Giriş yapmadınız.

1

17.08.2006, 14:44

Miraç Kandili, nedir, peygamberimiz niçin miraca çıkmıştır,

MıRAÇ KANDıLı

Feyiz ve bereketin coştuğu mübarek gecelerimizden biri de Miraç Gecesidir. Miraç bir yükseliştir, bütün süfli duygulardan, beşeri hislerden ter temiz bir kulluğa, en yüce mertebeye terakki ediştir. Resulullahın (a.s.m.) şahsında insanlığın önüne açılmış sınırsız bir terakki ufkudur.
Bu ulvi seyahat, mucizelerin en büyüğüdür. Miraç mucizesi Kur'ân-ı Kerimde âyetlerle anlatılmış ve varlığı inkâr edilemeyecek bir şekilde ortaya konmuştur. Bu îlâhî yolculuğun ilk merhalesi olan Mescid-i Aksâya kadarki safha Kur'ân'da şöyle anlatılır:

“Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan alıp çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.” (ısra Suresi, 1)

Miraçın ikinci merhalesi de Mescid-i Aksâdan başlayarak semânın bütün tabakalarından geçip tâ ılâhi huzura varmasıdır. Bu safha da Necm Sûresinde şöyle' anlatılır:

“O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O’nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. şimdi O’nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâda gördü. Ki, onun yanında Me'vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre'yi Allah'ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.” (Necm Suresi, 7-18.)

2

17.08.2006, 14:45

Peygamberimiz neden mirac’a çıktı?

Bir padişahın iki türlü konuşması vardır. Biri, bir vatandaşla telefon ederek küçük bir meseleyi görüşmesi. Diğeri de devlet başkanı, halifelik yönü ve milletin idarecisi olarak, emirlerini her tarafa duyurmak için özel bir elçisi ile konuşması, sohbet etmesi, onun aracılığı ile ferman yayınlamasıdır.
Bu örnekte olduğu gibi Cenab-ı Hakkın da kulları ile iki tarzda muhatap olması vardır. Biri, özel ve cüz'i, diğeri de geniş ve genel mahiyette bir konuşması. Cenab-ı Hakkın bazı velilerle özel ve cüz'i anlamda ilham etmesi birinciye örnektir.

Ama Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün velayet mertebelerinin üstünde bir büyüklük ve yücelikte, kâinatın Rabbi, bütün varlıkların Yaratıcısı olarak Cenab-ı Hakkın sohbetine müşerref olması ise ikinci ve mükemmel olanına misaldir.

Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakka, diğeri de Haktan halka. Birisi mi'râcin bâtıni tarafı olan velayet yönüdür, diğeri de zahiri tarafı olan risalet yönüdür.

Yani Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam bizi temsilen Cenab-ı Hakkın huzuruna çıktı, başta insanlar olmak üzere bütün varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini toplu olarak (askerin komutana tekmil vermesi gibi) arz etti. Bu yönüyle Miraç halktan, insanlardan, varlıklardan Hakka bir gidiştir. Diğeri de Cenab-ı Hakkın biz kullarından istediklerini, emir ve yasaklarını Resul olarak getirmiştir. ıbadetlerin özü ve esası olan beş vakit namazı Miraç hediyesi olarak getirmesi gibi...

3

17.08.2006, 14:46

Miraçla gelen hediyeler


Birincisi: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün iman hakikatlerini gözleriyle gördü. Melekleri, Cenneti, âhireti, hattâ Cenab-ı Hakkın cemâlini gözleriyle müşahede etti. Sözlerinde ve vaadinde en küçük bir hilafı, aksi beyanı olmayan o yüce insan mü'min ruhlara manen şöyle diyordu: “Sizin inandığınız, melekleri, âhireti, Rabbinizin Nur cemâlini bizzat gördüm; bu iman esasları vardır, mevcuttur; tereddüt ve şüphe etmeyiniz.” Böylece mü'minler sonsuz bir imana ermenin saadetine kavuştular.

ıkincisi: ınsan herşeyi merak ediyor. Ayda hayat var mı, yok mu diye araştırıyor. Halbuki Ay O Ezelî Sultanın memleketinde ancak bir sinek kadar yer kaplıyor.

Mü'minler merak ediyorlar. “Rabbimiz bizden ne istiyor? Acaba ne yaparsak Rabbimiz bizden razı olur? Bir yolunu bulsak da doğrudan doğruya Rabbimizle muhatap olsak, bizden ne istiyor, anlasaydık” derken, ıki Cihan Serveri yetmiş bin perde arkasından ezel ve ebed Sultanının razı olacağı amelleri Miraç meyvesi olarak getirdi beşere hediye etti. Bu hediye başta namaz olmak üzere ıslâmın diğer esasları ve ibadetleridir.

Üçüncüsü: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam ebedî saadet definesinin anahtarını alıp getirmiş, cinlere ve insanlara hediye etmiştir. Peygamber Efendimiz kendi gözüyle Cenneti görmüş, sonsuz saadetin varlığını müşahede etmiş ve bu büyük müjdeyi haber vermiştir. Öyle ki, bir adama idam edileceği anda affedilerek padişahın yakınında bir saray verilse ne kadar sevinir.
Öyle de bütün cinler ve insanlar sayısınca toplu bir müjde olan bu sevinç ne kadar önemli ve değerlidir.

Dördüncüsü: Peygamber Efendimiz Miraçta Cenab-ı Hakkın cemalini görme nimetini tattı. Bu manevi nimetin Cennette mü'minlere de nasip olacağı müjdesini verdi. “Ayın on dördünü nasıl açıkça gözünüzle görüyorsanız, Rabbinizi de öyle Cennette apaçık göreceksiniz” buyurarak bu ezelî müjdeyi bizlere hediye olarak getirdi.

Beşincisi: ınsan kâinatın en kıymetli bir meyvesi ve Kâinat Sahibinin en nazlı bir sevgilisi olduğu Miraçla anlaşıldı. Kâinata nisbetle küçük bir varlık, zayıf bir canlı olan insan bu meyve ile öyle bir dereceye çıktı ki, bütün varlıklar üzerinde bir makam ve mevki kazandı. Çünkü rütbesiz bir askere, “Sen paşa oldun” dense ne kadar sevinir.
Öyle de âciz, fani, devamlı ayrılık ve zeval tokadını yiyen biçare insana birden, "Sonsuz ve baki bir Cennette Rahman ve Rahîm olan Allah'ın rahmetine gireceksin" dendiğinde o insan ne kadar büyük bir mevki ve makama çıkar. Cennette hayal hızında, ruh genişliğinde, akıl akıcılığında, kalbin bütün arzularında Cenab-ı Hakkın ebedi mülkünde seyir ve seyahate erecektir. Cenab-ı Hakkın nur cemalini seyretme nimetini tadacaktır. Böyle bir insanın kalb ve ruhu ne kadar büyük bir sevince kavuşur değil mi? Miraçın bu meyvesi insanın en büyük arzu ve hedefidir. (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 31. Söz.)

4

17.08.2006, 14:49

Miraç Gecesi Namazı

Miraç gecesi kılınacak namaz on iki rekattır. ıki rekatte bir selam verilerek kılınacak olan namaz on iki rekat ile bitirilir. Her rekatte Fatihadan sonra on kere ihlas okunur. Kılınma zamanı yatsı namazı kılındıktan sonra, imsak vaktine kadar ki herhangi bir vakit olabilir. Bu oniki rekat namaz bittiği zaman selamdan sonra yüz defa :

“Sübhanallahi vel hamdülillahi vela ilahe illallahü vallahü ekber vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyül azim” duası okunur.

Ardından da yüz kere istiğfar yapılır.



Miraç Gecesinin Gündüzünde Kılınacak Namaz

Miraç gecesinin gündüzünde öğlen namazını kıldıktan sonra sonra dört rekat namaz kılınır.
Bu namazın;birinci rekatında Fatiha’ dan sonra bir kere Felak suresi, ikinci rekattan sonra bir kere Nas suresi, üçüncü rekatta üç kere Kadr suresi, dördüncü rekatta elli kere ıhlas suresi okunur.


Kaynaklar:


1. Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, 31. Söz
2. Mübarek Aylar Günler ve Geceler
3. Üç Aylar ıbadet Rehberi
-------------------------------------------------

Miraç kandili hakkında biraz bilgilendirmek istedim.
Hepinizin miraç kandili şimdiden mübarek olsun canım kardeşlerim..

slm ve dua ile

5

17.08.2006, 15:19

Allah razı olsun devam inşaallah.selam

6

21.08.2006, 14:36

Miraç, Efendimiz (aleyhisselatü vesselam)'in ifa ettiği eşsiz kulluğuna mükafat olarak kazandığı velayetin bir ifadesinden barettir. Allah, yerde eserleriyle kendisini beşere gösterdiği Peygamberimizi, gökler âleminin sakinlerine de göstermek için O'nu o yüce meclislerde dolaştırmış ve her yer üzerinde hükmünün geçtiğini bütün âleme göstermiştir.

Peygamberliğinin değil, kulluğunun bir semeresi ve neticesi olan Mirac yolculuğunda Efendimiz (sas), kendisini çepeçevre saran kanun ve sebepleri aşarak, beşeriyete ait perdeleri geçip uzun mesâfeleri bir hamlede kat etmiş, yıldızları, sistemleri birer merdiven, birer basamak, birer atlama taşı gibi kullanıp, Rabb'ini görmeye mâni buudları geride bırakmış, cismen ve rûhen vardığı makamdan Cenâb-ı Hakk'ı müşahede etmiştir. Peygamberlerle selâmlaşmış, melekleri görmüş, Cennet'i ve güzelliklerini, Cehennem'i ve azâmetini temâşâ etmiştir. Melekler O'na teşrifatçılık yapmış, huriler perdedar olmuştur. Yıldızlar kaldırım taşı gibi ayaklarının altına serilmiş, bineğiyle berk gibi bütün mekanı kat edip tekrar insanlık içine dönmüştür. ışte Miraç bu yüce yolculuğun adıdır.


--------------------------------------------------------------------------- -----

Allah, Nebisine sahip çıkıyor
Efendimiz (sas), bütün zorluklara rağmen, kulluğunda öyle olgunluğa ve dolgunluğa ermişti ki, kendisine açılan o kapıdan içeriye girerken, kulluğun zirvelerine çıkmıştır. Miraç, bir yönüyle bunun ifadesidir. Miraç, en zor şartlar altında dahi kulluğundan fedakarlıkta bulunmayan Efendimiz'in (sas), insanların kendisine bütün bütün sırtlarını döndüğü, bütün sebeplerin kapandığı, "Bunlarla kız alıp vermeyeceksiniz. Çarşıda pazarda bir şey satmayacaksınız. Onlara hiçbir şekilde yardımda bulunmayacaksınız. Her türlü ilişkinizi keseceksiniz." dedikleri dönemde ve zâhiren hiçbir çıkış yolunun görünmediği anda, Allahu Teala, Efendimiz'in (sas) kalbini taltif etmek ve kırılan gururunu, onurunu hoşnut etmek için O'nu katına almıştı. Hatta böylesi olumsuzlukların yaşandığı bir dönemde Efendimiz (sas) bir de iki büyük yara almıştı.


--------------------------------------------------------------------------- -----

Bu gece Allah Resulune Vahyedilen Bakara suresinin son iki ayeti:
"Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah'a meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. "Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. ışittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır" dediler. Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!"


--------------------------------------------------------------------------- -----

Miraç nedir?
Miraç, kelime manası itibarıyla "merdiven", "yükselecek yer", "en yüksek makam" manalarına gelmektedir. Bu gecede ınsanlığın ıftihar Tablosu (sas) bir mucize olarak Mekke'deki Mescid-i Haram'dan, Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya ve oradan da göklerin ılâhî derinliklerine doğru pervaz edip ruhen ve bedenen Cenab-ı Hakk'ın huzuruna çıkmıştır. Kur'an-ı Kerim (ısrâ, 17/1; Necm, 53/8-11.) ve hadis-i şeriflerle (Buhari, Salat 1; Müslim, ıman, 259.) hakikati sabit olan Miraç hadisesi, beşer idrakinin üstünde ve zaman ve mekan hudutları dışında cereyan etmiş ulvî bir tecellidir.

7

21.08.2006, 19:13

Allah razı olsun inşaALLAH

nuraşığı ve yunusum kardeşlerim çok iyi ikili oldunuz yazılar imani noktalarda çok doyurucu tebrik ederim

maşaallah
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

8

22.08.2006, 11:17

şeref bana ait değildir.nuraşığına ait.selam.

9

22.08.2006, 11:20

estağfirullah ben kimim :oops: .Rabbim cümlemizden razı olsun..


konu hakkında yazmaya devam inşallah..

10

22.08.2006, 14:18

Mi'racın sürekliliği





Sema kapılarının açılıp feyiz ve bereketin yağmur yağmur gönderildiği Mi’rac, yükselmek demektir. Bizim için Mi’rac, tüm süflî arzulardan, duygulardan, beşerî hislerden arınarak kulluğa, en yüce mertebeye bir yükseliştir. Mi’rac mu’cizesi, Resûlullahın (asm) şahsında insanlığın ufkuna açılmış seyr ü sülûk (manevî gezi ve gözlem), bir terakkîdir.

Bu ılâhî yolculuğun ilk merhalesi olan Mescid-i Aksâ’ya kadarki safha Kur’ân’da şöyle anlatılır:

“Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan alıp çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla görendir.”1

ıkinci merhalesi de Mescid-i Aksâ’dan başlayarak semanın bütün tabakalarından geçip tâ ılâhî huzura varmasıdır. Bu safha da Necm Sûresi’nde şöyle anlatılır:

“O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. Onun gördüğünü kalbi yalanlamadı. şimdi onun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki Onu bir kere daha hakikî sûretinde gördü. Sidre-i Müntehâ’da gördü. Ki, onun yanında Me’vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.”2

Namaz mü’minin miracıdır. Hergün beş defa, maddî, nefsî, süflî arzulardan arınıp, kâinatın Sahibine yönelmek, ona muhatap olmaktır. şu halde;

* Hayatta olduğumuza,

* Sayısız nimetlerle kuşatıldığımıza,

* Bunlara karşı vicdanî teşekkür şart olduğuna,

* Acz ve fakrımız devam ettiğine,

* En büyük duâ ve şükür, namaz olduğuna,

* Mi’rac’ın da en büyük meyvesi namaz olduğuna göre; öyleyse mü’min için mi’rac süreklilik ifade eder. Mü’min her gün, beş defa veya daha fazla maddeden, dünyadan kopup metafizik âlemlere dalmak zorunda.

Ve, Mi’rac gecesi sabaha kadar devam ettirdiğimiz namaz, duâ, tesbih, zikir (Kur’ân okuma) ve fikri (tefekkürü) sürekli kılarak hayatımızın bir parçası haline getirmeli. Çünkü, dönüş O’nadır. Eğer namaza devam edersek, dönüşümüz Mi’racvârî olabilir…


Dipnotlar:


1. ısrâ Sûresi: 1.

2. Necm Sûresi: 7-18.

11

10.08.2007, 21:34

Allah razi olsun
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

12

11.08.2007, 17:16

Kutlu bir gece: Mi'rac Gecesi


Bu gece Mi'rac Gecesi. Kâinat Efendisi Hazret-i Muhammed’in (asm) kâinat ötesine, vücub âlemine, ılâhî huzura dâvet ve kabul edilişinin izini, hatırasını, feyzini taşıyan gece bu gece.

Affın, merhametin, şefkatin, genişliğin, bağışlamanın, şefaatin, Cennetin kâinat çapında ilân edildiği, insana kâinat üstü kucak açıldığı eşsiz bir gece. ınsanlığa kutlu olsun!

O beşer üstü hadiseyi biraz olsun kavrayabilmek, Kur’ân’ın haberleriyle mümkün. Kur’ân’ı izleyelim:

“Doğruldu! O, Ufuk-u Âlâ’da idi!”1 Resûlullah Efendimiz (asm) en yüksek Ufuk’ta durdu, doğruldu. Önüne Refref getirilmişti. Artık Cebrâil Aleyhisselâm’ı kevn âleminde, Sidre’de bırakmıştı. Kendisi Arş-ı Azam’a girmiş2; “Vücub” âlemine doğru yönelmişti.

“(Refref ile) yükseldi ve yaklaştı.”3 Bu âyetle Allah Resûlü’nün (asm) Allah’ın akrebiyeti ile, kurbiyeti ile, yakınlığı ile müşerref kılındığını öğreniyoruz. Resûlullah (asm), Zât-ı Muallâ’nın kurbiyetine yaklaşmıştır, Allah’a yakın olmuştur.

“Artık Kâb-ı Kavseyn’de idi, yahut daha da yaklaştı!”4 Bu âyetle Allah Resûlü’nün (asm) Kâb-ı Kavseyn makamına yükselmekle teşrif edildiğini öğreniyoruz. Üstad Bedîüzzaman Hazretleri’nin (ra), “ımkân ile Vücub ortası” diye nitelediği makamdır Kâb-ı Kavseyn.5 Zât-ı ılâhî’ye, bir ok yayının iki ucu kadar veya daha da yaklaştı. Ve artık “Zat-ı Celîl-i Zülcemâl ile görüştü.”6

“ışte o esnada Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti!”7 Bu âyetle anlıyoruz ki, Resûlullah Efendimiz (asm) Cenâb-ı Hakk’a bizzat mülâkî oldu, Cenâb-ı Hak ile bizzat görüştü ve Cenâb-ı Hak’tan bir takım esrâr ve bilgileri aldı. Zaman ve mekân üstü olan bu makamda Allah Resûlü (asm), Allah’ın, “Ehadiyet ile kelâmına ve rü’yetine mazhar oldu.”8

“Gözünün gördüğünü gönlü yalanlamadı.”9 Yani, Allah Resûlü (asm) zaten kalbine iman ve hikmet doldurularak bu yolculuğa çıkarılmıştı. şimdi imanı, yakîn bir müşahede ile desteklenince, gözü ile gördüklerini kalbi de tasdik etti. Ve Allah’ın rü’yetine mazhar oldu.

“Gördüklerine karşı şimdi siz mi tartışıyorsunuz?”10 Bu âyetle Cenâb-ı Hak, bu ulvî hâdiseyi aklına sığıştıramayanlara soru yöneltmiş ve şüphelerinin gayet yersiz olduğunu beyan etmiştir.

“And olsun ki, Muhammed Cebrail’i bir de Sidre-i Münteha’da dönüşte gördü.”11 Artık dönüş vâkî olmuştur. Resûlullah (asm), Cenâb-ı Hakk’ın kurbiyetinden kevn âlemine doğru yönelmiştir. Kevn âleminin başında, yani Sidre’de, tekrar Cebrail Aleyhisselâm ile bir araya geldi.

“Cennetü’l-Me’vâ yanında.”12 şehitler ve Muttakîlerin Cennet’i olan “Cennetü’l-Me’vâ” buradadır. Cebrail (as) ile burada buluştu.

“Sidre’yi, ılâhî tecellî tamamıyla bürüdüğü zaman, o mehabetli manzarayı gören Peygamberin gözü hayretinden sağa sola meyletmedi, onu aşmadı. Muhakkak orada O, Rabb’inin Âyet’ül-Kübrâ’sını gördü.”13 Bu âyetleri geniş bir perspektifle Otuz Birinci Söz’de tefsîr eden Bedîüzzaman Hazretleri (ra), artık Allah Resûlünün (asm) burada “Cennetü’l-Me’vâ’nın gövdesi olan Sidretü’l-Müntehâ’da”14 iken Allah’ın azametinin delillerine şâhit olduğunu, âlem-i şehâdetin mânevî tezgâhları ve küllî kânunlarına, yeryüzündeki mahlûkatın amellerinin netîcelerine, cinlerin ve insanların fiillerinin Cennetteki meyvelerine ve Cehennem’deki zakkumlarına, yeryüzündeki tesbihât ve tahmîdâtın Cennetü’l-Me’vânın meyveleri sûretine girmesine şahitlik ettiğini kaydeder. “Elhamdülillâh” kelimesinin, nasıl bir Cennet meyvesine dönüştüğünü müşahede ettiğini beyan eder.15

Bu gece, böylesine müstesna bir gecenin sene-i devriyesini inşaallah idrak edeceğiz.

Bu geceyi nasıl mı ihyâ edelim? Elimizden ne geliyorsa onunla. Namazla, niyazla, Kur’ân okuyarak, Cevşen okuyarak, duâ ederek... Vs. Yapabildiğimiz kadar.

Ve muhakkak; bizim mi'racımızın da namaz olduğunu; ömrümüz boyunca beş vakit namazda sebat ederek Allah’ın kurbiyeti ile müşerref olabileceğimizi bir kez daha kuvvetlice ve muhakkak hatırlayarak!

Mi’rac Kandilinizi tebrik ederim.


Duâ

Ey en gizli sesleri işiten! Ey en hafî niyazları işiten! Ey en sessiz yalvarışları işiten! Ey kalbin en gizli çırpınışlarını işiten! Ey gözyaşlarının en sessiz süzülüşünü işiten! Ey Semî-i Rahîm! Bizi işit! Sesimizi duy! Yalvarışlarımızı, yakarışlarımızı, duâlarımızı, niyazlarımızı, gözyaşlarımızı, çırpınışlarımızı cevapsız bırakma! Bu gece huzuruna aldığın kâinatın Sevgilisi hürmetine, hatalarımızı bağışla, günahlarımızı affet, eksiklerimizi tamamlat, kusurlarımızı ört! Bizi günah kirlerinden arındır! Tövbemizi kabul kıl! Bizi sevdiğin kulların arasına al! Bizi rahmetinden uzak eyleme! Bizi Cennetine al! Âmin!


Dipnotlar:
1- Necm Sûresi, 53/6,7. 2- Sözler, s. 520. 3- Necm Sûresi, 53/8. 4- Necm Sûresi, 53/9. 5- Sözler, s. 520. 6- Sözler, s. 520. 7- Necm Sûresi, 53/10. 8- Sözler, s. 518. 9- Necm Sûresi, 53/11. 10- Necm Sûresi, 53/12. 11- Necm Sûresi, 53/13, 14. 12- Necm Sûresi, 53/15. 13- Necm Sûresi, 53/16, 17, 18. 14- Sözler, s. 524. 15- Sözler, s. 532


Süleyman KÖSMENE

Kaynak: Yeni Asya
Ben beni biraktigim zaman, sen beni birakma Yarab! Yunus Emre

13

11.08.2007, 22:41

Allah razı olsun.. hepinizden...

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

14

29.07.2008, 13:18

Mi’râcınıza binler tebrikler

Recep ayının son günlerindeyiz. Yirmi yedi gündür üç ayların ilk merdivenindeyiz. Bizi karşılayan bu gece Mi’râc gecesi. ınşaallah yükselişteyiz. Bu gece, yükselişimiz zirveye ulaşacak. Çünkü bu gece, âlemlerin Efendisi Sevgili Peygamberimiz (asm), yükselişin zirvesinde biz ümmetini kucakladı. Çünkü bu gece, Yüce Yaratıcımız bizi, iman eder oldukça, günahımıza bakmadan Cennetle müjdeledi. “Lâ ilâhe illallah” diyen her kimsenin günahkâr olsa da Cennete gireceği, bu gece müjdelendi.1

“Günahkâr olsa da” diyorum; çünkü bu kelime dizini hem vahiy sözünün bir parçası, hem de kulağıma hoş geliyor. Çünkü ben de günahkârım ve ben de Cenneti istiyorum. Oysa bu kelime ucuz bir kelime değil.

Hazret-i Ömer (ra), Ebû Hüreyre’den (ra) bu müjdeyi duyunca Ebû Hüreyre’ye (ra) bir tokat patlattı. “Sen ne diyorsun?” diye. Oysa Ebû Hüreyre (ra) Peygamber Efendimiz (asm) tarafından bu müjdeyi herkese tebliğ etmeye memur edilmişti. Peygamber Efendimiz (asm) bu tebliğe delil olarak da mübarek nalinlerini vermişti.

Bu haberi duyunca Ebû Zer (ra) de şaşırdı. Ve üst üste sordu:

“Ya Resulallah! Günahkâr olsa da mı Cennete girer?”

Peygamber Efendimiz (asm) her defasında:

“Evet!” buyurdu, “Günahkâr olsa da Cennete girer.”

Hz. Peygamber (asm) dördüncü keresinde ilâve etti:

“Ebu Zerr patlasa da Cennete girer.”2

Bu Cennet haberini duyunca şaşıranlardan birisi de Hazret-i Muaz’dır (ra). Hazret-i Muaz (ra) Peygamber Efendimiz’e (asm):

“Ya Resulallah! Bunu insanlara haber vereyim de sevinsinler mi?” diye sordu.

Peygamber Efendimiz (asm) bu defa bir endişesini dile getirdi:

“Haber ver! Ama korkarım ki, buna güvenip ibadeti ihmal ederler!”3

Hazret-i Muâz (ra) da aynı endişeyi taşıdığı için bu haberi ömrünün sonuna kadar gizledi. Fakat ölüm gelip çattığında, vahiy sahibinin bir müjdesini gizlemiş olma günahından korktuğu için bu haberi insanlara söyledi.

Eminim sizler de şaşırdınız. Günahkâr da olsak Cennete girme müjdesi eşsiz bir haber elbette!

Öyleyse gelin, Allah’ın rahmetini celb edelim bu gece. Duâmızla, niyazımızla, namazımızla, gözyaşımızla, yakarışımızla… Allah’ın Cehenneminden Allah’ın rahmetine sığınalım ve Allah’tan Cennetini isteyelim. Cenâb-ı Allah’tan, bize ömrümüz oldukça Cennet ameli nasip etmesini, Cehennem amelinden uzak kılmasını dileyelim.

Her ne kadar yukarıdaki müjdeleri duyurmuşsak da, her dakika binlerce günahın bizleri karşıladığı, her saniye imanımızın çalınma riskiyle karşı karşıya kaldığı, en azından imanımızın her an zafiyete uğrama tehlikesi yaşadığı asrımızda, bizler “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah” kelimesini sözde bırakmayalım, tahkikî imana çevirelim. Onun için bu geceden tezi yok; kendimize sıkı bir Risâle-i Nur okuma programı yapalım ve hemen kolları sıvayalım, işe koyulalım.

Bildiğiniz gibi Risâle-i Nur, “Lâ ilâhe ıllallah Muhammedün Resûlullah” kelimesini asrımızda sözde bırakmayıp tahkikî imana çeviren rahmet havuzunun adıdır, bir iman ummanıdır. Bu havuzun suyundan bolca içelim. Tahkikî imandaki her bir derece adımımız—yarım yamalak da olsa—inşallah mi’râcımız olsun.

Bu gece, namazı çokça kılalım. Kaza namazını bolca kılalım. Bu geceden sonra namaza devam etmemiz, bu gece kendi vicdanımızdaki taahhüdümüz olsun.

Bu geceye mahsus şöyle bir ibadet rivayet edilir:

Bu gece, vakti müsâit olanların, diğer ibadet ve zikirlerinin yanında, iki rekât nafile namaz kılması; her rekâtında Fatiha’dan sonra onar ıhlâs-ı şerif okuması; namaz bittikten sonra dört defa Fatiha-i şerife okuyarak, yüz defa “Sübhanallahi velhamdülillahi velâ ilahe illallahü vallahü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l-aliyyi’l-azim” (Allah’ı bütün noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Bütün hamd ve sena, minnet ve şükür Allah’a mahsustur. Allah en büyüktür. Günahlardan kaçınma ve iyiliklere kuvvet verme ancak yüce ve büyük olan Allah’ın yardımıyladır) okuması; ardından yüz defa istiğfar etmesi, yani gönülden ve gözyaşlarıyla, günahlarının bağışlanması ricasıyla, yüz defa “Estağfirullahe’l-azîm” demesi; ardından Peygamber Efendimize (asm) yüz defa salâvat-ı şerife getirmesi; bundan sonra da elini açıp Cenâb-ı Allah’a duâ etmesi; bu sırada, başta Cennet olmak üzere isteyeceği her şeyi Cenâb-ı Allah’tan istemesi tavsiye edilmiştir.

Bu gece duânızda unutulmamayı dilerken, bu gece insanlığı kucaklayan rahmet nedeniyle cümlenizi ve cümle âlem-i ıslâm’ı tebrik ediyorum.

Mi’râcınıza binler tebrikler.


Dipnotlar:



1- Ebu Davud, Cenaiz, 20;
2- Buhârî, Tevhid 33; Müslim, ıman 153, (94); Tirmizî, ıman 18, (2646).
3- Riyazussalihin, 414

Süleyman KÖSMENE

http://www.yeniasya.com.tr/2008/07/29/yazarlar/skosmene.htm
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

15

29.07.2008, 13:40

Sınırsız yükseliş ufku: Mı’RÂC GECESı


Feyiz ve bereketlerin kaynayıp coştuğu mübarek gecelerimizden biri de Mi'rac Gecesidir. Mi'rac bir yükseliştir, bütün süflî duygulardan, beşerî hislerden ter temiz bir kulluğa, en yüce mertebeye terakkî ediştir. Resûlullahın (asm) şahsında insanlığın önüne açılmış sınırsız bir terakkî ufkudur.

Mi'rac öyle bir gecedir ki, ıki Cihan Serveri onda Rabb-i Âlâsının huzuruna maddî cisim ve duygularıyla birlikte yükselip gözüyle Cemalullâhı müşahede etmiştir. Önce içinde bulunduğu Kâbe ve Mescid-i Haram’dan, etrafı peygamberlerle mübarek kılınan Mescid-i Aksa’ya götürülmüş, oradan da bütün âlemleri geride bırakarak peygamberlerle bir bir görüşmüş, varlıklar âleminin en son noktası olan Sidre-i Müntehâya ulaşmış, oradan da geçip Rabbinin huzur-u izzetine yükselmiş, Vahdet sarayına girmiş ve ılâhî kelâmı doğrudan doğruya işitme nimetine mazhar olmuş, ümmetine büyük bir müjde ve şefaatle dönmüştür.

Bu ulvî seyahat, mu’cizelerin en büyüğüdür. Mi'rac mû’cizesi Kur’ân-ı Kerim’de âyetlerle anlatılmış ve varlığı inkâr edilemeyecek bir şekilde ortaya konmuştur. Bu ılâhî yolculuğun ilk merhalesi olan Mescid-i Aksâ’ya kadarki safha Kur’ân’da şöyle anlatılır:

“Kulunu (Muhammed Aleyhisselâmı) bir gece Mescid-i Haram’dan alıp Mescid-i Aksâ’ya kadar götüren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. O Mescid-i Aksâ ki, biz onun etrafına feyz ve bereket verdik. Ve bu gece yolculuğunu ona âyetlerimizden bazısını gösterelim diye yaptırdık. şüphesiz ki O, her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi kemaliyle görendir.”1

Mi'racın ikinci merhalesi de Mescid-i Aksâ’dan başlayarak semanın bütün tabakalarından geçip tâ ılâhî huzura varmasıdır. Bu safha da Necm Sûresinde şöyle anlatılır:

“O en yüksek ufukta idi. Sonra Cebrail ona yaklaştı. Derken sarkıverdi de böylece onunla arasındaki mesafe Kab-ı Kavseyn (iki yay kadar), yahut daha az kaldı. Allah kuluna vahyettiğini vahyetti. Gözüyle gördüğünü kalbi de yalanlamadı. Onun bu ap açık görüşüne karşı mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki, onu diğer bir kere de Sidretü’l-Müntehâda gördü ki, Cennetü’l-Me’vâ işte onun yanındadır. O zaman Sidreyi Allah’ın nuru kaplamıştı. O peygamberin gözü ne şaştı, ne de başka birşeye baktı. And olsun, o böylece Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını görmüştür.”2

Evet, bu kâinatın Yaratıcısı, onda tecellî eden varlık ve birliğinin delillerini bütün kâinat tabakalarından tâ Arşa kadar bir Mi'rac ile göstermek için nasıl ki âleminden seçilmiş bir ferdi bütün varlıklar hesabına Kendisine muhatap kabul etmiştir. Böylece, şuur sahibi bütün varlıklar adına ılâhî maksatlarını ona anlatmış, onunla bildirmiş ve onun bakışıyla varlıklar aynasındaki san'at güzelliğini Rabliğinin kemâlini görmek istemiştir.

Malûmdur ki, her san'atkâr kendi san'atını sever ve ister ki, başkaları da onun san'atını takdir etsin ve beğensin.

Cenâb-ı Hakkın Kendi muhteşem eseri olan kâinata karşı fevkalâde yüksek ve büyük bir muhabbeti vardır. Yarattıkları içinde Kendisine en sevimli olanlar canlılar, canlılar arasında ise şuur ve akıl sahipleridir. Akıl ve şuur sahibi varlıklar arasında mahiyet itibariyle en mükemmel olan şüphesiz insanlardır. ınsanlar arasında en sevimli fert ise kabiliyetleri bütünüyle gelişmiş, bütün varlıklarda görünen ve tecellî eden ılâhî isimlerin güzelliklerini gösteren fert olacaktır.

ışte varlıkların Yaratıcısı, bütün vaklıklarında tecellî eden bütün muhabbet nevîlerini bir noktada, bir aynada görmek ve bütün cemâlinin güzelliklerini göstermek için yaratılış ağacından münevver bir meyve derecesinde ve kalbi o ağacın esas hakikatlerini içine alan bir çekirdek hükmünde olan o sevimli zatı huzuruna alacaktır. Böylece çekirdekten meyveye kadar uzanan bir Mi'rac yolculuğuyla o ferdin kâinat adına ne derece sevimli ve makbul olduğunu gösterecektir. Böylece onu huzuruna alacak, cemalini gösterme şerefine erdirecek ve ondaki kudsî hâli de başkalarına sirâyet ettirmek için taltif edecek ve fermanıyla vazifelendirecektir.3

ışte, özetlemeye çalıştığımız bu üstün hikmet ve yüksek maksat sebebiyledir ki, kâinat ağacının hem çekirdeği, hem de en son ve mükemmel meyvesi olan Muhammed (asm) bu gece bütün kâinat tabakalarında izn-i ılâhî ile Yaratıcının muhteşem san'at eserlerini temaşa etmiş ve huzura kabul edilerek bütün duygularıyla Cemâlullahı görmüş ve ılâhî hitaba mazhar olmuştur.

Hülâsa olarak diyebiliriz ki, şu kâinatın Yaratıcısı bu âlemi bir saray şeklinde yapmış ve süslemiştir. Bu sarayın yaratılış ve süslenişinin yegâne sebebi, kâinat ağacının en son meyvesi olan Hz. Muhammed’dir (asm). Bunun içindir ki, kâinat Sahibinin nazarında o, her şeyden önde gelmektedir. “Çünkü, birşeyin neticesi, semeresi, evvel düşünülür. Demek vücûden en âhir, mânen de en evveldir.”4

Bu bakımdan, Mi'rac gibi eşsiz bir mû’cizeye, ancak ve ancak o lâyık ve mazhar olacaktı. Mi'rac bu kâinat üstündeki gaflet ve dalâlet perdelerini kaldırıp, ılâhî hakikatleri açığa çıkaran bir sırdır. ıman esaslarının dünya gözüyle görünüp, açık bir şekilde ispatına vasıta olmuş bir tecellîdir. Kâinat Yaratıcısının, insanlıktan istediklerinin bizzat Peygamberine vasıtasız tebliğ edildiği ulvî hâdisedir. Bu arada bütün ibadetlerin fihristesi ve ıslâm dininin ana direği olan beş vakit namazın mü’minlere hediye olarak getirildiği bir müjdenin tahakkudur. Ebedî saadet hazinelerinin açıldığı ve bütün mü’minlere bu yolun açık olduğunun ispat edildiği gecedir. Bunun için namaz, mü’minlerin Mi'rac sırrına mazhariyetlerinin bir alâmeti sayılmıştır. Bu gerçeği Süleyman Çelebi Mi'raciyede şöyle dile getirir:

“Sen ki Mi'rac eyleyüb ettin niyaz

“Ümmetin mi'racını kıldım namaz.”

O gece kâinat üzerindeki karanlıklı perdelerin bir kere daha yırtıldığı, varlıklar üzerindeki vahşet ve kimsesizlik tabakalarının bir kere daha kalkıp, kardeşlik ve ünsiyet hakikatlerinin yeniden göründüğü bir gecedir. Kâinattaki devamlı çalkanışların, geliş gidişlerin, mânâsız dalgalanmalar, ayrılık ve yok oluştan gelen bağırtılar olmayıp, ebedî saadet menzillerine doğru yol almaktan ileri gelen bir sevinç seyahati olduğunun bir kere daha anlaşıldığı gecedir.

ınsanoğlunun kimsesiz, uçsuz bucaksız kâinatta yalnız ve ümitsiz bir istikbale değil, kâinatın Sahibine ait ve sonsuzluğa namzet olduğunun yeniden idrâk edildiği gecedir. Kâinatta tecellî eden yaratılış kanunlarının en üstünde yüksek bir mû’cize olan Mi'rac, aklı gözüne inmiş maddeci düşünce sahipleri tarafından vuku bulduğu günün sabahında inkâr edildiği gibi, bugün de onların takipçileri tarafından bir türlü kabul edilememektedir.

Biz bu gibilere büyük müfessir Bediüzzaman’ın Mi'rac hakkındaki eserinden alacağımız bir bölüm ile cevap vermeye çalışacağız:

“Arz gibi ağır bir cisim, fenninizce hareket-i seneviyesiyle [bir yıldaki hareketiyle] bir dakikada takrîben yüz seksen sekiz saat mesafeyi keser. Takrîben yirmi beş bin senelik mesafeyi, bir senede kat ediyor. Acaba, şu muntazam harekâtı ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren bir Kadir-i Zülcelâl, bir insanı Arşa getiremez mi? şemsin câzibesi [Güneşin çekim gücü] denilen bir kanun-u Rabbanî ile Mevlevî gibi etrafında pek ağır olan cism-i arzı [Dünyayı] gezdiren bir Hikmet, cazibe-i rahmet-i Rahman ile ve incizab-ı muhabbet-i şems-i Ezel ile bir cism-i insanı berk [şimşek] gibi Arş-ı Rahmân'a çıkaramaz mı?”5

Biz de cevap olarak diyoruz ki, o Kudret elbette çıkarır ve çıkarmıştır—âmenna ve saddaknâ...


Dipnotlar:

1- ısra Sûresi, 1.,
2- Necm Sûresi, 7-18.,
3- Sözler, s. 536.,
4- A.g.e., s. 543.,
5- A.g.e., s. 534.

(Üç Aylar ve Kandillerimiz,

Yeni Asya Neşriyat, s. 29)

http://www.yeniasya.com.tr/2008/07/29/lahika/default.htm
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

16

29.07.2008, 17:32

Yazılar maşallah çok güzel..Paylaşım için Allah razı olsun ablam..
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir.
Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün.
Gerisi zaten kendiliğinden gelir...

( ŞEMS-İ TEBRİZİ )


Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

17

29.07.2008, 19:57

amin cümlemizden insaallah canim...
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir