Giriş yapmadınız.

1

13.11.2005, 16:04

kur'an´a göre nefis

Nefis kavramı Kur’an’da öncelikle, insanın, aklı kalbi canı ve bedeniyle kendisi, Hz.Adem’den aldığı bütün ve esas varlığı olarak kullanılır (7/72 189) mal ve nefisle cihat etmekten (61/11), cennet karşılığı nefsi Allah’a satmaktan (9/11), nefsin ölümü tadacağından (3/185), cennette nefsin hoşuna gidecek her şeyin bulunduğundan söz edilir (21/102, 41/ 31). Nefisle ilgili ayetlerin çoğunluğu ise insanın nefsine zulmetmesine dikkati çeker (2/57).

Bizim üzerinde duracağımız konuda ise nefsin küfre girmesinden (9/17) günahlara dalmasından (6/64), arzularının peşinden koşup (5/70), kötü şeyleri istemesinden ve yapmasından (5/80, 10/30), haddi aşması, kibir, cimrilik gibi olumsuz duygularından (39/53, 25/21, 64/16) bahsedildiğini görüyoruz. Özellikle bir yerde nefsin, şeytan gibi günahları süslü gösterme özelliğinden (12 /83) nefis-şeytan işbirliği içinde olanların, mahşerde şeytan tarafından yalnız bırakılacağından (14/22) söz edilir.

ıki ayette nefsin ilah gibi muamele görmesi, heva'nın yani nefis arzularının tanrılaştırılması (25/ 43, 45/23) Firavunun da bunu kendisiyle bütünleştirip ilan etmesi dikkatlere verilir (79/24). Nefis, kendisine denge sağlayabilecek beden dostları kalp ve akıl tarafından yapılan teklif ve uyarıları reddedip, kendi başına benlik sevdasına kapılınca, ilahlık hayallerini bile kurmaya başlayabiliyor.

Ve Kur’an, nefse, ölçü ve denge adına tezkiye-temizlenme ve kurtuluşa ulaşma yolunu gösterir (4/49, 35/18, 87/ 14, 91/9) Denge kazanması adına yollar gösterir, nefsin çaba aşamalarına güzel anlamlar yükler, teşvik eder ve coşturur: Emmare (günahları arzulayan) nefsin (12/53), Levvame (hatalarından pişmanlık duyan) nefis (75/2) haline gelmesini ister, Mutmainne ( Allah’ı bulmuş, huzura ermiş) nefsi alkışlar. Radıyye (Allah’dan razı olan) ve Mardıyye (Allah’ın razı olduğu) aşamalarında nefse adeta cennet yolunda, ilahi bir ağırlama ve mihmandarlık söz konusudur (37/27-30). Ötesinde nefis için tüm ölçüler yok olur. Kur'an, Nefsini temizlemeyen, kendini değiştirmeyen kimseye, Allah’ın o durumuna uyan muamelesinin değişmeyeceği ihtarını verir (13/11).

Nefis, adeta cennetin sınırsız nimet ve zevklerinin ete kemiğe bürünmesi ve bedenleşmesi gibidir.Bu sebeple nefse sınırsız bir yöneliş ve zevk alma gücü verilmiştir. Bu meyletme ve arzulama duyguları, vicdanın, Allah’a dönük sevk ve şevk kanatlarının nefisteki izdüşümleri olarak değerlendirilebilir. Nefisteki bu kopya iki duygu asıllarıyla bütünleşip, Allah’a yönelsin ve buluşsun diye verilmiş olduğundan, sınırlı dünyada, geçici zevklere kurban etmesin diye de sınırlar çizilmiştir. ıki tarafına da (Kirâmen Kâtibin gibi) irade (akıl) ve vicdan (kalp) isimli, iki uyarıcı, denetleyici, yönetici iki güç verilmiştir. Akıl doğru bilgiyle, kalp de sağlıklı inançla donatılır aydınla tılırsa, önü alınamaz arzuların kaynağı olan nefsin, ölçü ve denge içinde denetlenebilmesi ve her isteğinin, hayır yoluna, güzel olana ve olumluya kanalize edilmesi mümkün olabilecektir.

NEFSıN VERıLış HıKMETı:

Nefis, Allah’ın isimlerine aynalık yapmaktır. Melekler yemez içmezler, erkeklik ve dişilikleri yoktur, insanlar gibi nefislerine yenik düşüp günahlara girmezler, hasta olmazlar, ölüm acısı yaşamazlar. Oysa insan bunları yaşayarak, Allah’ın Rezzâk (Rızık veren), şâfî (şifa veren), Tevvâb (Tevbeleri kabul eden), Afüvv (Af eden), Mümît (Ölüm veren)...gibi isimlerin tecellisine ayna olurlar. Özellikle bize "Melek Anneciğim!” dedirten olayda; annelerimiz melek olamaz, fakat melekler de anne olamazlar. Anne rahmi, Allah’ın embriyo oluşturan isimlerine adeta muhteşem bir tuval olarak, Allah’ın anne ve yavrusuyla alâka kurmasına vesile olmakta, meleklerin yapamadığı görevi yerine getirmektedir. Bu yönüyle nefis ne muhteşem bir sanat şaheseridir!..

Diğer bir hikmeti, Ene-Ego-Benliğimizi ölçü yaparak (Mikyas, Vahid-i kıyasî) isimlerini tanımak ve sonsuzluğunu anlamaya çalışmaktır. Bizde tecelli eden sıfatlara subutî sıfatlar diyoruz. Hayat, ilim, irade, kudret, işitme, konuşma, duyma gibi...Ayrıca Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmakdan bahsederiz. Bu diğer isimleri gibi davranmak anlamına gelir: Sabır, affedicilik, cömertlik, temizlik, selamlaşma, güven verme, onurlu olma, adalet, hilm, hikmetli olma, hesaplı planlı sanatlı sağlam yapma, her an aktif olma gibi...

Ego (Ene, Benlik), nefsin temsil gücü halidir. Ya “Ben benim sen sensin!” der, ya da “Ben Kulum Sen Rabbimsin!” der. Onun Kimlik tanımı kısaca budur. ırade, akla nasıl anlam ve güç kazandırıyorsa, Ene-Ego da nefse öyle değer ve anlam kazandırır. Ego, ya sadece kendine bakar, takılır, basit bir harf olarak kalır; ya da kendine, kelimeler cümleler kitaplar oluşturan Yaratanın bir harfi olarak bakar ve anlamlaşır, sonsuzlaşır. Ya zevklerin kölesi olur bir cam parçasında bir yansıma olarak hapis olur kalır, ya da Rabbe yönelir ruhlar semasında bir özgürlük güneşi gibi yerini alır.

Ene, iyilik ve hayırda Rabbine bakıp şükretmeli, kötülük ve şerde kendine bakıp istiğfar etmeli, kendini savcısı olmalıdır.

Bir diğer hikmeti, basitliğimizle mükemmelliğini, küçüklüğümüzle büyüklüğünü anlamak ve O’na yönelmektir. Her şey zıddıyla bilinir. Allah’ın zıddı yoktur. Bu yüzden hiç bir şeye benzemez. Bize kendini hissettirmek ve yönlendirmek için acizlik verdi onun kuvveti ne döneriz. Zayıflık verdi kudretine sığınırız. Fakirlik verdi zenginliğinden isteriz. Açlık verdi rızkını ararız. Hastalık verdi şifasını dileriz. Fanîlik verdi Bakîliğini ararız. Bizi kul yaptı sadece O’na ibadet ederiz; ihtiyaç sahibi yaptı sadece O’ndan yardım isteriz. Bize nefis verdi; melekten farklı olarak günah işleyebiliriz ve O’nun kapısına günahtan yanmış olarak döneriz, orda yanmamak için tövbe ederiz, temizlendiğimizi görür, hamd ederiz. Her konuda imtihan eder sıkıntılar verir, dua eder Sabrına sığınırız. Hayat boyu her halimizle, O’na sürekli bir bir arzuhal penceresi açarız. Ene bir diyalog hattı gibidir.

Buna bağlı olarak nefsimizin bir varlık sebebi de, nefisle (ve şeytanla) mücadele etmektir. Biz iman enerjisi ve ibadet idmanıyla, irademizin hakkını vererek, hayat maratonunda, kulluk kulvarında, nefis ve şeytan rakiplerini ardımızda bırakarak, günah engellerini bir bir aşarak, Allah rızasına ve cennet madalyasına koşarız. Böylece hem makamımız yükselmiş hem manevi yeteneklerimiz geliş miş inkişaf etmiş olur. Bu sebeplerle nefis için bir sınır çizilmemiştir. Sonsuz gerçek olan O Güzele doğru, sınırsızca yürüsün diye!..

Öte yandan nefis, Allah’ın nimetlerinin tadını alarak şükretmeye vesile olmaktadır. Ayrıca nefse takdim edilen peşin avans lezzetler sayesinde neslin çoğalması sağlanmaktadır. Bu yönleriyle nefsimize “Ne mübarek şeymişsin sen!” dense yanlış olmaz.

ınsanın nefsiyle-kendisiyle barışık olması ne demektir? Kendini sevmesi midir? Öz güveninin olması mıdır? Hiç bir komplekse kapılmaması mıdır? Kusurlarını kolayca görebilmesi ve itiraf edebilmesi midir? Sevgi dolu olması, insanlarla kolayca iletişim kurabilmesi midir? Hayata olumlu ve toz- pembe bakmasını bilmesi, her sıkıntısını kolayca atlatabilmesi midir? Kendine güven duyması hiç bir engel tanımaması, özgürce dolaşması mıdır?

Bu ve benzeri tespitlerin her biri belli bir hakikati yansıtmaktadır kuşkusuz. Ancak bütün bu arzulanan niteliklerin bir insanda bir arada bulunması oldukça zordur Ayrıca Nefsin hoşuna giden ve manevi hayatı için tehlike olabilecek şeylere onay verme gibi bir tehlike de söz konusudur.

ınsanın kendisiyle barışık olması, kendisiyle Rabbisi arasında bir küslüğün olmaması, O’nunla barışık olması demektir. Çünkü kendini seven mutlaka, nefsini kendine veren Rabbisini de sevme durumunda olacaktır. Postacının getirdiği hediyeyi alıp öpmek başa koymak bir sevgi göstergesidir, Ama kime?..Tabi ki gönderene olmalıdır bu!..Bize bunca nimetleri gönderenle barışık olmadıktan, O’nu tanıyıp saygımızı ifade etmedikten sonra, nefisle barışıklık nefis hesabına olacaktır. Ve nefsimizi, yaratanın önüne geçirmek anlamını taşıyacaktır. ınsanın kendisiyle barışık olması kendisini anlaması, bilmesi, sevmesi, onu Yaratıcısına ulaştırabiliyorsa anlamlıdır. ınsanın kendisini ve sevdiği her şeyi sevmesi, O'nun namına olursa bir değer ifade eder.

Nefsin hoşuna giden her şeyi sınır tanımadan yapan insana kendisiyle barışık denmez; nefsinin ve zevklerinin kölesi olmuş denir. Ve şeytan, kendine üs olarak gördüğü nefsin her zevkiyle barışık olan insanlarla son derece barışıktır hatta onlara bayılır. Bu yüzden nefsin, ateşkes ilan edip barış istemesine hemen kanmamak, uyanık olmak gerekir. Çünkü Yusuf Peygamberin diliyle nefsin tabia tında, daima kötülükleri istemek ve emretmek vardır.

Nefsin her istediği kötü olmayabilir, fakat istediği hiç bir şeyin iyi mi kötü mü olduğunu (kalp ve akıl yardımı almadıkça) bilememektedir.Bu yüzden nefsimiz ”Gel barışalım!” şeklinde bir şey mırıldanırsa,“Bunun altında bir bit yeniği olmasın, şeytana megafonluk yapmasın!” diye titiz davranmak gerekir. Çünkü asla unutmamalıdır ki, kukla oynatıcılar gibi, nefsin istek ve davranışlarının ardında, onu yönlendiren şeytan, daima tetikte hazır beklemektedir.

Nefis arzularına karşı set çekme kavramını Kur'an'da anlatılan Zülkarneyn olayından iktibas edebiliriz (11/83-99). Bu zatın peygamber olup olmadığı konusunda ihtilaf vardır. Zamanı ve mekanı belli olmayan bir yolculukta, belirsiz bir topluluk, ondan farklı anlamlarda yorumlanan Ye'cüc ve Me’cücün bozgunculuğundan şikayet ettiler. O da aşılması mümkün olmayan, teknik yönü güçlü bir set yaptırdı. Zülkarneyn hem manevi yönü hem de maddi yönü güçlü bir insanın kalp ve zihin boyutlarını simgeliyor gibi. şeytanla nefis de iki güçlü bozguncuyu! ınanç ve bilgi gücüyle nefsin ve şeytanın bu önü alınamaz tahribatı önlenebilir.

Sonuç olarak nefis, Allah’a yönel mek, onu tanımak, sevmek, O’nunla barışık olmak için verilmiştir...

NEFSıN TEMıZLıK DERECELERı:

a-Hevasını ilah edinen nefis:

Nefis için, yanıkların derecelendirilmesi gibi, kirlilik-temizlik dereceleri düşünürsek, en kirli derecesinde "Heva" yı görürüz ki (25 /43) bu aşama da nefis, akıl (irade) ve kalp (vicdan) komuta merkezlerinden tamamen ayrılmış, kendi başına buyruk olmuş, dağ komşularını kıskandıracak bir özgürlük içinde her kötülüğü yapıyor demektir. Bu kötülük eylemcisi nefistir ki bire bir şeytanin mahiyetiyle bütünleşmiş gibidir. Mefistoya peylenmiş bu nefsin bütün kaleleri, tabyaları şeytan tarafından işgal edilmiştir. Kur’an’a bakarsak, bu uç kişilik tipleri: Firavunluk, Karunluk, Nemrutluk gibi kavramlarla ifade edilebilir. Bu hali almış nefis, kalpte mühürlenmişlik ve ateşle tescillenmişlik olarak tanımlanabilir.

b-Kötülüğü emreden nefis:

ıkinci aşamada kötülük emredicisi nefis karşımıza çıkar. Bu nefis, eyleme geçmese de bünyesinde her türlü kötülük tohumlarını ve istidadını taşımaktadır ve her an patlamaya hazır bomba gibidir. Günahları emrediciliği, günahları tatmasından ve zevk alır hale gelmesinden dolayıdır. Fani lezzetlerin tekrarını ister durur, emreder gibi içten tazyiklerle zorlar ve çoğu zaman insanı mağlup eder. Psi kolojide buna bilinçaltının bilinci zorlaması deniyor.

Günah zevkleriyle şımartılmış nefis, hizmetçilikten terfi eder, âmir olur; şehrin hakimi olan aklı, savcısı olan vicdanı ve sultanı olan kalbi insiyatifi altına almış, susturmuş, durmadan emirler yağdırmakta, onları köle gibi kullanmak istemektedir...Bu zorbaya karşı ciddi bir kalp ve akıl operasyonu yapılmalıdır. Pskiyatristler, ruh Operatörleri gibi terapiler yaparak duygu, düşünce ve davranış bozukluklarını tedavi etmeye çalışırlar. Kendilerini Rablerine peylemiş, ınanç ve bilgi sahibi, Nur Operatörü dostların himayesinde, sohbet terapilerine katıldınız mı hiç!? Nuh’un gemisi gibi dalgalardan korurlar...

c-Pişmanluk duyan nefis:

Üçüncü aşamada ise, günahlara inançlı ve bilinçli olarak direnen, yerinde yaka paça olup kavga eden nefis söz konusudurZaman zaman sürçse, günaha girse de, içi yanar, pişmanlık duyar, gözyaşı döker, tövbe eder. Ama vasatını bulunca, dayanamaz, yeni temizlediği ruhunu tekrar kirletir. Düal bir ruh haleti içinde, mekik gibi iki tarafa gelir gider.Günümüzde inançlı ve ibadetli insanlar da, özellikle gençlerde görülen psikolojik rahatsızlıkların ortaya çıkmasında, bu düalitenin önemli bir payı vardır kanaatindeyiz. Evinde ki yaşam tarzıyla, dış dünyada karşılaştıkları zıtlıklar genç kızla erkeğin ruhunda gel-gitlere yol açmakta bunalımlar ve aile çatışmaları yaşatmaktadır. Hekim desteğinin yanında, temiz yüzlü ve karakterli arkadaş ve dost çevresi, böyle insanların nefis-zede olmaması için elzemdir.

Ancak önemli bir husus vardır: Bu aşamadaki nefis, Kur'an'da, diğerlerinden farklı ele alınmaktadır. Allah, öncelikle iç dünyasın da huzursuzluklar yaşayan bu nefse yemin etmektedir. Yemin, kıymet verilen şeyler üzerine yapılır. Mesela insan olarak sadece bir ayette, Peygamberimizin ömrü üzerine yemin edilmiştir (15/72). Diğer taraftan, bu nefse yemin edilirken; kıyamete de yemin edilmiştir. Anlaşılıyor ki, diğer iki nefse oranla rahmete en yakın olan nefis budur: Yani günahlarına ah edip pişman olan, içi yanan nefis!..Allah adına duyulan hüzün, kurtuluşun en çaplı ilk adımı olmaktadır.

Nefis ister insanın kendi, ruh bütünlüğü anlamında ele alınsın, isterse kalp ve akıldan farklı olarak kötülükleri arzulayan ve şey tana boy hedefi olan yönüyle değerlendirilsin; Peygamberlerin daima ilk gündem maddelerinin başında yer almaktadır. Her Peygamberin temel hedefi öncelikle insan bütün yönleriyle ruhunun ve ve nefsinin tezkiye ve terbiye edilmesi, hayra yönlendirilmesidir. Bir ayette belirtildiği gibi, Tebliğ etmek ve Kitap ve Hikmeti öğretmek de, kalp ve aklın takviye edilmesi anlamıyla aslında, nefse yönelik eylem planları olarak yorumlanabilir(62/2).

NEFSıN GENEL ÖZELLıKLERı

Nefis zevk ve arzu eğitimli olarak doğar. Adeta zevk ve lezzet almaya programlanmış gibidir. Buluğ çağına kadar yemeye, içmeye, oynamaya olan hevesi ve tükenmez enerjiyi hepimiz gözlemleriz. ınsan, doğar doğmaz Rahmetin süt tulumbacıklarını arar. Bu, Allah’ın mahiyetimize koyduğu yaşama enerjisinin ve ilâhî sevkin bir ifadesidir. Bu, aşk ve muhabbet olarak da yorumlanabilir. Ya da süt gibi tertemiz Yaratılış fıtratına yöneliş sevk ve şevki!..

Henüz günah kirlerine bulaşmamış, anasının ak sütü gibi tertemiz fıtratıyla, bu nefis süt kokulu Nefis taşıyan yavru, "Vicdanı mın sesini duyamıyorum!" diyenlere, hal dili ile bir şeyler anlatır adeta vicdan dersi verir. Kundağında konuşan Hz.ısa gibi ona mucizevî bir güç ve dil verilseydi, şöyle diyecekti:” Ben Rabbimin müstesna bir sanat eseriyim. Rab ismiyle o beni terbiye etti, Ruhuma hazineler değerinde mekanizmalar yerleştirdi. Yaşayabilmem için de cennet numûnesi bir nefis gücü verdi. Ona binler hamd ederim! Benim bu arzu dolu yönelişimi doğru okuyun! Bu, Allah’ın kendisi adına içime koyduğu sonsuz aşk ateşinin alevlenmesi için vicdanımın çaktığı bir kıvılcımdan ibarettir! O’na ulaştıran kulvardaki şevk hamleleridir!”.

Başkaları aslında fikirleri olan zikirlerini, salt nefis hesabına libido şeklinde dillendirebilir. Nefis, ahsen-i takvimde mi esfel-i safilinde mi nasıl anlaşılacaktır? (95/4-5.) Nefis, beden gözleri gibi gözleri kör olarak doğar. Buluğa erinceye kadar, mahiyetindeki nüve iki göz geliştirilir. Buluğla beraber bunlar çiçek açarlar. Bunlar vicdan ve iradenin diğer deyişle kalp ve aklın gözleridir. Bunların aktive edilmesiyle sorumluluk başlar. Bu, hazır lütuf olarak verilen gözler, Rabbi araştırıp tanısın sonunda görsün ve nefse birer göz olsun diye verilmiştir. Nefsin gözü açılır, hem de fani zevklere fena açılır da, bu gözler körleştirilirse, nefis için de karadelikler gibi kör bir akıbet kaçı nılmaz olur.

Nefis dünyanın ikiz kardeşi gibidir, birbirine çok benzerler.

Dünyanın bir yönü zehirli bal hükmündedir ki dünyanın fani elemli günahlarına bakar.

ıkinci yönüyle dünya, Allah’ın isimlerine aynalık yapar, sanat eserlerinin sergilendiği sergi sarayı gibidir.

Üçüncü yönü de ahiretin tarlası sayılır. Bize iman ve ibadetlerimizle, insanlık adına yaptığımız güzel hizmetlerle cennetimizi kazandırır. Dünya gibi nefis de çok sevilir, çünkü bütün lezzetlerin mahzeni, menfaatlerin madeni gibidir. Zevklenme konusunda dünya ile çok iyi anlaşabilecekleri çok ortak noktaları vardır. Dünyada ne kadar çok zevk ve lezzet varsa, nefisde mutlaka onu talep edecek bir karşılığı vardır. Bunun tersi de doğrudur:

Nefisde ne kadar çok zevk alma merkezi varsa, dünyada o oranda zevk üretme potansiyeli var demektir. Aynı değerlendirmeyi nefisle cennet arasında da yapabiliriz. Bu yüzden ruhun diğer mekanizmaları, dünyada dünya ve nefsin iki zevk kazanından birine, düşmemek için vaziyet alma durumundadırlar; çünkü birine düşmekle diğerine otomatik olarak düşmüş olacaklardır. Nefisler, Keyfe kâfî ge len meşrû zevklerle yetinmesini bilirlerse, cennet kazanında her aradıklarını zaten bulacaklardır, hem de sonsuzca!..

Nefis, insanın vicdandan sonra önemli ikinci ana yapısıdır. ınsanın iki yönü var: Mülk-meleküt, melekî-şeytanî, maddî-maneviî, cesedî-ruhânî ve…nefsî-vicdanî. ıki güç birbirinden farklı olan duygu ve düşüncelerini üstün kılmaya çalışırlar. Vicdan mekanizması galip gelirse, nefis mekanizması müsbete dönüşür, ve insana hizmet eder. Aksinde de insanın hezimeti söz konusudur. Nefis, tezkiye ile kurtulur, kirlenme ile zarara uğrar (9-10).

Nefis doyumsuzdur. Emzikten kesilmedikçe bırakmayan çocuk gibi sürekli lezzetleri arar durur. Doğuştan sınırsız yöneliş, aşk, şevk, sevk ve lezzet bağımlısıdır. Aslında bu, vicdan ve iradenin kanatlarıyla uçulabilecek müthiş bir motor gücü gibidir. Bu büyük bir avantajdır. Bu sınırsız isteğin veriliş sebebi, akıl ve kalp kanatlarıyla Allah’a yükselmektir. Allah nefsi kendi sonsuzluğuna layık görmeseydi, ona bu sonsuz arzuyu da vermezdi. Nefis arzusu, bu yükselişte, tükenmeyen bir enerji kaynağı olarak bir uzay aracı gibi düşünülebilir. Namazın mirac-yükseliş olarak görülmesi gibi... Nefsin mantık işleyişi ve vicdan hissedişi yoktur. Geçmiş gelecek bilmez, akıbetini düşünmez, günah endişesi duymadan hoşuna giden her şeye aç kurtlar gibi saldırır. Yeme içmede, cinsellikte ve diğer arayışlarında helal-haram ayırd etmez. Nefsin mahremiyet duygusu da yoktur, enseste yol açabilir.

Nefis, hazır küçük bir lezzeti, ilerde verilecek daha çok lezzete daima tercih eder, peşin ücrete meftûndur. Küçük bir mum ışığı gözlerini alıverir ve artık güneşleri de görmez. Bir parça et, bir karelik bir görüntü aklını başından alıverir. Ruh güneşleri olan vicdanı ve iradeyi görmez olur. Yemek öncesi insanın sinirli olmasının bir sebebi de peşin olaya duyduğu aceleci arzusunun gerçekleşmesindeki gecikmedir...Bu yüzden Peygamberimiz, yemek hazırken zaman uygunsa, namaza durmayın, iftar olunca hemen orucunuzu açın demiş, muharebelerden gelir gelmez ganimetleri taksim etmiş, alın teri kurumadan işçiye ücretinin verilmesini istemiş, bizzat kendisi tam namaza duracaka iken dönüp hücresine gitmiş, evde bekleyen bir miktar malın hemen dağıtılmasını istemiş sonra gelip namaza durmuştur...

Nefis daima özerklik ister, özgürlük mücadelesi verir. Fakat onun bu özgürlük anlayışı dağ komşularını kıskandıracak bir amaç uğrunadır. Bağımsızlık adına irade, akıl, vicdan ve kalple daima çatışma halindedir. Arzularına ulaşmasına hiç bir şeyin engel olmasını istemez. ınsanın yaşadığı gerginliklerin ve psikolojik rahatsızlıkların sebeplerinden bir tanesi de bu olabilir. Bir çocuk bile çok istediği bir oyundan kopmak istemez, gerekirse anne babasıyla çatışma içine girer. .

Nefsi öldüremeyiz, emanettir, iyi bakmakla yükümlüyüz. Ona mutlaka bir özgürlük tanımalıdır; fakat bu meşrû dairede, helal çizgide ve belli bir disiplin içinde olmalıdır. Nefsin bu savaşı, şeytanla birlikte, hayatımızın sonuna kadar ve de kıyamete kadar devam edecektir.

Nefis daima işin kolayını tercih eder, zor işleri sevmez. Mesela yan gelip yatmak varken, günde beş kez abdest ve namaz çok ağırına gider.O tuz gün, gün boyunca bir şey yemeden içmeden durmak ona sanki ölüm gelir. Günahlar ise temiz fıtratta bir tahribat olduğundan kolaydır. Düşünmek ve duygu ağırlığını hissetmek, ağır insanlık misyonudur ve her ikisi de acı verir. Nefsin akıl ve kalpten kopuş ve kaçış nedeni bu iki olguda düğümlenir; çünkü kalp de akıl da nefisden hem hoşlanmadığı hem de zevklerini engellediği için zor gelen isteklerde bulunmaktadır. Sürekli ağır konuları anlatan öğretmenden herkes şikayet eder. Nefsin akıl ve kalp hocalarını sevmemesinin perde arkasında bu gibi engellemeleri, çoğu zevk yollarını kesmeleri ve zorlu tekliflerde bulunmaları yatmaktadır.

Bunun çözümü için nefsimize alternatif zevkler sunmak, onlara alıştırmak gerekir. Midenin doymaya, dilin tadmaya, gözün gör meye, kulağın nağmeye, burnun çiçeklere ihtiyacı olduğu ve bunlardan zevk aldığı gibi, ruhun, akıl ve kalbin de ihtiyaçları ve arzuladık ları lezzetleri vardır. ınanç, bilgi ve Hizmet etkinlikleri, nefse yeni lezzetler ve alışkanlıklar olarak takdim edilmelidir. Zor da gelse, israrla ve zamanla alışacaktır. Yani tada karşı tat, lezzete karşı lezzet politikası. Sevgi (Kalp), bilgi (akıl), ilgi (beden hizmeti) zevk ve lezzetlerine, ballar balı tadna ulaşamayanlar, bir parmak nefis balıyla fani bir ömür yaşar giderler. Nefis ve şeytan neden hayatımıza günah zevklerini hakim kılabiliyor. Çünkü ona kalp, akıl ve insana hizmet zevklerini tattırmamışız ki!..Çocuğumuza evde sevgi göstermez, bilgi sahibi yapmaz, sorunlarıyla ilgilenmezsek, bu ihtiyaçlarını ve tatlarını dışarıdan, önüne gelenin elinden alma durumunda kalacaktır. Aslında biz onu bu hale itmiş olacağız. Nefsimizin kurbanı oluyorsak, bu sonu, aslında kendi ellerimizle hazırlamaktayız. Çocuklarımızın tat kaynakları, Sevgi, Bilgi ve ılgi olmalıdır.

Nefis elinde daima zevk boyasıyla lezzet fırçası taşır ve her baktığı yere, her tattığı şeye kendi boyasını vurup olabildiğince süslemeye çalışır. Histeroik insanlara ve renkleriyle kur yapan hayvanlara benzer. Aklı çeler, iradenin gözünü boyar, vicdanı da boğarsa, emeline rahat ulaşır

Nefis uyuyan bir deve ve volkana benzer. Bir duyunun öksürmesi; bir bakış, bir dokunuş, bir çağrışım, onun uyanmasını ve anında patlamasına sebebiyet verebilir. Bir kibritle bir anda koca ormanın alevler içinde kalması, iri yarı birinin bir mikropla yatağa, bazen mezara girivermesi gibi... (Göz zinası kavramının anlamı burda ortaya çıkıyor. Dürbün bakışın uzak mesafeyi yok etmesi gibi, bir bakış bazen zinaya götüren mesafeleri bir anda sıfırlayıverir, eli kolu bağlanmış irade ve vicdan da kendini nefis yanardağında lav ba taklığının içinde buluverir.

NEFıS VE şEYTAN ışBıRLığı

Nefis ve benlik mekanizmasının farklı özelliklerinin yanında, en önemli üçünden söz edilebilir: Enaniyet, şehvet, Yeme içme, giyinme vb...

Burada "Ben"in olumsuzlukları konu edilecektir. Enaniyet, "Ben"in, "Benlik"in, Allah'dan tamamen koparılmasıyla ve "Ben"in tek ölçü merkezi yapılmasıyla oluşur. Derecesine göre de inkarcı, zalim ve sınırsızca her günahı ve kötülüğü işleyen tipler ortaya çıkar. Ya da insanın farklı şekillerde Allah'tan, ibadetten, inanç ve vicdan kültüründen, çağın eğitim ve bilgisinden ve güzel faaliyetlerden uzak kalmasıyla oluşur. Derecesine göre de inançlı insanlarda da görülen çeşitli ruhsal rahatsızlıklar ortaya çıkabilir.

Enaniyetin en güçlü olarak yaşandığı duygu ve düşünce halleri, (Kur'an'a baktığımızda) kibir ve kendini beğenme olarak karşımıza çıkmakta bunu inat takip etmektedir. Otorite, yetki ve yetenekler, bilgi, servet ve nüfûz sahibi olma ise, kibir ve inadın başlıca sebepleri olarak gösterilir. Yapılan zulümler, haksızlıklar ve kendini kabul ettirme gibi olgular da bunların sonuçları olarak vurgulanır. Korku, üzüntü ve öfke gibi insanı hem iç hem de dış dünyası yönüyle etki altında bırakan üç önemli temel duygu da, fıtrî-doğal sınırları ve meşru amacı aştığında, Enaniyetin birer tezahürü olarak anlatılır.

şehvet kavramı cinsellik konusuyla ilgili olduğu gibi, özellikle uyuşturucu, yeme içme arzusu, içki, kumar ve çeşitli eğlence tutkuları, hırs, gibi duyguları da kapsayacak şekilde kullanılmaktadır. şehvet, aslında sadece cinsel arzu veya yeme içmeden ibaret değil dir, umumi ve küllidir, dünya adına her meyil ve arzuyu kapsar. Ne var ki, her insanın kendi özel dünyasında ve yaşamda gözlemleyebileceği gibi, cinsellik, insanın ruh dünyasını olduğu kadar aile ve çevresini de doğrudan etkileyen nefsin en güçlü yanından biridir. Yusuf süresinde anlatıldığı gibi Cinsel duygular, Zeliha'nın kalbini, Mısırlı kadınların ellerini parçalatacak kadar etkili bir güce sahiptir. Günümüzde de nice benlikleri ve yuvaları!..Bu sebeple nefsin en yumuşak karnı sayılabilir.

Yeme içme ve giyinme, özellikle israfa varan çizgilere ulaştığında, Kur'an diliyle şeytanın kardeşliği uyarısıyla bizi karşı karşıya bırakır. Oruca sıcak bakmayan, sürekli tıkınan bir insan, nefsin bu yağlanma operasyonlarından, kalbe, akla ve hayırlı çalışmalara uzanacak yolları tıkamış olmaktadır.

şeytan enaniyetin zirvesinde bir varlık olarak, insanı daima yanına çekmek ve şehvet ve lezzet duygusunu bir çekim gücü gibi kullanmak ister.

ınsanda hem meleğe hem de şeytana cevap verebilecek merkezler vardır. Latife-i Rabbaniye meleklerle kontak kurarken, nefis şeytanla irtibat kurmaya en yatkın özelliklere sahiptir. Bu ikisi daima birbiriyle çatışır. Nefiste de melekî duygular lehine gedikler açmak mümkündür. Hatta nefis, Peygamberlere ve büyük zatlara teslim olabilir. Efendimizin “şeytan bana teslim oldu” sözünden bu anlaşılabilir. Nefsin tam teslimiyeti, ancak bütün duygu, düşünce ve isteklerden arındıktan sonra mümkün olabilir. Bu mümkün olmasa da kısmî terbiye olabilir.

Kur'an'da bir ayette müminlerin üç kategoride ele alındığını görürüz. (35/32).

1-Nefislerine zulmedenler. Bu enaniyete bulaşma ve günah duygu, düşünce ve davranışlarıyla farklı şekillerde kirlenme ola rak anlaşılabilir.

2-Denge kazananlar: Enaniyeti ve nefsi kontrol altında tutabilen, farzları yapıp haramları terk edenler diye düşünülebilir.

3-Hayırda koşturanlar:

Bütün varlıklarıyla Hakka ve Hakka Hizmete kitlenmiş, başkaları için kendilerini unutmuş olanlar olabilir.

Nefis şeytanın süflörü gibidir. şeytan genellikle bilinç ortasındaki hayali, bir ekran ve bilinçaltını bir sahne olarak kullanır ve nefsi, Psikodramalarda olduğu gibi, yönetici olarak, burada sahnelediği, kendi senaryolarını uygulamasını fısıldar. Buna karşı vicdan da güzel senaryoları hatırlatmaya çalışır. ırade ve bilinç, anlık bir tereddüt geçirebilir. Vicdanın melek tonlu suflesine kulak asmazsa, şeytanın bilinç piyasasına sürdüğü oyunları nefisle beraber oynamak zorunda kalabilir.

Bilinçaltı, Nefsin dışa açık, beynelmilel irtibat bürosu, görüntü, duygu ve düşünce kabul merkezi, diğer ifadeyle berzahı gibidir. Bilinçaltı, nefsin lezzet deposuna, hayal de zevk sahnesine benzer. Nefis, bunlardan sürekli ağzını tatlandıracak bir şeyler bekler. şeytan, bu durumu iyi bildiğinden, nefsin giriş panoları durumundaki bilinçaltı ve hayalle çok ilgilenir. Devamlı abone bir müşteri gibi, bütün başvurularını ve ilanlarını en cazip şekilde buraya bir ciğer gibi asar, pusuya yatar, avını bekler.

Önemli olan şey, bu proğramlamalara, bize sürekli izlettirilmeye çalışılan görüntülere sahip çıkar, irademizle lezzet uğruna sık sık düşünmeye devam edersek, bunları eyleme geçirme ihtimali yüksek olabilir. Öte yandan bunlar, bilinçaltımıza iyice yerleşirler ve hayatımızın ilerleyen yıllarında hortlamasalar da, ölüm sonrası biliniçaltı defterimize kaydolan her şey berzahta bize seyrettirilir. Ya acı ya da lezzet verir.

Burda güzel şeyler düşünen berzahda çok gülümser.Özellikle çocuklarımız, bilinçaltı beslenme yaşlarında (1-10) güzel hayallerle, duygu ve düşüncelerle bu berzah dünyasına hazırlanmalıdır. Bu aynı zamanda onların, dünyada da ruhsal bütünlüğe sahip olacakları, gülümseyecekleri, sağlıklı bir gelişim gösterecekleri anlamına da gelmektedir. Çünkü en kapsamlı berzah hayatına zaten hazır lanmışlardır. Büyük operasyonlara katılan komandonun basit olaylara müdahalesi kolay olur.

Bilinçaltı eğitimi, nefsimizi kontrol altında tutmada ve duygusal ve düşünsel problemlerimizi halletmede, etkili bir yarar sağlar. Ve berzah hayatının beynimizdeki minyatür bir modeli sayılan şuuraltını, berzaha hazırlamış olur.

Bilinçaltı nefsin, nefis de şeytanın arka bahçesi gibidir. Bilincimizden ayrı adeta kurtarılmış bir bölgedir burası. şeytanın benim insandan büyük payım var dediği ( 4/118) yer burası olsa gerektir.şeytanın ve nefsin hoşuna giden duygu ve düşüncelerin at koşturduğu meraya benzer, zevkler burda cirit atarlar. Aynı zamanda sık sık, bir Zeliha gibi şuh bir eda ile bilince laf da atarlar görüntülü mesaj da çekerler. Kimi zaman da, tebdil-i kıyafet içeri sızmaya çalışırlar. Bazen de özellikle şeytan, bomba tesiri yapacak manyetik olumsuz dalgalar gönderir; panik yaratır, anksiyete eder, depresyona sokar, şizofreniye kapı aralar, insanı ruh=nefis hastası yaparak Allah'a sağlıklı bir kulluk yapmasının önüne geçmeye çalışır..

ırademiz (Akıl) ve vicdanımız (Kalp) bilinç kapısında bekleyen iki muhafızımızdır. ınançlarımıza, bilgi ve kültürümüze ters düşen olumsuz ses ve görüntüleri kontrole tabi tutarlar, parola sorarlar, sansür uygularlar, bilincin onları bastırarak geri çevirmesini sağlarlar. Nefis şayet şeytanla güçlü bir işbirliği içinde hareket ediyorsa, bu nöbetçileri uyutup, susturup gizli ve zararlı güçlerin bilince sızmasına ve insanı kötü eylemlere sürüklemesine sebebiyet verebilir.

Bilinçaltında bir şeytan etkisi fikri kabul görmeyebilir. Oysa bilinçaltımıza olmasa bile şeytan olgusu insanımızın diline yerleşmiş, en azından duygu ve düşüncelerin ifadelendirilmesinde bir ölçü olmuştur: "şeytan gibi adam!", 'şeytan tüyü', "Aklına bir şeytanlık geldi", "Yüzünü şeytan görsün!", özellikle de "şeytana uymak!" ,"şeytanca düşünmek!" gibi...Böyle bir görüşü kabul etmeyenler, somut olarak dini güzellikleri yaşayan insanlarla, somut olarak "Ego!" hastası olmuş, zevklerinin peşinde koşan, kötülük yapan insanların olumlu ve olumsuz duygu, düşünce ve somut davranış biçimlerini gözden geçirmeli, karşılaştırmalar yapmalıdır. Bir de somut bir kitap olarak Kur'an'da geçen şeytandan Allah'a sığınmanın ne olduğunu araştırmalıdırlar.

Nefis tıpkı ölü ama potansiyeli olan bir arazi gibidir. Kim girer ihya ederse, onun malı gibi olur. Bir arap atasözünde denildiği gibi, bir vadi boş sahipsiz kalırsa, (aslanlar uyurken) tilki gelir orda vali olur. Diğer bir örnekle, milletler muvazenesinde müslümanlar, islamı temsil ve ciddi çalışma konusunda, terazinin kefelerini boş bırakırlarsa, başka dünyalar hafif ağırlıklarla terazide ağır basarlar. Ağır basarlar çünkü tek taraflı ve boşa ağır basarlar. Alternatifleri olmadığı için ağır basarlar. Kendi zeki ve yetenekli gençlerimize sahip çıkmaz, önlerine eğitim-öğretim imkanları hazırlamazsak, bu amaçla dünyanın dört bir yanına açılmazsak, başka dünyalar, yıllardır yaptık ları gibi, bu kefeye hep hafif ağırlık koyacaklar, hafiflikleriyle ağır görünecekler, kendi çocuklarımızı, kendilerine göre yetiştireceklerdir.

Bu nefis kefeleri için de geçerlidir. Biz irademizle, vicdanımızla, aklımız ve kalbimizle nefsimize sahip çıkmaz, inanç, bilgi, Aydınlık dostlar edinmez, hayırlı işlerde koşma gücüyle terbiye etmezsek, şeytan onu kesinlikle boş bırakmayacak ve boşa ağır basarak, nefis tarlasına istediği tohumları ekecek, bunu çeşitli kötülükler ve ruhsal hastalıklar olarak biçecektir.

NEFıSLE ıLGıLı DığER TESBıTLER

Günahların ana kaynağı nefistir. Sorumluluğun ana kaynağının akıl ve irade olması gibi. Meleklerde yeme içme, cinsellik gibi nefsani özellikler olmadığından, onlar için günah ve isyan da söz konusu değildir (66/6). Meleklerin bu yönleriyle Allah'a hep ibadet ve tesbih yapmaları gibi, nefis de günahlara dalma yönüyle adeta şeytana hizmet ediyor gibidir. Ne var ki esas zarara uğrayan nefis değil, nefsin güdümünde hizmet gören akıldır.

Akıl, nefsin emrinde çalışmaya devam ederse kanser hücrelerinin çoğalması, tüm organa, hatta bedene yayılması gibi, nefsin akıl ve düşünce işbirliğiyle gerçekleştirdiği günah lekeleri de zamanla, imanın yeri olan kalp bölgesini karartmaya başlar. Esas tehlike ve zarar o zaman baş gösterir. Çünkü dünya hayatındaki eğlenmelere, zevklenmelere gülmelere bedel, sonsuz cennet hayatı tehdid edilmektedir. Cennetin sonsuz güzellik ve tattaki nimetlerini, almak üzere dizayn edilmiş nefis potansiyeli, bütün zevk sermayesini kısacık dünya hayatında çok ucuza tüketmiş olacaktır (46/20).

Nefsin alternatifi bir yönüyle vicdandır. Ruhla bedenin gelişmesi ters orantılıdır. Vücuduna, nefis ve beden zevklerine çok önem veren bir insanın ruh inceliği kazanması, kalpte derinleşmesi düşünülemez. Bunun gibi, nefsine, nefsin her arzusuna boyun eğen, akıl ve kalbin dizginini teslim eden insanın, vicdan mekanizmasının sağlıklı çalışması da düşünülemez. Nefsi temizlemek, eğitmek istiyorsak, öncelikle vicdan kültürümüzün sağlıklı ve zengin olmasına gerekli özeni göstermeliyiz.

Nefis doğrudan rahmetle rözenans olamaz, bağlantı kuramaz. Çünkü önünde kalın çok perdeler vardır ve alabildiğine dünya zevkleriyle kuşatılmıştır. Vicdan ise vasıtasız doğrudan rahmetle iletişim kurabilir. Bu yüzden Nefsin dengeli bir yolculuk yapabilmesi için vicdanın rehberliğine gerek olur.

Nefis hem bir dost hem bir düşman olarak görülmüştür. “Sizin yer yüzündeki en can alıcı ve tehlikeli düşmanınız nefsinizdir” diyen Peygamberimiz, bir savaştan dönerken, “şimdi küçük savaştan büyük savaşa dönüyoruz!” deyince, “Bundan büyük savaş mı olur ? diye hayretle soranlara bu cevabı vermiş ve nefsin sonu gelmez kötülük isteklerine dikkat çekilmiştir. Bazen savaş ortamında bile hain nefsin insanın başını yiyebileceğini görürüz.

Nitekim bir olayda, Peygamberimiz, kahramanca savaşan birisi için “O ateştedir!” deyince, olayı araştıranlar o kişinin kahramanlık ve şöhret adına savaştığını ve intihar etmek üzere olduğunu görürler. Aynı şekilde Kabe'nin yanındayken bile şeytanın, nefsi harekete geçirerek, günah sayılabilecek hatta şirk kokan davranışlar yaptırdığından söz edilebilir. Gıybet etmek, itip kakmak, önüne gelen her taşa selam vermek gibi.

Bu açıdan insan, can alıcı bu hasmına karşı, sınır boylarında her an nasıl teyakkuzda, uyanık olmak zorundaysa, düşmanların düşmanı nefse ve şeytana karşı daha çok titiz olmak zorundadır. Çünkü bunlar çoğu zaman hem kuzu postu giymiş kurt olarak karşımıza çıkabilir hem de akla hayale gelmeyen bin bir çeşit taktik uygulayarak kolayca aldatabilir. (Peygamberimiz nefse karşı şu duayı okumayı tavsiye eder:

“Yâ hayyu ya kayyûm, birahmetike estegîsü aslıhlî şe’nî küllehû velâ tekilnî ilâ nefsî tarfete aynin.”

Yâ Hayyu Kayyûm Rahmetinin hürmetine Sana sığınırım, hallerimin hepsini tamamiyle düzelt, göz açıp kapayıncaya kadar beni nefsimle başbaşa bırakma!”...

Cemaat üç kişiyle oluşur. Rahmet ve sekîne (huzur) gelir. Günahlara kalkan ve paratoner oluşturur. ınsan ruhuna rahmet ve sekîne gelmesini, günahlara duvar oluşturmasını sağlayacak üç kahraman: ırade (Akıl), Vicdan (Kalp) ve Nefis (Beden) dir...Bu Rahmet üçgeni kurulamazsa, şeytan üçgeninin kurulma ihtimali yüksektir.

Peygamberimizin, nefsimizin olumsuz etkisinden korunmak ve onu hayra yönlendirmek için yaptığı tavsiyelerden bir tanesi de, nefsin ve şeytanın hiç hoşlanmadığı ölümün sıkça hatırlanmasıdır. “Lezzetleri acılaştıran ölümü çok hatırlayın!”. Bu ifadeyi değişik açıdan şöyle de anlayabiliriz: Ölümü unutursanız günahların fani zevklerine dalmanız kolaylaşır.ıçlerindeki zehirlerin farkına varamazsınız, ölümü de hatırlayamaz hale gelirsiniz...Bu, şeytanın istediği bir şeydir. Nefsin zevk dalgınlıgı içinde, gerçek sonsuz zevklerin başlangıç simgesi olan ölümü unutturmak! Kimbilir, dedelerimizin her bayramda ve fırsat buldukça ziyaret ettikleri kabristanların, tinerci çocuklara yataklık yapar hale gelmesinin ardında da bu; ölümden zevklere kaçış çelişkisi yatmaktadır.

Aslında nefsin bir masumiyeti de yok değildir. Bir taraftan, hiperaktif bir çocuk gibidir, yaratılışında müthiş sınırsız bir enerji rezervi vardır. Adeta yakmak için yaratılmış ateş topu gibidir. Bir güneş gibi sürekli içten içe yenilenmekte, aktive olmaktadır. Diğer taraftan, bu potansiyelini kontrol edip yönlendirecek, güçlü ve dürüst ellerde eğitilememiştir.

Yetişme çağında, bedeninin üst yarısı (ki melekleşmeye açık olan kalp ve akıl tarafıdır) ile değil de alt yarısıyla (ki hayvanlaş maya açık olan mide ve cinsellik tarafıdır) ile ilgili bilgi ve ilgiyle karşılaşmıştır. şeytanın da sürekli belden aşağı vurması sonucu o in san, başka bir hayat şekli bilemediği için, nefsinin arzularına göre yaşamaktadır. Akıl ve kalbin mağlubiyeti karşısında heves dolu nefis, böylece insana çok günah işletmektedir. Aslında çoğu insan bir nefis mağdurudur. Nefis de, kalp ve kafayla birlikte aydınlatılması gere ken eğitim mağduru!..

Bu masumiyetini hesaba katarak, nefse küsmemeli, zulmetmemeli, hele asla telef etmemelidir. ıntiharla nefsi ortadan kaldırmak haramdır ve Peygamberimiz intihar edenin namazını kılmamış, olayın büyük suç oluşuna dikkat çekmiştir. Arkadaşlarının kılmasını engellememiştir, yanlış anlaşılıp inkarcı muamelesi yapılmasını da istememiştir. Nefis kıymetli bir emanettir. Hatta onun hakları bile vardır. Sözgelimi, haram yemeyeceksin derken, aç da bırakamayız. (Oruç ise, nefse madalya takılan çok basamaklı şeref kürsüsü sayılır). Cinsel açlıktan vazgeçirme adına, evlilikten mahrum da edemeyiz (Dinimizde hristiyanlıktaki gibi bir ruhbanlık yoktur).

Peygamberimiz, evlendiği geceden itibaren kendisini namaza ve oruca veren genç bir sahabeyi, durumu öğrenince çağırmış nefsinin ve eşinin üzerinde hakları olduğunu söyleyerek, dinimizin getirdiği dengeli ve ölçülü olmayı anlatmıştır. Bu sebeple nefsimize şefkatle ilgi bekleyen çocuk gibi yaklaşmalı, sağlıklı bilgi ve inançla aydınlanmış akıl ve kalbiyle barıştırmalı, onu sahipsiz ve yalnız bı rakmamalı, bir anne baba, Öğretmen ve psikolog gibi davranmalıdır. O nefse cennette bizim çok ihtiyacımız olacaktır.

Size nefis ve Ene-Ego adına mükemmel bir öneride bulunalım. Size bir hayır, iyilik, nimet, güzellik, mutluluk vs gelince mutlaka başınızı yukarı çevirip gözlerinizle gökyüzüne bakınız ve “El-Hamdülillah! Bunlar senden ya Rabbim!” deyiniz. Başınıza bir şer, kötü lük, günah, acı vs. isabet ederse başınızı önünüze eğiniz ve “Estağfirullah! Bunlar benden ya Rabbi! Yardım et!” deyiniz...Sonra aklınıza gelecek her günah, kötü düşünce, üzüntü, stres ve depresyon karşısında hep aynı hareketi yapıp aynı şeyleri düşününüz! Bilinçaltını hizmetkarlığından, melek ilhamından memnun kalacaksınız!..

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir