli giyinen, davranışları ile herkesi kendisine özendiren bir hayat yaşardı."(11) Bu hayatının birinci dönemidir.

ÖMER'ıN
VALıLıK DÖNEMı


Ömer b. Abdülaziz'in hayatının ikinci dönemi ise, valilik yaptığı dönemdir. 30 yaşında vali olduğu rivayet edilmiştir. Valilik döneminde, geçmiş alışkanlıklarının önemli bir kısmını bırakmıştır. Ancak rahat ve güzel bir yaşamı terk etmemiştir. Bu dönemde, halk üzerindeki uygulamalara önem vermiş, Hicaz valiliğini görevinde o kadar başarılı olmuştur ki, Hicaz bölgesi onun döneminde tam bir huzur ve rahata kavuşmuştur.
"Onu raşid halife olmaya götüren değişim, Medine valiliği esnasında başlamış, halife olunca da bütün her şeyini âdil bir yönetim için feda etmiştir."(12) Bu, hayatındaki ikinci dönemdir. Zalim Haccac'ın zulmünden kaçanlar, onun idaresi altındaki bölgelere sığınmışlardır. Valilik dönemi yaklaşık yedi yıl sürmüştür.

ÖMER'ıN DEVLET
REıSLığı DÖNEMı


Ömer b. Abdülaziz'in üçüncü dönemi de halifelik yaptığı dönemdir ki, bu dönemde geçmişteki Ömer'den çok farklı bir Ömer vardır. Her şeyi ile değişmiştir, adımlarını, üzerine aldığı görevin bilinç ve şuuru ile atmaktadır. Halifelik makamına oturduğu zaman şartlar son derece olumsuzdu ve idarenin her yeri kokuşmuş bir vaziyette bulunuyordu.
"Ömer b. Abdülaziz'in halifeliğine biat edilip ahitname onun adına okununca, "Vallahi, ben Allah'tan bunu asla istemedim." dedi. Halifelik biniti önüne çekildiği zaman, kabul etmedi ve "Benim katırımı getiriniz." dedi. Halifelik makamına hayvanların bakıcıları gelip, yem ve hizmet için para istediklerinde, sorumlu şahsa hitap ederek, "Bu hayvanları Suriye şehirlerine gönder. Satın almak isteyenlere satsınlar, parasını da hazineye koy. Bana bu kır katırım yeter." demiştir. (13)
Ömer b. Abdülaziz halife olmayı hiçbir zaman istememişti. Bu makamı talep etmemesinin sebebi, sorumluluk ve vebalinin ağırlığıdır. Halifeliği istememesinin bir başka sebebi de seleflerinin yaptığı yanlış ve hatalı icraatlar sebebiyle işlerin rayından çıkmış olmasıdır. Selefleri gibi hareket etmeyecek, işleri yoluna koymak için icraatlar yapacaktır; ancak mevcut yapı o kadar bozuktur ki, düzeltmenin imkânı yok gibi görünür. Başaramazsa, kendisi de selefleri gibi hareket etmiş olacağı korkusunu taşımaktadır.
Emevî döneminin bozukluları dikkate alındığında Ömer'in neden bu görevden şiddetle kaçtığı açıkça anlaşılır. ısteği dışında bu görevin, omuzlarına yüklenmesinden sonra artık yönetimde bulunan cahiliye yaşantısının pisliklerine ve ümmetin mallarının şahsî menfaatler için kullanılmasına göz yumamazdı. Bundan dolayıdır ki o, vefat eden halife "Süleyman'ın cenazesinden dönerken, kendisine sunulan süslü saltanat atlarına binmemiş, onların satılmasını ve elde edilen paranın hazineye konulmasını emretmişti."(14)

BıR TEK HATA
PEYGAMBERı CENNETTEN ÇIKARDI


Tarihe mal olmuş ve birçok haberi günümüze ulaşmış bir şahsiyet olan azatlı köle Salim ile Ömer b. Abdülaziz'in arasında şöyle bir konuşmanın geçtiği nakledilir:
"Ömer b. Abdülaziz halife olunca azatlı köle kendisini ziyarete gider. Ömer, Salim'e sorar:
"Benim halife oluşum seni sevindirdi mi, yoksa üzdü mü?" Salim:
"Halk adına sevindim; fakat senin için üzüldüm." der. Bunun üzerine Ömer:
"Korkarım, kendimi helâk ettim." karşılığını verir. Salim:
"Korkuyorsan ne güzel, ben senin korkmamandan korkarım." dedi. Ömer:
"Bana nasihat et." deyince. Salim:
"Dikkat et! Âdem babamız tek bir hatadan dolayı cennetten çıkarıldı." dedi.(15)
Ömer b. Abdülaziz, halife olmadan önce zengindi ve yemesiyle, giyinmesi ile hayatını çok güzel yaşayan biriydi. Ancak ümmetin sorumluluğunu devraldığında, aniden değişmiş ve her türlü ihtiyacını asgari seviyede karşılama yoluna gitmişti. Hilâfet makamındaki değerli, süslü minderleri kaldırarak, yerdeki kilimin üzerine oturmayı tercih ederek, Resûlullah'ın halifesine yakışır bir tevazu ve alçak gönüllülükle insanların kendisine yaklaşabilmelerini sağlamaya çalışmıştı. Zira o, biliyordu ki Resûlullah'ın halefi olmak, onun yaşadığı ve gösterdiği doğrultuda yaşamakla mümkün olabilirdi. (16)
Ömer b. Abdülaziz'e halifelik verildiği zaman komşuları evinden ağlama sesleri duyarlardı. Komşular bu sesleri merak eder, sorarlar ve şu cevabı alırlar:
"Ömer bütün cariyelerini serbest bıraktı." Cariyeleri niçin serbest bıraktığı sorulduğunda da:
"Bana halifelik yükü yüklendi. Bu iş beni size bırakmayacak, tüm zamanlarımı alacak. ıçinizden hürriyete kavuşturmamı isteyen varsa, onu azat edeyim. Benimle kalmak isteyen varsa, bilsin ki ben artık ona yaklaşmayacağım."(17)
Cariyelerine yaptığı teklifin aynısını hanımına da yaptığı rivayet edilmektedir.
Yunus b. Ebû şebib anlatıyor:
"Ömer b. Abdülaziz'i görmüştüm, Beytullah'ı tavaf ediyordu. şalvarının üst kısmı göbeğinin kıvrımlarında kayboluyordu. Daha sonra onu halifelik döneminde gördüm. ıstesem, hiç dokunmadan kaburga kemiklerini sayabilirdim. Öylesine zayıflamıştı ki…"
Ömer'in oğluna sordular:
"Baban Ömer, hilâfet makamına geçtiğinde geliri ne kadardı?"
Oğlu cevap verdi:
"Kırk bin dinar civarındaydı."
Peki, vefat ettiğinde geliri ne kadardı?"
"Dört yüz dinar kadardı, eğer yaşasaydı daha da az olacaktı." <18>
Ömer b. Abdülaziz, kendisini halkının en alt seviyesinde olanla bir tutuyordu. ıbrahim b. Bekkur onun bu durumunu şu şekilde dile getirmektedir:
"Ömer b. Abdülaziz'i Medine'de gördüm. O, insanlar arasında en güzel giyineni, en güzel kokular sürüneni ve yürüyüşünde en heybetli olanı idi. Halife olduktan sonra da onu gördüm; takva sahibi bir mü'min gibi yürüyordu."
Ömer b. Abdülaziz hilâfet makamına geçince, yaşama tarzı değişmiş, bu değişim bütün aile fertlerini de etkilemişti. Müslümanlara hazineden bol ödemeler yaparken, çocuklarına hakları olmadığı bir tek lokmayı yedirmemek için aşırı dikkat göstermekteydi. (19)
Said b. Süveyd anlatıyor:
"Ömer b. Abdülaziz, cuma namazını kıldırdı. Sonra cemaate doğru dönerek oturdu. Üzerinde önü ve arkası yırtık bir gömlek vardı. Bir adam ayağa kalkarak Ömer'e seslendi:
"Ey mü'minlerin emiri! Allah sana vereceği kadar vermiştir; iyi bir şeyler giyinseydin ya!" Bu sözü duyan Ömer, hafifçe boynunu eğdi, sonra başını kaldırdı ve şöyle dedi:
"En güzel yönelme ve dua, fakirlik ve ihtiyaç anında olur. Affetmek de güçlüye yaraşır."(20)

HER FERT BENDEN HAKKINI
ıSTEMEDEN ALMALI


Ömer b. Abdülaziz hilâfet makamına oturduğunda önce kendi nefsanî arzularını yok etti. O artık her hâli ile halkını ve halka adaletle muamele etmenin yollarını düşünmektedir. Hilâfet makamına oturacağı gün onu görenler çok dertli ve üzgün bir hâlde görürler ve sorarlar:
"Sizi çok kederli görüyoruz." Kendine bu soruyu soranlara der ki:
"Benim, içinde yaşadığım hâl öylesine zor ki… Ümmet–i Muhammed'in doğusunda ve batısında herkese hakkını verebilmeliyim, hem de benden istemeden, benim kapıma gelmeden."
Nadir b. Arabî anlatıyor:
"Ömer b. Abdülaziz'in yanına girdim. Ellerini dizlerine koymuş, çenesini de dizlerine dayamış, kara kara düşünüyordu. Sanki ümmetin tüm ağırlığını o taşıyordu."(21)

ıDARE EDEN YERı GELDığıNDE
AÇ KALABıLECEK


Ömer b. Abdülaziz hilâfet makamına oturduğunda kendisine ölçü olarak Resûlullah'ın uygulamalarının yanı sıra raşid halifelerden de Ömer b. Hattab'ı örnek almıştı. ıdare eden kendi nefsinde uygulamadığı bir hususu, halktan istemeye kalkarsa başarılı olamaz. Yöneticinin sofrasında her çeşit yemekten bolca bulunurken, halk açlık içinde kıvranıyorsa, bu, idarecilik değildir. Böyle liderlik, liderlik değildir. Bu tür idarecilerin başarılı olup, sonuç almaları da mümkün değildir. ışte bunun içindir ki Ömer b. Abdülaziz, ceddi Ömer b. Hattab'ın başından geçen şu hâdiseyi kendine rehber edinmişti:
Hazreti Ömer'in hilâfeti zamanında Hicaz bölgesinde çok ciddî bir kıtlık yaşanır. Kıtlıktan dolayı da bu yıla "Âmü'r–ramadâ" yani "kıtlık yılı" denilmiştir. O yıl Hazreti Ömer, halkın sıkıntısına ortak olmak ve iktisatta örnek olmak üzere yeme içmede zarurî miktarla yetinir ve lüks addedilecek yiyecekleri sofrasına sokmaz. Sözgelimi; tereyağına el sürmez, temini ucuz ve kolay olan zeytinyağı yer. Bu tarz beslenmede öylesine tavizsiz olur ki, aslında esmer renkli olmayan Hazreti Ömer'in, zeytinyağı yemekten rengi değişir ve esmerleşir.
Hatta kızı Hazreti Hafsa ve oğlu Abdullah başta olmak üzere çevresi yemek konusunda biraz müsamahakâr olmasını nasihat ederler. Onu ikna etmek için de:
"Hak yolunda daha iyi hizmet edebilmesi için kuvvetli olması gerektiği"ni söylerler. Hazreti Ömer'in onlara verdiği cevaptan bu davranışını kendinden önceki iki büyük insandan örnek aldığını yani onların da bu şekilde bir hayat sürdüklerini öğreniyoruz. Hazreti Ömer şöyle der:
"Nasihatinizi işittim. Ancak ben, iki dostumu öyle bir yol üzere gördüm ki, ben onların bu yolunu terk edecek olursam, hedefte onlarla buluşamam."(22)
Ömer b. Abdülaziz hilâfet makamına oturunca Resûlullah'ın eşyalarını da yanına aldırtmıştı. Resûlullah'ın yatağı, asası, bardağı, kılıcının kını, ridası ve içi lif doldurulmuş yastığı onun yanında bulunuyordu. Huzuruna Kureyşli bir heyet geldiğinde bunları gösterir ve onlara şöyle derdi:
"ışte bunlar, Resûlullah'ın mirasıdır. Allah'ın size ikram ettiği, onun sebebiyle sizi şerefli kıldığı büyük insanın mirası..."(23)



ÇIKAR VE MENFAAT PEşıNDE KOşANLAR
BıZDEN UZAK OLSUNLAR!


Ömer b. Abdülaziz hilâfet makamına oturur oturmaz yoğun bir ziyaretçi akınına uğrar. Özellikle de her devirde olduğu gibi, menfaatçi ve yalaka takımı halifeyi ziyarete gelir. Irak ve Hicaz'dan bir sürü şair onun yanına gelmeye başlar. Bunlar arasında meşhur şairler de vardır: Nasib, Cerir, Ferazdak, Ahvas, Kuseyyir, Haccac el–Kudaî... Bunlar bir ay hilâfet merkezinde beklerler ki, halife kendileriyle görüşsün.(24) şair ve benzeri yalaka takımının kendisi ile görüşmek üzere beklediğinden haberdar olan Ömer, onların beklemesinden hoşlanmaz ve onlarla görüşmez. Bir cuma hutbesinde bu konuya değinir ve şöyle der:
"Ey insanlar! Bize gelmek isteyenler beş sebepten biriyle gelsinler, aksi takdirde gelmesinler.
1–ıhtiyacını bize ulaştıramayanların ihtiyaçlarını getirmek,
2–Hayırlı işlerimizde gayretleriyle bize yardımcı olmak,
3–Yöneldiğimiz hayırda bize rehber olmak,
4–Hiç kimseyi şikâyet, gıybet etmemek,
5–Malayani ve faydasız şeyleri bize getirmemek.
Bu hutbe üzerine şairler, hatipler hilâfet merkezini terk ederler. Ömer'le görüşmek için, fakih ve zahit zatlar ve gerçek ihtiyaç sahipleri kalır. Fakihler derler ki:
"Bu adamın yaptığı, söylediğine muhalif olmadıkça onu terk etmemiz caiz olmaz."(25)
Ömer b. Abdülaziz'in yaptığı uygulamalardan biri de imtiyaz ve ayrıcalık sahibi insan ve kabilelerin bu ayrıcalıklarını kaldırmaktır. Yönetimde sözü geçen, işi hallolan, devlet nezdinde ayrıcalıklı durumda bulunanların bu durumlarını ortadan kaldırdı.
Onun gözünde Hecer beldesindeki bir bedevî ile Ümeyye oğullarının bir ferdi arasında hiçbir fark ve ayrıcalık yoktu.
Bu durum, devrin ayrıcalıklı ailelerini son derece rahatsız etmişti. Artık bu insanların devlette sözleri geçmez olmuş, bilhassa tayin ve atamalarda ehliyet ve liyakate bakılır olmuştu. Daha önce sırf kayırmacılık, akraba, eş dost ilişkisi ile yapılan atamalar, tek tek iptal edilmeye, bu şekilde atananlar görevlerinden alınmaya başlanır.
Bu görevden alma ve yeni atamalar, Ümeyye oğullarının daha önce sahip oldukları imtiyazlara ters düşmektedir. Bu durum, Emevî ailesi mensuplarını tedirgin etmiş ve halifeye gelip devlet görevlilerinden bir hak ve ayrıcalıklarının bulunduğunu bildirmişlerdi. Ömer b. Abdülaziz'in onlara verdiği şu cevap, ıslâm düzeninin temel prensiplerinden birini tekrar hayat sahnesine çıkarıyordu:
"Bu ümmet içinde en uzak diyardaki bir Müslüman ile sizin aranızda hiçbir fark görmüyor ve hiç kimseye karşı bir imtiyazınızın olduğunu kabul etmiyorum." (26)
Geçmişteki ayrıcalıklı ailelerden biri de Mervan oğullarıdır. Mervan oğulları, Ömer'e bir yazı ile müracaat ederek, ayrıcalıklarının ellerinden alınmasını kınamışlar ve yeni taleplerde bulunmuşlardı.
Ömer b. Abdülaziz, Mervan oğullarının bu taleplerine çok kızar, kızgınlığı had safhaya varır ve onlara şu haberi gönderir:
"Allah için, şu Mervan oğullarından birinin boğazlanması gerek herhâlde! Allah'a yemin ederim ki, benim elimle de gerçekleşse, gerekirse bunu yaparım."
Ömer b. Abdülaziz'in bu sözleri, Mervan oğullarına ulaştığında çok korktular ve isteklerinden vazgeçtiler. Mervan oğulları, Ömer b. Abdülaziz'in ne denli sert olduğunu ve herhangi bir konuda bir karara vardıysa, bunu mutlaka gerçekleştireceğini çok iyi biliyorlardı. (27)


ıKTıDAR GÜCÜ
HALKI EZMEK ıÇıN KULLANILAMAZ


Ömer b. Abdülaziz'den önceki yönetimlerde, iş tamamen çığırından çıkmıştı. Bu durum Ömer b. Abdülaziz'in işini çok zorlaştırıyordu.
"Ben de, benden önceki halifelerin tayin ettikleri memur ve valilerin zorbalık ve satvetleriyle halkı nasıl ezdiklerine şahit oldum. Ardından gelen valiler de onları ezmeye devam ettiler. Hep aynı tas, aynı hamam oldu. Ben hilâfete geldiğimde beni de aynı yola ittiler. Fakat ben bunu hazmedemedim. Zira güçsüz ve zayıf bırakılmış insanların hakları yenemezdi. Artık güçlüden alıp zayıfa vermenin zamanı gelmiştir."<28>
Ömer b. Abdülaziz, bir taraftan gelecekle ilgili kararlar alıp uygularken, diğer taraftan geçmişin yanlış uygulamalarını düzeltiyordu. Geçmişte haksızlıkla elde edilen malların geri iade edilmesi gerekiyordu. Hazine talan edilmiş, hakkı olmayanlara peşkeş çekilmişti. Müslümanların ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik bir kurum olan hazine, Emevî yöneticileri tarafından saltanatın mülkü hâline getirilmişti. Onlar hazineye ait her türlü mal, para ve eşyayı alıp müsrif bir şekilde harcarlar, Ümeyye oğullarına ve diğer güçlü kimselere bolca ihsanlarda bulunurlardı. Gerçek hak sahipleri olan muhtaç kimseler ise, yoksulluk içinde kıvranırlardı. Ömer b. Abdülaziz, ümmete ait hazineden, hakkı olmayan hiçbir kimseye zerre kadar bir şey verilmesine müsaade etmediği gibi, daha önce haksız olarak dağıtılan malları da müsadere etme yolu ile geri almaya başladı.
Bu işe ilk önce kendinden başlayan Ömer, babası Abdülaziz'den ve kayın babası ve amcası Abdülmelik'ten kendisine intikal eden bütün malları hazineye iade etti.
Kendisine ait malları hazineye iade ettikten sonra ilk önce Yezid b. Muaviye'nin varislerinin ellerindeki mal varlıklarına el koyarak hazineye aktardı ve bu işlemi haksız olarak ele geçirilmiş her şeyi geri alana kadar devam ettirdi.(29)
Bedevîlerden bir grup, Ömer b. Abdülaziz'e gelerek Mervan oğullarını şikâyet ettiler. Mesele şuydu:
Bedevîler çok önceleri boş ve bakımsız olan bir araziye yerleşmişler, orayı mamur etmişlerdi. Daha sonra Velid b. Abdülmelik, bedevîleri bu topraklardan atmış, yerlerine kendi soyundan olanları yerleştirmişti. Olayı öğrenen Ömer b. Abdülaziz şöyle dedi:
"Resûlullah'ın ne buyurduğunu bilmiyorlar mı? Beldeler Allah'ındır, kullar da Allah'ın kullarıdır. Kim ölü ve sahipsiz bir yeri canlandırır, mamur kılarsa, artık o arazi onundur."
Bunu söyleyen Ömer b. Abdülaziz, bahsi geçen araziyi bedevîlere iade etti.(30)


ZAN VE TÖHMETLE
ıNSANLARA MUAMELE YAPMA


Ömer b. Abdülaziz, yönetimindeki Emevî ıslâm devletinde insan haklarını evrensel anlamda uygulamıştır. Onun insan haklarına ne kadar önem verdiğini, Musul'a tayın ettiği vali Yahya el–Gassanî'den dinleyelim:
"Ömer b. Abdülaziz beni Musul'a vali olarak tayin ettiğinde o beldeye gittim, oranın suç ve hırsızlık bakımından en ileri düzeyde memleketlerden biri olduğunu gördüm. Ömer'e mektup yazdım. Beldenin içinde bulunduğu bu kötü hâli anlattım ve şöyle sordum:
"Ne yapayım? Önce zan üzere bazılarını yakalayıp döveyim mi, yoksa ancak bir kesin delil sayesinde mi yakalayayım? Burada halkın bu konudaki örfü nedir?" Bu mektubuma Ömer b. Abdülaziz şu cevabı verdi:
"ınsanları zan ve töhmetle yakalama! Ancak delil kesinleştikten sonra onların peşine düş ve onlara Resûlullah'ın sünnetini uygula. Eğer hak onları ıslah etmeyecekse, hiçbir ceza onları düzeltemeyecektir."
Ben de Ömer b. Abdülaziz'in tavsiye ettiği şekilde yaptım. Sonunda Musul'dan ayrıldığımda, bu belde çeşitli suçların en az işlendiği bir belde olmuştu.(31)

MUHAMMED (s.a.v) VERGı TOPLAMA
MEMURU DEğıLDıR


Cizye, gayrimüslim tebaadan alınan bir vergidir. ıslâm'a giren bir kimseden bu verginin alınması dinen caiz değildir. Böyle olmakla birlikte vergi gelirlerinin azalmasından korkan Emevî yöneticileri, gayrimüslimlerden, Müslüman olduktan sonra da bu vergiyi almaya devam etmişlerdi. Bu açık bir zulüm olduğu gibi, ıslâm'ın tebliği açısından da engelleyici bir durumdu. Ömer b. Abdülaziz, bu uygulamaya son vererek, Müslümanlar arasında var olan "eşitlik prensibi"ni pratiğe geçirdi.
Gelirlerinin düştüğünü gören valiler, gayrimüslimler, ıslâm'a girse de yine de onlardan belli oran da cizye almaya devam ettiler. ıslâm'ı seçenlerden cizye almaya devam etmek isteyen valilerden biri de Mısır valisiydi. Bu konuda halifeye bir mektup yazmıştı.
Ömer b. Abdülaziz, Mısır valisine yazdığı cevap mektubunda şöyle diyordu:
"Müslümanlığı kabul edenlerden cizyeyi kaldır. Allah senin reyini kötü tarafa çevirmiştir. Allahu Teâlâ Muhammed'i (s.a.v.) vergi toplama memuru olarak değil; ancak bir hidayetçi olarak göndermiştir. Andolsun ki, sizin teklifinizi kabul bir tarafa, bütün insanların kendi eliyle ıslâm'a girmesi, Ömer için en büyük mutluluktur."(32)


KISA ZAMANDA ZEKÂT VERıLECEK
FAKıR KALMADI


Ömer b. Abdülaziz'in ekonomide izlediği siyaset sayesinde ıslâm devletinin her yerinde refah seviyesi yükselmişti. Daha önce yoksulluk içinde bulunan kalabalık halk kitlesi, normal bir yaşama kavuşarak ihtiyaçlarını rahatça karşılayabilecek bir düzeye gelmişti.
O, ticaret yapan kimselerin dışında kalan herkese hazineden maaş bağlamıştı. Uyguladığı âdil yönetim sayesinde fakir zümre ortadan kalkmış, toplanan zekâtların dağıtılması için memurlar zorluk çekmeye başlamıştı. Çünkü zekâta ihtiyacı olan kimse bulunamıyordu. Bu konuda Yahya b. Said'den şöyle bir rivayet bize kadar ulaşmıştır:
"Ben, Afrika bölgesinin zekât toplama memuru idim. Zekâtları topluyor; fakat dağıtacak ihtiyaç sahibi kimse bulamıyordum. Ömer'in yönetimi insanları zengin yapmıştı. Ben bu paralarla köle satın alıp azat ediyordum."
Ömer b. Abdülaziz'in iki buçuk sene gibi kısa bir zaman zarfında sağladığı refah, ıslâm'ın, uygulandığında ne kadar kısa bir zamanda adaleti yerleştirip, toplumu her yönüyle emniyet içerisinde bir yaşama kavuşturma gücüne sahip olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.(33)
Büyük âlim ıbn Kesir, Ömer b. Abdülaziz'in şöyle bir uygulama yaptığını haber vermektedir:
"Ömer b. Abdülaziz, çarşı pazarlara memurlar göndererek şöyle bağırmalarını emrederdi:
"Ey borçlular! Ey evlenmek isteyen gençler! Ey yetimler! Ey fakir ve muhtaçlar! Neredesiniz, geliniz! Nasibinizi alınız!" Ömer böylece bütün bu insanları zengin yapmıştı.(34)

ADALETıNDEN GAYRıMUSLıMLER
DÂHıL HERKES NASıPLENıRDı


Ömer b. Abdülaziz, bir taraftan yolsuzluk, adam kayırma gibi devletin temellerini sarsan hastalıklarla mücadele ederken, diğer taraftan toplumsal barışı sağlamaya çalışıyordu. Ömer b. Hattab'dan bu yana unutulan bir kurumu gündeme getirdi:
"Müellefetü'l–kulûb" (kalpleri kazanılacaklar) olarak adlandırılan kimselere tahsisat müessesesini harekete geçirdi. Bu meyanda bir patrike 1000 dinar tahsis etti." (35)
"Müslüman olmayanlar da onun adaletinden son derece faydalanmışlardır. Bir genelgeyle kilise, havra ve ateşgedelerin yıkılmasını yasaklamış ve barış anlaşmalarının şartlarına riayet edilmesini emretmiştir." (36)
Emevî halifelerinin hanedancı, kavmiyetçi ve zalimce uygulamaları sebebiyle devlete karşı küsmüş olan Müslüman mevaliler, çeşitli zimmî topluluklar, küskün Ehlibeyt ve taraftarları, Emevî hanedanı dışında kalan Araplar gibi çok sayıdaki kalbi kırık, küskün kitleler arasındaki soğukluk ve husumetler onun âdil siyaseti sayesinde kaybolmuştur. Güçlü bir sosyal dirlik ve birlik kurulmuş, ıslâm coğrafyasının her yanına huzur gelmiştir. (37)


HATA YAPARAK AFFETMEK
ZULMEDEREK CEZALANDIRMAKTAN ıYıDıR


Ömer b. Abdülaziz'in, atadığı valilere tembihlediği şu tavsiye ve uyarısı, çağları aşarak bütün hukuk sistemlerine altın harflerle yazılmalıdır:
"Gücünüz yettiğince, herhangi bir kuşku varsa, had cezalarını uygulamayın. Zira bir yönetici, hata ederek affederse, bu onun zulmederek cezalandırmasından daha iyidir."(38)
Rivayet edildiğine göre Ömer b. Abdülaziz'in eşi Fatıma'nın, babası Abdülmelik tarafından kendisine hediye edilmiş değerli bir gerdanlığı vardı. Ömer b. Abdülaziz eşine:
"Tercihi sana bırakıyorum. Ya şu gerdanlığını hazineye bağışlarsın, eğer bunu kabul etmezsen, bana izin ver senden ayrılayım. Çünkü o gerdanlık sende bulunduğu müddetçe ben seninle birlikte olamam." Kocasının bu sözü üzerine Fatıma:
"Değil bu, bunun kat kat fazlasını vermem de gerekse, ben yine de seni tercih ederim." dedi. Bunun üzerine hanımının gerdanlığı hazineye bağışlandı.
Zaman su misali akacak ve Ömer b. Abdülaziz vefat edecektir. Hilâfet makamına Abdülmelik b. Yezid geçecektir. Bu Fatıma'nın kardeşidir. Hazinede kız kardeşinin gerdanlığını görünce, onu Fatıma'ya geri vermek isteyecek; fakat Fatıma gerdanlığı geri almayı reddederek şöyle diyecektir:
"Vallahi onun hayatında bunu istemedim ki, ölümünden sonra isteyeyim."(39)
Ömer b. Abdülaziz, Basra'ya vali olarak Adiy b. Artaa'yı görevlendirir. Adiy, kılık kıyafet olarak ıslâmî ölçülere çok dikkat eden biridir. Ancak valilik görevinde aynı itinayı gösteremez. Bu durumdan Ömer b. Abdülaziz'in haberi olur. Ona şöyle bir mektup yazar.
"Sen, siyah sarığınla, Kur'an okutanlarla olan sohbetinle ve sarığı arkandan salıvermenle beni kandırdın. Sen bana iyilik gösterdin ve bende hüsnüzan uyandırdın. Ama Allah Celle Celâluhu senin gizlediklerini bana açtı." (40)

VALLAHı ONUN BUNDAN BAşKA
GÖMLEğı YOKTUR


Ömer b. Abdülaziz'in yönetimi geniş halk kitlelerini memnun etmiş, ancak bir avuç olan mutlu azınlığı, ayrıcalığa alışmış dalkavuk takımını da mutsuz etmişti. Bu mutsuz azınlık, bu halife ile sonlarının geldiğini düşünür ve onu ortadan kaldırmak için plânlar kurar. Ömer b. Abdülaziz'i ortadan kaldırmak için onu zehirlemeye karar verirler ve halifenin yediği ya da içtiği bir şeye zehir katarlar. Halife zehirlenir, zehrin etkisi ile yatağa düşer. Bu büyük insanın rahatsızlığı ciddîdir, genç yaşında ebedî âleme göçme hazırlığındadır. Ölüm döşeğinde bile insanlık tarihine dersler vermektedir.
Mesleme b. Abdülmelik, Ömer'in ziyaretine gelir. Mesleme, hanımı Fatıma'nın akrabasıdır. Mesleme, Ömer b. Abdülaziz'in üzerindeki gömleğe bakar ve kirli olduğunu görünce Fatıma'ya der ki:
"Ey Fatıma! Emirü'l–mü'minînin üzerindeki gömleği değiştirseniz." Fatıma:
"ınşallah değiştiririz." der. Aradan birkaç gün geçer. Mesleme yine Ömer b. Abdülaziz'i ziyarete gelir ve aynı gömleğin halifenin üzerinde olduğunu görünce kızar ve bağırır:
"Ben size Emirü'l–mü'minînin giydiği gömleği değiştirin demedim mi? ınsanlar halifenin ziyaretine geliyor, dikkatli davranın." Fatıma ağlayarak şöyle der:
"Vallahi onun bundan başka gömleği yoktur."(41)



ACABA O SALıH ADAM ÖLDÜ MÜ?

Ömer b. Abdülaziz'in hayatı kadar ölümü de insanlığa ders mahiyetindedir. Onun âdil yönetimine sadece insanlar değil; yabanî hayvanlar bile riayet ediyorlardı. Musa b. Ayun anlatıyor:
"Ömer b. Abdülaziz zamanında Kirman'da koyun güdüyorduk. Koyunlar ve kurtlar aynı merada bulunurlar; ama kurtlar koyunlara saldırmazlardı. Bir gece ansızın kurtlar sürüye saldırdı. Kendi kendime;
"Acaba o salih adam öldü mü?" diye dedim."
Hammad der ki:
"Onlar bu olayın meydana geldiği geceyi hesapladılar. O gecenin, Ömer b. Abdülaziz'in vefat ettiği gece olduğu ortaya çıktı." (42)
Muhammed b. Mabed anlatıyor:
"Ömer b. Abdülaziz, Bizanslı esirlerin bir kısmını Müslüman esirlerle değiş tokuş etmişti. Ben de o sırada Bizans kralının huzuruna çıkmıştım. Kralın yanına Rumların ileri gelenleri girince ben dışarı çıktım. Sonra tekrar huzura girdiğimde kralı yere çökmüş, hüzünlü bir hâlde gördüm. Orada bulunan adamlarından birine sordum:
"Kralın bu hâli nedir? Ondaki bu keder niye?" Görevli:
"Neler olduğunu bilmiyor musun?" dedi.
"Nereden bileyim" dedim.
"ıyi bir insan öldü." dediler.
"Kim o iyi insan?" dedim.
"Ömer b. Abdülaziz öldü. Eğer ısa'dan sonra ölüleri diriltecek biri gelseydi, bu Ömer b. Abdülaziz olurdu." dediler. (43)
ımam Evzâ-î anlatıyor:
"Ömer b. Abdülaziz'in cenazesine katıldım. Sonra Kayser'in şehrine doğru yola çıktım. ıki eşek ya da öküzle giden bir rahibe rastladım. Rahip bana:
"Sanırım, sen o adamın vefatına şahit oldun, orada bulundun." dedi.
"Evet." dedim.
Rahip gözlerinde biriken yaşları salıverdi. Sicim gibi gözyaşı döküyordu.
"Niçin ağlıyorsun? Sen onun dininden değilsin ki?" dedim. Rahip şöyle cevap verdi:
"Ben ona ağlamıyorum. Yeryüzünü aydınlatan bir nur vardı; şimdi o nur söndü. Ona ağlıyorum."(44)
Aradan yıllar geçer… Emevî devleti çöker, hilâfet Abbasîlere geçer. Hilâfetin Abbasîlere geçmesi ile halk âdeta bayram eder. Halk Ümeyye oğullarından çok çekmiştir.
ıktidarın Abbasîlere geçmesi ile halkın sinirleri boşalır. Emevî halifelerinin kabirleri açılıp, kemikleri yakılıp, külleri havaya savrulur. Kabirden çıkarılan kemikler kırılacak kadar hınç ve öfke seli ortaya çıkar. Emevî halifeleri tarih boyunca, bütün ümmet tarafından ciddî bir soğukluk ve hatta tahkirle anılırlar. Emevî halifelerinden sadece biri, Ömer b. Abdülaziz hakka, adalete, Allah'a kulluğa, Allah'ın dinine sadakat ve hizmeti sebebiyle, bu saldırılardan uzak kalır.(45) Ömer b. Abdülaziz, her dönemde saygı, sevgi ve rahmetle anılır. O raşid halifelerin beşincisi olur.



ıNSANLIğA
BıR ÖMER B. ABDÜLAZıZ LÂZIM



Ömer b. Abdülaziz'in iş başına geldiği dönem ile günümüz arasında mantık ve düşünce açısından çok fazla fark bulunmamaktadır. Yolsuzluk, hırsızlık, adam kayırma, o gün de had safhadaydı bugün de had safhada. "Devletin malı deniz yemeyen keriz" mantığı o gün de vardı, bugün de var. Ayrıcalıklı insanlar, imtiyazlı aileler, her idareye sözü geçen, her devrin adamları o gün de vardı, bugün de var. Adalet, soylu, zengin ve itibarlılara farklı uygulanıyordu, bugün de farklı uygulanıyor. Bir grup azınlık sırça köşklerde, kuş sütü ile beslenirlerken, halkın geneli günlük maişetini kazanabilmenin telâşı ve derdine düşmüştü.. O gün öyleydi bugün de aynıdır. Kısaca özetleyecek olursak, Ömer b. Abdülaziz'in devraldığı Emevî devletinin yönetimi ve uygulamaları ile bugünün Türkiye'si ve dünyası arasında fark yoktur.

Dipnotlar:
1– Buhârî, Mevakîtu's–Salât 4, Zekât 23, Savm 3, Menâkıb 25,
Fiten 17; Müslim, Fiten 17 (144); Tirmizî, Fiten 71 (2259)
2– "şamil ıslâm Ansiklopedisi", Ahmet Ağırakça, şamil Yayınları,
c. 5, s. 170
3– "şamil ıslâm Ansiklopedisi", Ahmet Ağırakça, c. 5, s. 171
4– "şamil ıslâm Ansiklopedisi", Ahmet Ağırakça, c. 5, s. 171
5– H. ıbrahim Hasan, "ıslâm Tarihi", çev. ısmail Yiğit, Sadreddin
Gümüş, Kayıhan Yayınları, c. 1, s.355, ıstanbul 1987
6– "Büyük "ıslâm Tarihi"", çev. Arif Aytekin, Âdil Bebek,
Durak Pusmaz, Resul Tosun, Rahmi Yaran, Abdullah Yücel,
A. Remzi Yeşilli, Çağ Yayınları, ıstanbul, c. 2, s. 403
7– H. ıbrahim Hasan, a.g.e., c. 1, s. 412,
8– H. ıbrahim Hasan, a.g.e., c. 1, s. 413,
9– H. ıbrahim Hasan, a.g.e., c. 1, s. 413,
10– H. ıbrahim Hasan, a.g.e., c. 1, s. 413,
11– "şamil ıslâm Ansiklopedisi", Ahmet Ağırakça, c. 5, s. 172
12– "şamil ıslâm Ansiklopedisi", Ahmet Ağırakça, c. 5, s. 172
13– H. ıbrahim Hasan, a.g.e., c. 1, s.415,
14– "şamil ıslâm Ansiklopedisi", Ahmet Ağırakça, c. 5, s. 170
15– H. ıbrahim Hasan, a.g.e., c. 1, s.415,
16– "şamil ıslâm Ansiklopedisi", Ahmet Ağırakça, c. 5, s. 170
17– "Hilyetü'l–Evliya", Ebû Nuaym el–Isfahânî, çev. Said Aykut,
Enver Günenç, Yahya Atak, Abdülhamid Birışık, Fuat Aydın,
şule Yayınları, ıstanbul 1996, c. 2, s.233
18– "Hilyetü'l–Evliya", c. 2, s. 231
19– "şamil ıslâm Ansiklopedisi", Ahmet Ağırakça, c. 5, s. 172
20– "Hilyetü'l–Evliya", c. 2, s.231, 234
21– "Hilyetü'l–Evliya", c. 2, s.231, 253
22– ıbrahim Canan, "Krizin Sabahı", Işık Yayınları, ıstanbul, 2002, s.117
23– "Hilyetü'l–Evliya", c. 2, s.231, 277
24– "Hilyetü'l–Evliya", c. 2, s.231, 278
25– ıbrahim Canan, a.g.e., s.119
26– "şamil ıslâm Ansiklopedisi", Ahmet Ağırakça, c. 5, s. 170
27– "Hilyetü'l–Evliya", c. 2, s.231, 247
28– "Hilyetü'l–Evliya", c. 2, s.231, 249
29– "şamil ıslâm Ansiklopedisi", Ahmet Ağırakça, c. 5, s. 171
30– "Hilyetü'l–Evliya", c. 2, s.231, 243
31– "Hilyetü'l–Evliya", c. 2, s.231, 240
32– H. ıbrahim Hasan, a.g.e., c. 1, s.416,
33– "şamil ıslâm Ansiklopedisi", Ahmet Ağırakça, c. 5, s. 171
34– "şamil ıslâm Ansiklopedisi", Ahmet Ağırakça, c. 5, s. 171
35– ıbrahim Canan, a.g.e., s.140
36– ıbrahim Canan, a.g.e., s.133
37– ıbrahim Canan, a.g.e., s.141
38– "Hilyetü'l–Evliya", c. 2, s.231, 267
39– H. ıbrahim Hasan, a.g.e., c. 1, s.418,
40– "Hilyetü'l–Evliya", c. 2, s.231, 262
41– "Hilyetü'l–Evliya", c. 2, s.23, 232
42– "Hilyetü'l–Evliya", c. 2, s.230, 231
43– "Hilyetü'l–Evliya", c. 2, s.231, 253
44– "Hilyetü'l–Evliya", c. 2, s.231, 286
45– ıbrahim Canan, a.g.e., s.156
kaynak beyan dergisi
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

2

05.09.2007, 12:07

Allah razı olsun kardeşim,

duygu

Profesyonel

  • "duygu" bir kadın

Mesajlar: 966

Konum: istanbul

Meslek: ev hanımı

Hobiler: hat ve ebru sanatı, tasarım, araştırmak ve farklılık.ney çalmak

  • Özel mesaj gönder

3

05.09.2007, 14:04

sağol aynur kardeşim bu bize sunduğun paylaşımının çıktısını alacağım daha dikkatli okumak için allah razı olsun...selametle :P
Sus gönlüm...
Seni senden daha iyi bilen, Rabbinin hükmü vuk'u buluncaya kadar sus
...

4

05.09.2007, 14:32

Amin..Cümlemizden razı olsun RAbbim inşAllah...
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

5

19.05.2008, 00:32

Halifenin Gömleği

Ömer ibni Abdülaziz(r.a), halifeliği zamanında, bir gün minberde, söylevle meşguldü. Minberin yakınında olan, bir grup halk, konuşması esnasında halifenin zaman zaman elini götürüp, gömleğini hareket ettirdiğini görüyorlardı.

Bu hareket orada bulunan ve dinleyenlerin dikkatlerini celbetti. Hepsi kendi kendilerine, neden halifenin konuşma esnasında, elini gömleğine götürüp, hareket ettirdiğini soruyorlardı.

Toplantı tamamlanarak sona erdi. Araştırıldıktan sonra belli oldu ki halifenin, kendisinden öncekilerin Beytülmaldan yaptıkları israfı telafi etmek ve müslümanların Beytülmalın gözetlemek için, bir taneden fazla gömleği olmadığı için yeni yıkanmış gömleğini tekrar aynısını giymişti şimdi de, daha çabuk kurusun diye, hareket ettiriyordu.
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir