Giriş yapmadınız.

1

02.11.2006, 19:25

Aracılık veya Vesile şirk midir?

Bu konuda yazdığım yazıyı sizinle paylaşmak istedim.

Her orduda emir komuta zinciri vardır. Meslela;sıradan bir nefer bir yüzbaşı ile muhattap olur, her maruzatını ona iletir,onu terbiye eder, disiplini öğretir,padişahin koyduğu kanunları ona okumasını ve uygulamasını öğretir,o askere talim yaptırır.Padişah faraza her kusurdan münezzeh olsun.Padişah yinede o sıradan neferi yüzbaşıya sorar ona göre ödüllendirir veya cezalandırır. Lakin, tasarruf yüzbaşının değil büyük komutan padişahındır. O dilerse af eder dilerse ödüllendirir. Dilerse onunla kuracağı özel bir telefonla görüşür. Dilerse onu bizzat kontrol eder. Yüz başı ise o komutan için o neferden farksızdır.O nefer kusurlu olabildiği gibi yüzbaşıda kusurludur. Kusursuz olan ve tek yetkili o padişahtır.
şimdi biri çıksa dese o padişah ile o nefer arasına biri girmeden onunla görüşemez, yüzbaşının yaptırdığı talimi neferin iyi anlayıp uyguladığına o yüzbaşı karar verir;yüzbaşıyı komutan, komutanı bir nefer haline getirmektir. Tabiki aracı vardır, ama komutanın o neferi ödüllendirmesi veya cezalandırması veya talimini iyi yapıp yapmadığına karar için bir aracıya ihtiyaç yoktur.Yüzbaşı sadece onun talim ve terbiyesi ile ilgilenmiştir.Yüzbaşı derki, bu adamı iyi talim yaparken gördüm,ödüllendirilmesini isterdim.Diyemezki, ben bu adamın her talimini yaptığına şahidim onu ödüllendiriyorum.
Kinaye tarzındaki bu hikayeyi açıklamak gerekirse:

Kainatta cereyan eden her hadisede görevli bir melek vardır. O melekler mesela yağmuru Allah'ın tayin ettiği bir ilimle yağmasına sebeb olur. Yağdıran değildir. Hem mesela,ayet diyor "biz yedi gökü yarattık",demiyor ki,"biz yedi gökü yaratanız". Dese hata olurdu. Birden çok ilah karışmış olurdu. ışte öyle Allah demez ki, "biz kullara şefaat edeniz,af edeniz, yada tevbelerini kabul edeniz". Çünkü, tek şefaat eden,affeden,tevbeleri kabul eden Allahtır. şefaati,affı veya tevbenin kabulünü kul adına yüzbaşının talep etmesi, aracı olması o kişiyi şefaat eden,affeden,tevvab, yapmaz. Yapıyor, demek şirke kapı açmaktır.


Dinimiz akletmeyi ve akletmenin yanında aklımıza güvenmemeyi buyurmuştur. Zaten herkes her meselede her şeyi anlayamaz. Tabiki bir alim mürşide ihtiyaç vardır. Bu mürşid ona imanı ilmel yakinden aynelyakıne oradan hakkalyakin denilen tahkiki imana ulaşmaya vesile olur. Lakin, geçiş yeridir kaynak değil. Sebebtir, sebebleri yaratan değil.Müsebbib'ül Esbab Allah'tır.

Allah'ın kainatta cari olan Adetullah'ı vardır. Bu Adetullah'ın biride; Kur'an'ı çok iyi anlamış birine uyarak onun Kur'an'dan öğrettikleri ile amel edip tahkiki imana ulaşmaktır. Burda ilimde derin olan o mürşid o kulun af edilmesi için dua makamında bir tasarrufa sahip olması ifartkar bazı kişlerin elinde "Allah ile kul arasına girilir" denmesi ile son bulur. Tefritkarda o ifratı nazara alıp o alimin Allah tarafında verilimiş şefaata vesilesi red edilir. Ehl-i tarikin fenafişeyh olması şeyhin Allah ile kul arasına girmesi değil, müridin sabır gücünü sağa sola dağıtmayıp istikametini muhafaza içindir. ıstikameti koruyan Allah,görülmesine vesile olan, talim ettiren mürşiddir.
Allah her türlü kusurdan münezzehtir. ınsana şah damarından daha yakındır. ınsan ise cahildir. Nefs taşımaktadır ve "ene" denilen mevhumu kabul etmiş tek mahluktur. Ene ise kulun kendisi ile Allah arasına çizdiği bir çizgidir. Sadece ve sadece Allah ile Kul arasında cereyan eder. Rasulullah dahi buna müdahale edemez. Edebilse idi "ümmeti ümmeti" diye yalvarmaz, aracı olur ve tüm kulların kurtulmasına sebeb olurdu. Evet mürşid kendi şakirtine ilim öğretir ve dua makamında yardımcı olur. ;Yoksa o şahsın af edilmesi için bir tasarufu yoktur. Sadece duası makbul olduğundan Allah'ın sevilen bir kulu olduğundan ve Allah'ın sevdiği bir kulun sevdiği bir kul olmasından dolayı hesabını yine kendi Adl isminin çerçevesinde kolaylaştırır. Af için geçiş yeri olur af kaynağı olamaz. Affa sebeb olabilir, ama aff edemez. Çünkü, Afüvv şartsız ve aracısız dilediğini Adl isimini icra ederek af eden Allah demektir. Bir aracı ile Afüvv isiminin yürütülmesi ise kusurdur.Kadir ismine dahi münafidir. Adl isimini ilzam eder.Evet o aracı Afüvv ismini icra etmez, o mürüdinin talimi iyi yapıp yapmadığına karar veremez, ancak şehadet eder.Tevvab ismi dahi kulunun enesinin nefsine üflediği vesveseleri bertaraf etmesi için yardımcı olarak gönderdiği mürşidin şehadetini nazara alır, o dilediğinin tevbesini kabul eder. Mürşid bir tasarrufa sahib değildir.Çünkü, kusurludur. Kusurlu bir mahluk Tevvab ismini Afüvv ismini ,Gaffur ismini icra edemez.Sebebtir, sebeb olan ise Allahtır.
vesselam
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

2

23.11.2006, 09:01

Allah'ın sayısız orduları vardır. Nemrutu geberten sinekten şeytanı vuran yıldızlara kadar. Allah Ed-Darr'dır. Mü'minleri darlıkla sınar. Ama her darlıkatan sonra bir ferahlık vardır. Ferahlık ise çeşitli vesilelerle perdeli gelir. Zira Rabbim Kudretinin ızzetini Hikmeti ile gizlemek ister. Ta ki insanlar aklettsin. Her şeye hükmeden Kudereti görsün ve bulsun. Mesela, "Yedi gökü biz yarattık der". Oysa birtek yaratan vardır. Demek Rabbim burada müekkel meleklerin bir perde olduğuna işararet ediyor. Allah kendi için yapılan savaşlarda meleklerinin yardıma göndermiştir. Oysa Muin olan Allah'tır. Rabbim ordularını göstererek yine Kudretini saklamıştır. ınsan ise Kudreti istemekle değil Hikmeti istemekle mükelleftir.

Bir mü'min fırtınalı bir hengamda, dalgalar içinde, karanlıklar içinde tüm esbab sükut etmişken, yardım edecek hiç bir yardımcı yokken Allah'ın hikmetini istiyerek bir yardımcısını bir perdedar askerinin göndermesini istemesi şirk değildir. Yardım isterkende Allah'ın makbul bir kulunun hürmetine niyaz etmek şirk değildir, haktır. Hakiki Muin Allah'tır.

Velev ki bir adam Muin-i Hakiki'yi unutup perdeyi Müsebbib'ül Esbab yapa. ışte bu şirktir. Bir insanın şahsi hatası hakikate perde olmaz. ılzam etmez. Ortadan kaldırmaz.
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

3

23.11.2006, 09:10

şirkin ne olsuğu bilinirse gerisi kolay,
Acaba şirk derken ne anlıyoruz,
Açıklayandan şimdiden Rabbim Razı olsun,

4

23.11.2006, 09:17

ınsan hayatını sever,dostlarını sever,enbiyayı ,Allah dostlarını sever. Baharı, güzel şeyleri sever. Parayı sever,dünyayı sever. Anayı sever evladı sever. Karşı cinsi sever.
Lakin, şirk bu sevgilerde ince bir Sırat köprüsüdür.
Bunları bunları mecburen sever.Ama irade ile bunlara duyulan sevginin yüzü bir sevgiliden diğerine dönebilir.
şimdi ,bu sayılanları sevme, dendiğinde bir muhal ortaya çıkarki insan fıtratına aykırıdır. Söz odur ki bu sayılanları Cenab-ı Hak hesabına sev, demektir.


Mesela, lezzetli yemekleri, güzel meyveleri, Cenab-ı Hakkın ihsanı ve o Rahman-ı Rahimin yardımı yönünde sevmek, Rahman ve Mün'im isimlerini sevmektir. Hem manevi bir şükürdür. şu muhabbet, yalnız nefis hesabına olmadığını ve Rahman namına olduğunu gösteren, meşru dairesinde kanaatkarane kazanmak ve tefekkür ile teşekkür ederek yemektir.

Hem, baba ve anneyi şefkat ile donatan ve seni onların merhametli elleriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesabına onlara hürmet ve muhabbet, Cenab-ı Hakkın muhabbetine aittir. O muhabbet ve hürmet, şefkat, Allah rızası için olduğuna alameti şudur ki: Onlar ihtiyar oldukları ve sana hiçbir faydaları kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkate attıkları zaman daha çok muhabbet ve merhamet ve şefkat etmektir.

Ve evlatlarını, o Zat-ı Rahim-i Kerimin hediyeleri olduğu için tam bir şefkat ve merhamet ile onları sevmek ve korumak, yine Hakka aittir. Ve o sevgi ise, Cenab-ı Hakkın hesabına olduğunu gösteren alamet ise, ölümlerinde sabır ile şükürdür, ümitsizce feryad etmemektir. "Halıkımın, bana emanet olarak verdiği, sevimli bir mahluku idi, bir mülkü idi. şimdi hikmeti gerektirdi, benden aldı, daha iyi bir yere götürdü. Benim o mülkte evlatta bir görünür bir hissem varsa, hakiki bin hisse onun Halıkına âittir. "hüküm Allah'ındır"", deyip, teslim olmaktı. ışte şirk ortadan kalkmıştır.

Hem enbiya ve evliyayı sevmek, Cenab-ı Hakkın makbul ibadı olmak yönü ile, Cenab-ı Hakkın adına, hesabınadır ve o bakış açısından Ona aittir. şirk değildir.

Özetle, dünyayı ve ondaki mahlukları mana-i harfiyle sev, mana-i ismiyle sevme; "Ne kadar güzel yapılmış" de, "Ne kadar güzeldir" deme. Ve kalbin içine başka sevgilerin girmesine meydan verme. Çünkü, kalbin içi Samed olan Allah'ın aynasıdır ve Ona özeldir."Allah'ım, bize sevgini ve bizi Sana yaklaştıracak şeylerin sevgisini nasip eyle", de. ışte bu şirk değildir.

ışte, bütün yukarda sayılan ve sayılmayan sevgiler, eğer bu suretle olsa, hem acısız bir lezzet verir, hem sonuda ayrılık olmayan bir kavuşmaktır, o sevilen şeyler Baki olur, hem Allah sevgisini artırır, hem meşru bir muhabbettir, hem lezzetin ta kendisine bir şükürdür, hem muhabbetin ta kendisi bir fikirdir.

ışte anladın ki şirk Allah adına sevmemektir. Yukarıda yazılan ayetlerin tehdidi benim yazdığım gibi Hak adına sevenlere yönelik değil, ifrata girerek, Allah adına değil nefsi hesabına sevenleredir. Yani sadece bağlı bulunduğu mürşide ifratla duyulan sevgide şirk yoktur. Evlat sevgisinde, anne,mal,dünya,eş vs sevgilerinde dahi şirk gizlidir. Nasıl evlat sevgisinde bir şirk tehlikesi var, onu sevme denemez, evliyada, peygamberde dahi bir şirk tehlikesi var ona tabi olma denemez. Hem "Dünyanın sinek kanadı kadar değeri olsaydı..." hadisi dünyayı küçümsememekte sadece onu bir amaç yapanları, ölmiyecek gibi ona bağlanıp Allah'ı unutarak şirke girenleri tehdit ederek hakaret etmektedir. Yoksa dünyanın Allah'a bakan yüzü müstesnadır. O dahi Allah hesabına haktır ve caizdir. şirk ise asla yoktur

Baki Selam
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

5

23.11.2006, 10:15

Tabiat Risalesinde bunu okumuştum;inşaallah konuyu açar.

Yalnız bir şüphem var: Cenâb-ı Hakkın Hâlık olduğunu kabul ediyorum. Fakat bazı cüz'î esbabın ehemmiyetsiz şeylerde icada müdahaleleri ve bir parça medh ü senâ kazanmaları, saltanat-ı rububiyetine ne zarar verir? Saltanatına noksaniyet gelir mi?"

Elcevap: Bazı risalelerde gayet katî ispat ettiğimiz gibi, hâkimiyetin şe'ni, müdahaleyi reddetmektir. Hattâ, en ednâ bir hâkim, bir memur, daire-i hâkimiyetinde oğlunun müdahalesini kabul etmiyor. Hattâ, hâkimiyetine müdahale tevehhümüyle, bazı dindar padişahlar, halife oldukları halde mâsum evlâtlarını katletmeleri, bu redd-i müdahale kanununun hâkimiyette ne kadar esaslı hükmettiğini gösteriyor. Bir nahiyede iki müdürden tut, tâ bir memlekette iki padişaha kadar, hâkimiyetteki istiklâliyetin iktiza ettiği men-i iştirak kanunu, tarih-i beşerde çok acip hercümerc ile kuvvetini göstermiş.

Acaba âciz ve muavenete muhtaç insanlardaki âmiriyet ve hâkimiyetin bir gölgesi bu derece müdahaleyi reddetmeyi ve başkasının müdahalesini men etmeyi ve hâkimiyetinde iştirak kabul etmemeyi ve makamında istiklâliyetini nihayet taassupla muhafazaya çalışmayı gör; sonra, hâkimiyet-i mutlaka rububiyet derecesinde; ve âmiriyet-i mutlaka ulûhiyet derecesinde; ve istiklâliyet-i mutlaka ehadiyet derecesinde; ve istiğnâ-yı mutlak kadîriyet-i mutlaka derecesinde bir
Zât-ı Zülcelâlde, bu redd-i müdahale ve men-i iştirak ve tard-ı şerik, ne derece o hâkimiyetin zarurî bir lâzımı ve vâcip bir muktezası olduğunu, kıyas edebilirsen et.

Amma ikinci şık şüphen ki: Bazı esbab, bazı cüz'iyâtın bazı ubudiyetlerine merci olsa, o Mâbûd-u Mutlak olan Zât-ı Vâcibü'l-Vücuda müteveccih, zerrattan seyyârâta kadar mahlûkatın ubudiyetlerinden ne noksan gelir?

Elcevap: şu kâinatın Hâlık-ı Hakîmi, kâinatı bir ağaç hükmünde halk edip, en mükemmel meyvesini zîşuur, ve zîşuurun içinde en câmi meyvesini insan yapmıştır. Ve insanın en ehemmiyetli, belki insanın netice-i hilkati ve gaye-i fıtratı ve semere-i hayatı olan şükür ve ibadeti, o Hâkim-i Mutlak ve Âmir-i Müstakil, kendini sevdirmek ve tanıttırmak için kâinatı halk eden o Vâhid-i Ehad, bütün kâinatın meyvesi olan insanı ve insanın en yüksek meyvesi olan şükür ve ibadetini başka ellere verir mi? Bütün bütün hikmetine zıt olarak, netice-i hilkati ve semere-i kâinatı abes eder mi? Hâşâ ve kellâ, hem hikmetini ve rububiyetini inkâr ettirecek bir tarzda, mahlûkatın ibadetlerini başkalara vermeye rıza gösterir mi? Hiç müsaade eder mi? Ve hem hadsiz bir derecede kendini sevdirmeyi ve tanıttırmayı ef'âliyle gösterdiği halde, en mükemmel mahlûkatının şükür ve minnettarlıklarını, tahabbüb ve ubudiyetlerini başka esbaba vermekle kendini unutturup, kâinattaki makasıd-ı âliyesini inkâr ettirir mi

6

23.11.2006, 20:28

Çok isifade ettim ALLah razı olsun
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

7

24.11.2006, 00:37

şafi olan, şifa veren Zat-ı Rahmanirrahimdir. Doktor ve ilaç ise o isme en yakın olan kul ve vesiledir. şifamı doktor yada ilaç verdi diyen, şafi olan Zat-ı Rahmanirrahime karşı denk koşmaktır. dolayısı ile, doktora yada ilaca kudret vermek olacaktır.


bu durum şirk midir, yoksa niyete göre değişirmi. KASITLI ve BıLıNÇLı ise kesin şirk koşmak olacakta, ya bilinçsiz ise...

8

24.11.2006, 08:17

Lemalarda 17.lemada bunu okumuştum.inşaallah konuya ışık verir.

DÖRDÜNCÜ MESELE: Esbab-ı zâhiriye eliyle gelen nimetleri o esbab hesabına almamak gerektir. Eğer o sebep ihtiyar sahibi değilse (meselâ hayvan ve ağaç gibi), doğrudan doğruya o nimeti Cenâb-ı Hak hesabına verir. Madem o lisan-ı hal ile Bismillâh der, sana verir. Sen de Allah hesabına olarak Bismillâh de, al.

Eğer o sebep ihtiyar sahibi ise, o Bismillâh demeli, sonra ondan al. Yoksa alma. Çünkü -2- âyetinin mânâ-yı sarihinden başka bir mânâ-yı işarîsi şudur ki: "Mün'im-i Hakikîyi hatıra getirmeyen ve Onun namıyla verilmeyen nimeti yemeyiniz" demektir.

O halde, hem veren Bismillâh demeli, hem alan Bismillâh demeli. Eğer o Bismillâh demiyor, fakat sen de almaya muhtaçsan, sen Bismillâh de, onun başı üstünde rahmet-i ılâhiyenin elini gör, şükürle öp, ondan al. Yani, nimetten in'âma bak, in'amdan Mün'im-i Hakikîyi düşün. Bu düşünmek bir şükürdür. Sonra o zâhirî vasıtaya istersen dua et; çünkü o nimet onun eliyle size gönderildi.

Esbab-ı zâhiriyeyi perestiş edenleri aldatan, iki şeyin beraber gelmesi veya bulunmasıdır ki, iktiran tabir edilir, birbirine illet zannetmeleridir. Hem bir şeyin ademi, bir nimetin mâdum olmasına illet olduğundan, tevehhüm eder ki, o şeyin vücudu dahi o nimetin vücuduna illettir. şükrünü, minnettarlığını o şeye verir, hataya düşer. Çünkü bir nimetin vücudu, o nimetin umum mukaddemâtına ve şerâitine terettüp eder. Halbuki o nimetin ademi, birtek şartın ademiyle oluyor.

9

24.11.2006, 08:18

devamı

Meselâ, bir bahçeyi sulayan cetvelin deliğini açmayan adam, o bahçenin kurumasına ve o nimetlerin ademine sebep ve illet oluyor. Fakat o bahçenin nimetlerinin vücudu, o adamın hizmetinden başka, yüzer şerâitin vücuduna tevakkufla beraber, illet-i hakikî olan kudret ve irade-i Rabbâniye ile vücuda gelir. ışte bu mağlâtanın ne kadar hatası zâhir olduğunu anla ve esbabperestlerin de ne kadar hata ettiklerini bil.

10

24.11.2006, 19:23

şahsi fikrim şöyle;
Eğer bir adam şifanın doktordan veya ilaçtan olduğunu kelimenin gelişinden söylemişse yani, Müsebbibü'l Esbab'ın Allah olduğunu bildiği halde söylemişse sorun olmaz. Niyeti esbaba bir kudret vermek değildir. Mazurdur. Günlük hayatta bazı ifadeler varki ister istemez söylenebiliyor. "Tesadüfen karşılaştık, yemek ne güzel, elma çok güzelmiş" gibi. Niyet önemli oluyor.

Eğer ki, Müsebbibü'l-Esbab'ın Allah olduğunu düşünmüyorsa ,ama ilaca dahi bir kudret verme niyeti yoksa gafildir. Takviyeye ihtiyacı var.

Eğer ki,sebebi ilaçtan bilmenin sakıncasını bilimyorsa cahildir. Gizli şirk tehlikesi var. Bilenle bilmeyen bir olurmu, hükmüne göre yargılanır.

Doğrusunu Allah bilir. Sadece benim fikrimidi.
Baki Selam
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

11

04.12.2006, 13:19

Sebeplere tesiri hakikiyi vermemiştir Allah.

Sebepler sadece perde;
Çünkü izzet ve azamet öyle ister.

Tevhid ve Celal ister ki esbap ellerini çeksinler desti kudretten.

ılaç sebep ama ilac şifa vermez.ılac perdesi altında allah veriyor şifayı.
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

12

14.06.2007, 17:11

şirk mevzusu

Eğer Allah c.c dileseydi Peygamberlerine ayetlerini direkte indire bilirdi ama Cebrail a.s arada bir aracı olmuşsa,dini tüm insanlara peygamberleri aracılığı ile tebliğ etmişse,bir cemaate bir imamın liderlik ederek namazda bir aracı olması gibi bir ilacı içip onu bir sebeb görmede bir sakınca olmaz tabi ama...... şifanın ilaçda olduğunu o ilaca şifayı Allahu Tealanın kudretiyle verildiğini düşünülmez ise elbette şirke adım atılmış olur.yani kasıt önemlidir burda şu ilaç bana Allahın izni ile iyi geldi demek ile bu ilaç benim derdime çaredir deme arasında bir fark vardır elbette
yazılarınız çok istifade edilecek şekilde yazılmış allah c.c razı olsun cümlenizden.
muhabettle.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir