Giriş yapmadınız.

syasin

Acemi

  • "syasin" bir erkek
  • Konuyu başlatan "syasin"

Mesajlar: 35

Konum: istanbul

Meslek: Risale-i Nur iman Kurtarır

Hobiler: kitab

  • Özel mesaj gönder

1

30.01.2010, 23:52

Cennet,Bilinç ve Varlık

Yaklaşık olarak 10 bin yıldır, insanlığı ilgilendiren ve düşündüren çok boyutlu olan bu üç gerçeği, kelimeler kalıbına dökmek, bilirsiniz ki, tamamıyla mümkün değildir. Onun için biz burada başta sözlük bazında bir kısım değerleri dile getireceğiz; sonra Kur’ân ve hadis gibi, metafizik boyutları olan ve cennete özgü önemli bazı işaretler taşıyan metinleri tefsir etmeye çalışacağız.



Kendini bilen, kâinatı (varlığı) bilir. Kâinatı bilen Allah’ı bilir,” önermesi gereği, aslında insan başta iç dünyasında, sonra insanî ilişkilerde, özellikle yeryüzü sergisinde bu değerlerin binlercesini her zaman görüyor; ve yaşıyor. Çünkü dinin de, bilimin de bütün temel konuları “Birer kanun-u külli-i meşhuttur.” Yani bu gerçekler evrensel ve gözle görünen, her zaman ve her yerde var olan realitelerdir; lokal ve bireysel nesneler değillerdir.



Bunlar, bu kadar açık hakikatler olduğu halde, insanların çoğunun bunları bilmemesi ve görmemesi insanların dil ve kavramlar konusunda yetersiz olmalarından dolayıdır.



Bu kavramların en can alıcısı ve her nevi bilgide anahtar olan şu beş maddedir: Adem (yokluk), Allah, ruh, enerji, kanun.



1) Adem (yokluk)



İşte ne fizikte, ne dini literatürde, ne de işin mahiyet ve gerçeğinde yokluk diye bir şey yoktur. “Her şey zıddıyla bilinir” ilkesi gereği yokluk, sadece insanın varlığı bilmesi için zihninde ön kabul olarak oluşturduğu bir kavramdır. Çünkü varlık başta soyut ve somut olmak üzere binlerce çeşidi ile uzayın, mekânın, geçmiş ve geleceğin ve diğer bütün boyutların sonsuz sahasını kaplamıştır. Yani varlık –ki Allah’ın en birinci ismidir– sonsuzdur… Olan ve görünen durum ise, sadece o varlığın çeşitli yansımaları ve yoğunluklarının farklılığıdır.



Mantıkçıların deyimiyle varlık evrenin zatî (öznel) özelliğidir. Ve bir şey eğer zatî ise onun zıddı, onun içine giremez. Mesela nisbi bir örnek olarak; insan, insaniyet olarak ya vardır veya yoktur. Yani yarım insan, çeyrek insan olamaz.



Varlığın somut ve şekil alan kısmına halk ve mahlûk denilir.[1] Varlığın soyut ve manevi olanına da ilim, mukadderat (plan), yazılım, ruh ve san’at denilir.



Buda’nın “Nirvana” dediği hiçlik sahası, bizim kavram olarak mutlak yokluk dediğimiz bir şey değildir. Tam tersi varlığın maddi ve katı kalıplarından kurtulup ilim ve ruhun sonsuz soyut sahalarına çıkmaktır. Aryen dilinde kelime olarak da Nirvana “erilliğin, aktifliğin, egemenliğin dünyası” demektir.



Evet madde ve ruhun izahında, değişik makalelerimizde ispat etmişiz ki madde; sınırlı, somut, kırılgan bir kaburgadır. Ruh; egemen, aktif, bilgili bir âdemdir. Her kadın ruhu ve kişiliği ile âdem olduğu gibi; her erkek de bedeni ve maddesi itibari ile kırılgan bir kaburgadır; insan bu kaburgaya kanıp, ebedi ve ruhani varlığını, insanlığını, âdemiyetini kaybetmemelidir.

Kur’ân her sahada mucize olduğu gibi; varlığın tarifinde de yine mucizedir. İşte Kur’ân’a göre varlık bir tanedir. Ve ona “Hakk” (gerçek) denilir. Ayrıca Kur’ân’da “yokluk” kelimesi geçmediği gibi, “varlıklar” “haklar” ”var etme (icad)” “mevcudat” (vücud verilmiş şeyler) gibi deyimler de geçmiyor. Bunlar sadece Ortaçağ kelam literatürüdürler. Bizim mevcudat dediğimiz şeyler Kur’ân’da “Allah’ın şuunatı” olarak ifade ediliyor.[2] Ayrı birer varlık olarak onlara bakılmıyor.



2) Allah



İnsanlık, medeni olarak 10 bin seneyi arkada bıraktığı halde; soyut ve sonsuz gerçekleri kavramakta zorlandığından, her şeyin başında en temel varlık boyutu olan “Allah” ı da somut bir nesne olarak algıladı. Onun için insanlığın tevhid ve birlik üzere olan yılları, putperestlik ve bölücülük üzere olan devirlerinin yanında çok küçük kalıyor.



Kur’ân bu sosyolojik tarihi realiteyi şöyle tarif ediyor: “İnsanların çoğu, şirk koşmadan Allah’a inanmaz.” (Yusuf, 106)



Evet Kur’ân insanın ihtiyaç duyduğu binlerce meseleyi açıkça anlattığı halde, en çok tevhid, sonsuzluk, soyut değerler ve bunların zıddı olan şirk konusu üzerinde durmuştur. Bu yüce değerlerin en güzel ifadesi ve tashihi olan Besmeleyi de 114 kere tekrar etmiştir.



Evet varlığın mucizevî bir ifadesi olan Kur’ân’ın bir anahtarı Besmele olduğu gibi; Cennetin de en önemli anahtarı Besmeledir, diye rivayet var. Onun için kısa da olsa bu anahtarı bir miktar tanımamız yani anlamamız gerekiyor; şöyle ki:



Bi’ (ile)… Yani varlık da, Allah da, Cennet de mucize oldukları halde, bunları tanımak için bir araç, bir emek, bir bilgi gerekiyor.



İsmi’… Yani her nesne, her olay, her hakikat, her ilim dalı, bir isimdir, bir mertebedir; insan başta bu isimleri ve bu mertebeleri bilirse, ancak varlığı ve Allah’ı tanıyabilir.



Allah”… Sonsuz ve soyut olduğu için, insan bilgisinin çerçevesine girmeyen; yani tapılmaya layık soyut ve sonsuz tek varlık…



Demek varlığın özü, gerçeği, aslı ve üstünü soyut ve sonsuz olanıdır. Bu mertebeyi anlamayan, Allah’ı tam anlayamaz. Onun için, halk arasında evliya denilenlere, yani madde ve dünyayı terk etmekle soyuta ve sonsuza bir derece yaklaşanlara “arif-i billah” denilir. Zaten “veliyullah” Allah’ın yakını demektir.



Rahman”… Yani asıl varlık soyut ve sonsuzdur. Fakat enerji, kudret ve zıtların diyalektiğiyle bu soyut varlık somutlaşır. Sünnetullah, tabiat kanunları denilen yüzlerce kural ile, somut ve diyalektik bir dünya kurulur. Haliyle bu zıtların çarpışması ve kanunların kahir egemenliğinden, bu dünya çok çatışmalı ve çok sıcak olur. Demek insanoğlu bu süreçte imtihanını verirse, soyuta, sonsuza bir derece yaklaşırsa, yani soyut ve somutun başka bir etkinliği olan mucizevi durumlara mazhar olursa Rahimiyyet cennetine çıkabilir. Meryem Suresi bu gerçek süreci şöyle ifade ediyor:



İnsanlar cennete doğru giderken, mutlaka cehenneme [diyalektik yapı cehennemine] uğrarlar. Bu uğratma, rububiyet gereği yerine getirilmiş bir kesinliktir. Dengeyi ve adaleti tutanlar, oradan sağlamca geçer. Rahmana [dengeye, diyalektiğe] karşı asi kalanlar ise, orada kavrulacaklar.” (19/71)



Rahim”… (Ekstra özel inayet, özel muamele, mucizevi ve kerametkârane muamele eden.)

Yani cenneti, baharı, bebekleri, zayıfları kurtaran, onlara lütuf ile, ekstra muamele ile bakan… Evet cennet böyle bir alemdir. Fakat sahih hadiste vardır ki, “Cennetin damı, Rahmanın arşıdır.[3]



Bir şeyin damı ille de en yüksek yeri demek değildir. Sema ile ilgili ayetlerde gördüğümüz gibi, bir şeyin seması, damı onun idare merkezi ve onun asıl mutfağı demektir. Evet mucizeler, nimetler, ekstra lütuflar, cennetler bir gerçektir. Fakat bunlar “Rahmaniyet”in kanunları ve diyalektik yapısı üzerine kuruludurlar. Evet dünya ve bahar bir cennet gibidirler. Fakat onların damı güneş ve magma dediğimiz cehennem benzeri realitelerdir. (Sonra bu kavramlara bir daha döneceğiz.)






[1] Elit kesim kendilerini halktan saymazlar. Çünkü halkın şekli, biçimi bellidir. Onlarınki ise, soyut, sonsuz, adeta her türlü biçime girebilen bir şeydir. Yani kendilerini böyle kabul ederler.



[2] Rahman, 29



[3] İbn Mace Ve El- Hakim

syasin

Acemi

  • "syasin" bir erkek
  • Konuyu başlatan "syasin"

Mesajlar: 35

Konum: istanbul

Meslek: Risale-i Nur iman Kurtarır

Hobiler: kitab

  • Özel mesaj gönder

2

30.01.2010, 23:53

3) Ruh

Ruh; rüzgâr, nefes, koku, rahatlık manalarına gelen “RWH” kök maddesinden türemiş bir kelimedir. Batı dillerinde saul (temel varlık), psişe (hareketli varlık), anima (canlı varlık) şeklinde ifade edilmiştir. Kur’ân’da “vahiy” ( gizli ve süratli bilgi), “emir” (komut) ve “nefis” (can) şekillerinde de kullanılmıştır.

Ontolojik olarak maddi varlıklara şekil ve hareketlilik veren yazılım ve form demektir. Bu soyut form ve yazılım yüksek seviyedeki canlılarda o kadar çok yoğunlaşır ki; ışık türleri olarak somut bir varlığa dönüşür. Yani ışık ve enerji türleri, ruhun somut bir versiyonunu gösterse de ruhun aslı, yazılım ve ilim olduğu için soyuttur. Allah’ın bir emri ve devam ettirdiği kanunudur.

İşte ruhun varlığı soyut ve kanuni olduğundan İbn Arabî gibi zatlar, ruh mahlûk değildir; yani şekil almamıştır, demişler. Diğer ehl-i sünnet alimleri ise: “Ruh soyut da olsa madem ki sınırlıdır, ve tanrılık (vücûb) makamında değildir; dolayısıyla mahluktur,” diye şirk kapısını kapamışlardır.

Fakat maalesef tartışma burada kalmadı. Dindarlar, Allah’ın varlığını ve ruhu yanlış olarak somut birer nesne olarak algıladıklarından, somuttan ve maddeden başka değer tanımayan materyalizm, dindarların bu yanlışını kullanarak, kuru, kıt ve maddi epistemolojilerini ilim dünyasına egemen kıldılar. İnsanlığı edebî ve dinî alanda birçok krizlere sürüklediler.

Bu çarpık yapılanmanın ve çarpık çatışmanın getirdiği deprem yetmezmiş gibi, mistikler ve spiritüalistler, insanın psişesi içinde cereyan eden ve genellikle subjektif olan; ve tecrübî olarak ispat edilemeyen bazı verileri, etkin ve müstakil birer realite olarak insanlığa dayattılar. Fakat ekranlarda her seferinde materyalistler kazandı gibi izlenimler edinildi.

Bu gibi kafa karıştırıcı durumların çaresi ancak şu gibi temel ilmî kurallar olabilir:

a) “Saf soyut olmadığı gibi, ruhsuz, manasız, yazılımsız hiçbir somut da var olamaz.”
b) “Mistik ve subjektif bilgiler hiçbir zaman dinî bilgi sayılamazlar. Çünkü vahiylerde ve semavi dinlerde, soyut-somut, gizli-açık, maddi-manevi farkı yoktur.”

c) “İnsan, bütün varlığın ve evrenin kapsamlı bir çekirdeği olduğundan, iç derin duyguları açılmış bazı seçkin insanlar, bilinç dehlizlerinde gördükleri gerçekleri evrensel ve kâinat çapında realiteler sandılar. Hâlbuki o hakikatler küçük bir numunedirler.”

Evet, bu değerli zatların bu müşahedeleri, hayal ve derin arketip bilinçlerinin iç dünyalarında gördükleri kişisel ve lokal bazı sezilerden ve duru görülerden başka bir şey değildir. Ve bu mistik işler, materyalizmi kıracağına –maalesef– strateji yetersizliğinden onun güçlenmesine sebep oluyor.

Bu meseleyi, yani bu yanılgıyı; soyut ile somutu, zahir ile batını bir gören M. Celaleddin Rumi şöyle tarif ediyor:

“O hayaller ki evliyalara tuzak olmuştur.”

“Onlar, Allah’ın güzel bir bostanı olan evrendeki ay yüzlü hakikatlerin yansımasından başka bir şey değildir.”

Demek epistemolojik olarak vahiyden ve tecrübî ilimlerden başka şeyleri, bilgi ve inanç olarak kabul edenler, dinsizlere mağlup olmaya mahkûmdur.

Evet gerçek çare; birlik ve bütünlük taşıyan din ve bilimdedir. Yani soyutu somutu; dili dini; geçmiş ve geleceği; ruh ve bedeni bir görmektir ki; çok çok güzel olan varlık hurisinin sonsuz ve ölümsüz güzelliğini görebilelim; aşk ve iman ile ona yönelelim; tek kanatlılığın getirdiği yıkılışlardan kurtulalım… Bunu da ancak, Allah’ın evrende yürüttüğü şu bütüncül yasasını uygulamakla becerebilirsiniz.

4) Enerji + yazılım + irade (gelişim)

Evet bütün varlık sahasını kaplayan, bin bir rengi ve şekli olan, dini terminolojide “sonsuz ilahî kudret” diye tanımlanan; bilgi, yazılım ve gelişme iradesini taşıyan, gözle görülecek kadar net olan bir enerji, kuvvet ve kudret kesin olarak vardır.

Bu enerji ve onun evrimleşmiş hali olan maddenin sayısız versiyonları daha önce sınırlı olarak var kabul edilirdi. Fakat sonra anlaşıldı ki; kara madde ve kara enerji gibi görünmeyen binlerce çeşidi daha vardır. Yani insanoğlu eğer kuantum fiziğinin özelliklerini ve uzayın yapısını tam bilse, birçok konuyu net bir şekilde anlar, kendini laedrilikten kurtarır.

İslam alimleri, tevhid gereği ve gözlem sonucu olarak diyorlar ki; kudret (enerji), ilim ve iradeyi de tazammun eder. Yani sonsuz bir enerji var; sonsuz bir ilim ve yazılım ona biçim veriyor. Ve sonsuza doğru olarak, bu varlık, gelişme iradesini gösteriyor.

Maalesef başta Kilise olmak üzere dindarlar, bu temel nitelikleri birbirinden ayrı, kopuk ve sınırlı olarak düşündüklerinden, son 200 yıldır dinsizlik ve materyalizm, bilim ehli için tek çıkar yol olmuştur.

Ve her taraftan yapılan iletişim bombardımanı sonucu ortalığı öyle bir bilgi kirliliği kaplamış ki, insanlar kimin haklı, kimin haksız olduğunu kestiremiyorlar.
5) İşte buna benzer binlerce krizin tek çaresi, edindiğimiz bilgilerin evrensel ve kanunî olup olmadıklarını test etmektir. Evrensel ve kanunî olan bilgilere bir kurtarıcı halat olarak yapışmaktır. Diğer bilgilere karşı ise ya negatif veya nötr olarak davranmaktır.

Evet dinî ve tecrübî bütün bilgiler evrensel ve gözlemlenebilen birer kanundurlar. 50’ye yakın yazımda bunlardan birçok örnek gösterdim.

Evet cennet dahi, varlığın her aşamasında, her zaman ve her yerde görünen mutluluk ve yaşam kanunu demektir. Sadece öldükten, mahşerden sonra girilen tuhaf bir bahçe ve park değildir. Yani dinler, halkın anlayabilmesi için bu gibi evrensel sonsuz kanunları, somut örneklerle misaller olarak anlatırlar. Fakat bu şekilde bunları perdeye yansıtmak, o gerçeklerin kanunluğuna ve evrenselliğine aykırı değildir. Mesela, cennet kanunu mutlu gönüllerden mutlu yuvalara kadar, bahar gibi biçimlerden saf hayır olan varlığın bilinç dehlizlerine kadar ve daha bilmediğimiz sonsuz numunelerine kadar binlerce boyutlarda geçerli olan bir kanundur. Şimdi beş madde ile bu kanunun bir parça tarifini göstereceğiz ki, kalbimiz gibi, kafamız da mutlu olabilsin!

syasin

Acemi

  • "syasin" bir erkek
  • Konuyu başlatan "syasin"

Mesajlar: 35

Konum: istanbul

Meslek: Risale-i Nur iman Kurtarır

Hobiler: kitab

  • Özel mesaj gönder

3

30.01.2010, 23:55

A. Cennet

Cennet örtülü, gizli, gerçek mutluluk manasında bir kavram, bir varlık boyutudur. Deliye de mecnun denilmesinin sebebi, bu etimolojik boyuttur. Çünkü deli akılsız demek değildir. Aklı var; fakat örtülmüştür; yani aklı engellidir. Bahçeye de cennet denmesinin sebebi, onun ağaç ve yeşilliklerinin içini örttüğü ve göstermediğindendir. Cenine de, ana karnında örtüler içinde mutlu bir yaşam sürdüğü için bu isim verilmiştir.

Bu ve benzeri kelimelerin gösterdiği ontolojik yasa şudur: “Bilinçli ve yüksek değerli şeyler, kendilerine uygun rantıbıl bir ambalaj ile örtülürler.” Meyve içinde çekirdekler gibi; kafatası içinde beyin gibi… İşte sırf bu kuraldan dolayıdır ki; “canlı ve bilinçli şeylerin içi, dışlarından daha değerli ve daha güzeldir,” denilmiştir. (Mesnevi)

Yani nerede hayat ve bilinç varsa, ona uygun ve onu koruyacak bir organizma ve ben bulunur. Türkçede “Ben” canlı organizma demektir; “gi” mübalağa eki ile “bengi” hayat demek oluyor ki, ab-ı hayat manasındaki realiteye “bengisu” denilir.

Yani bilinç ve bilincin başka bir ifadesi olan hayat, insanlar ve diğer varlıklar bazında benlikler şeklinde somutlaşır ve bunlardan her somut noktaya yani ben’e bir isim takılır… İlahî bazda ise bu bilinç zuhuruna “ehadiyet” denilir. Ki, Kur’ân’da “Ehad” ve “Ben benim” (Taha, 17) ifadesi ile tescil edilmiştir.

Evet gerçek bilinç ve canlılık ancak, öz ile kabuk; madde ile mana dengesinde olduğundan rivayette şöyle denilmiştir:

“Her hafta Allah cennettekilere Rahman Suresini (yani diyalektik süreci ve onun sonucu olan nimetleri anlatan sureyi) okur.”

Yine rivayette, “Cennetin kapısında; Lailahe illallah, Muhammed Resulullah yazılıdır,” diye nakledilmiş. Ve “Âdem cennetten atılınca çok çok sıkıntı çekti. Ta gökte Lailahe illallah, Muhammed Resulullahı okuyunca sıkıntısı bitti.” Bu gibi ifadeler evrenseldir. Yoksa din milliyetçiliği manasında değildir.

Yani cennet gibi büyük bilinç taşıyan nimetler, ancak sonsuz bir birlik inancı (Lailahe illallah) ile ve gerçek bir denge demek olan “Muhammed Resulullah” ile elde edilirler.

Ki, insan (âdem) doğal yeryüzü cennetinden sorumluluk dünyasına atılınca, yamyamlık, kıtlık, hastalık gibi birçok sıkıntı çekti. Nihayet semavi dinler ve dengeler ile yine yeryüzünü kendine bir cennet yaptı.

“Sırat köprüsünden sağlam bir şekilde geçenler ancak, cennete girebilirler,” rivayeti de bu gerçeği gösterir. Çünkü sırat köprüsü dengeli ve istikametli bir hayat demektir. Yani dengeyi, adaleti ve istikameti yaşayanlar ancak mutlu olabilirler.

B. Cennetin tabakaları ve aşamaları vardır

 Evvela insan Rahmaniyet fırınının sıcaklığından ve sorumluluk dünyasının stresinden kurtarılır. Bu kurtuluş büyük bir lezzet verir. Risale-i Nur’un deyimi ile “zeval-ı elem çok büyük bir lezzettir.”

 İkinci olarak somut ve yoğun bir bilinç ve benliğin ifadesi olan hayatın bütün nimetlerinden istifade edilir.

 Üçüncü olarak Allah ile mucizevî bir şekilde görüşmek, o sayede sonsuzluğu ve saadet-i ebediyeyi yaşamaktır.

Bu üç mertebeye Yasin Suresinin 55, 56, 57 ve 58. ayetleri işaret ediyor. Ki, 57 Rahmaniyetin ve 58 Rahimiyetin sayısal işaretleridirler.

C. Âdemin Cenneti

“Biz ey Âdem (insanoğlu) şeytan sana da eşine de (maddene de manana da) düşmandır. Sakın sizi, cennetten çıkarmasın, çıkarırsa mutsuz olursunuz!” (Taha, 117)

“Bu cennette sen ne acıkırsın, ne çıplaklık sıkıntısını çekersin!” (118) “Ve orada ne susarsın, ne de güneş görürsün!” (119)

[Evet insanoğlu tür olarak tabiatın engin bahçelerinde mutlu olarak yaşarken; sonra bilgi ağacından yediği, sorumluluk dünyasına atıldığı, açlık çektiği, çıplaklığın sıkıntısını yaşadığı ve çöllerde kavrulmaya başladığı gibi; birey olarak da cennetin somut bir misali olan ana karnında mutlu olarak yaşar, ne acıkır, ne susar, ne de güneş görür.]

Âdem (tür olarak) ebediyet ve hayat ağacından yedi; yüz binler senedir, yaşıyor. Fakat birey olarak o ebediyet ağacına ulaşamıyor. Çünkü o ağacın önünde onu insandan saklayan “kerrubiyun” (sıkıntı melekleri) ve her tarafa dönen kılıcın alevi (diyalektik sürecin getirdiği binbir bela) var. (Tevrat: Tekvin, 3/24)

Demek sıkıntıları aşıp; tevekkül, teslimiyet ve rıza (Allah’ın sistemini beğenip razı olma) makamlarında olanlar, bedenlerini o belalar kılıcından kurtaramazsa da, ruhlarını kurtarabilirler.



D. Maddi Cennet

Bütün soyut ve manevi yapısıyla beraber, cennet Allah’ın somut esmasının yansıması olduğundan, bu nimetlerin maddi ve somut boyutları da olacaktır. Ki, bunlar dünya literatürü ile “nehir, ağaç, koltuk, gümüş, altın, meyve” gibi kelimelerle ifade edilmiştir. Ontolojik olarak bu yapının beş delili vardır:

 Saf madde ve saf somut olmadığı gibi, saf mana ve saf soyut da yoktur.

 Bilincin ve nimetin bütün çeşitleri, birer maddi kap ile servis ediliyorlar.

 Allah’ın esması demek, Allah’ın sonsuz soyut varlığının sınırlı somut nokta tecellileri demektir. Ki, cennetin varlığı bu noktalardan örülüyor.

 Bazı feylesoflar maddeye değer vermedikleri veya maddi dirilişi akıllarına sığdıramadıkları için “cennet ruhanî” olacaktır, demişler. İbn Arabî de asıl varlık nurdur, mükevvenatın nuru olmadığından, yok hükmündedirler, demişse de; vahyin gözüyle görenler, anlarlar ki; asıl yoğun nur ve bilinç kara maddelerde ve topraktadır. Ki, ilim ve kuantum fiziği bugün bu gerçeği görebiliyor; karanlık denilen maddenin aslında çok daha büyük bir nur ve enerji taşıdığı biliniyor.

 Zaten dinin aslı, zahir ile batını, madde ile manayı, ruh ile bedeni bir görüyor. Dinin mistik ve felsefi sistemlerden önemli bir farkı da bu bütünlük ve evrenselliktir. Mistik hareketlerde bu bütünlük olmadığından, dinler kadar topluma faydalı olamıyorlar.

E. Cennetin başka bir ismi olan: Hayat

Hayat öyle güzel bir cennettir ki, milyonlarca ilmî çalışma, binlerce belgesel, henüz bu güzel hurinin ekolojik eteklerindeki bilinç cevherlerini tam görüp göstermiş değildir.

Biz burada bu işin teknik ve bilimsel boyutlarını ehline bırakıp, ihtisas sahamız olan, yüzlerce ayetten ve hadisten beş ayet ve beş hadisin semantik ve linguistik yorumunu vermekle yetineceğiz. Daha sonra cennet ile ilgili önemli bir Risale olan 28. Söz’ün beş-on anahtar kavramını açıklamaya çalışacağız.

syasin

Acemi

  • "syasin" bir erkek
  • Konuyu başlatan "syasin"

Mesajlar: 35

Konum: istanbul

Meslek: Risale-i Nur iman Kurtarır

Hobiler: kitab

  • Özel mesaj gönder

4

30.01.2010, 23:57

İşte Cennet ile ilgili 5 hadis[b][1][/b]



1. Üsame İbn Zeyd’den rivayet edildiğine göre; Resulullah, sahabelerine bir gün şöyle buyurdu:



İçinizde Cennet için kollarını sıvayan var mı? İyi bilin ki; insan, cenneti benzetecek hiçbir şeyi henüz bulmuş değildir. Ka’benin Rabbına Kasem ederim ki; o parlayan bir nurdur; dalgalanan bir çiçektir; sağlam bir saraydır; düzenli bir nehirdir; olgunlaşmış bir meyvedir; güzel bir eştir; sevinç ve coşku içinde giyilen ebedi kıyafetlerdir; güzel, yüce, kusursuz bir yurttur.” [Demek cennet kaba, katı bir şekil değil de güzellik ve mutluluk demektir.]



Sahabeler biz buna varız deyince, Peygamber “Allah dilerse!” dedi. Ve onları cihad ve çalışmaya teşvik etti.



2. Büyük dünya nehirlerinin kaynağı Cennettir. (Yani sonsuz ekolojik bilinç ile o nehirler planlanmışlar.) Ahir zamanda anarşizm (yecüc-mecüc) çıkınca, Kur’ân, ilim ve bu nehirler, yeryüzünden kaldırılacaklardır.



3. Cennette öyle bir ağaç var ki, atına binen bir insan, yüz sene onun gölgesinde gitse de o ağacı bitiremez; insan yaşlanarak ölür; ağaç ise devam eder.



[Evet insanoğlu, hayat atına biner ve yüz sene yaşadıktan sonra yere düşer, ölür. Fakat cenneti, ebediyeti ve nimeti temsil eden hayat ağacı bitmez.]



Allah bu ağacı kendi elleriyle dikmiştir. Ona ruhundan üflemiştir; Onun güzellikleri cennetin dışına dahi taşmıştır. Cennetteki bütün nehirler bu ağacın köklerinden fışkırıyorlar.



[Her halde yoruma ihtiyaç yok. Çünkü böyle bir ağacın evrensel manası çok açıktır.]



4. Ebu Ûmame El-Bahili’den rivayet edildiğine göre:



Tuba (mutluluk ağacı) cennette biter. Orada hiçbir ev yoktur ki, o ağaçtan bir dal o evin içine girmiş olmasın! Bütün güzel kuşlar o ağaçtadır. Ve onda bütün güzel meyveler yeşerir.



5. Bir bedevi Peygambere sordu: “Cennetin elbiseleri yaradılıştan mıdır? Yoksa elle dokuma mıdır? Peygamber cevaben: Her ikisi de değildir. Cennetin meyveleri yarılır; içlerinden elbiseler çıkar.



İnsanoğlunun istediği her şey cennette olacaktır. Hatta ekin ekmek isteyecek, ekinleri her tarafı kuşatınca Allah: Ey Âdemoğlu hiçbir şey gözünü doyurmuyor! diye serzenişte bulunacaktır.



[Evet bu iki hadiste anlatılan kanunun evrenselliğini bu dünyada dahi görüyoruz.]



***



Cennet İle Alakalı Beş Ayet: (Tur Suresi, 17-24)



a. “Ruhlarını, özlerini denge ve istikamet ile koruyanlar, cennet ve nimetler içinde yaşayacaklar.”

“Rablerinin onlara verdikleri ile sevineceklerdir.”

“Rableri, onları cehennem azabından korumuş olacak. Onlara:



Dünyada yaptıklarınızın karşılığı olarak afiyetle yiyin, için! diyecektir.”



[Bu ifadelerde özetle barınak, iş ve aş garantisi veriliyor.]



b. “Dizilmiş koltuklara yaslanarak yaşayacaklar. Onları ela gözlülerle evlendireceğiz.”

[Bu ayette de makam ve ailevi durum ifade ediliyor. Eşlerin birliği de vurgulanıyor. Yani herkese bir eş!]



c. İman edip de zürriyetleri de iman ile onlara tabi olanları zürriyetleri ile birleştireceğiz. Yaptıklarından hiçbir şeyi eksik etmeyeceğiz. Herkes kazandığı kadar alacaktır.



[Sosyal ve kollektif kişiliklerin tatmini ve çocuk zevkinin verilmesi vurgulanıyor.]



d. İştahlarının çektiği her nevi et ve meyve ile onları destekledik.



Orada kadeh tokuşturacaklar. Orada ne boş söz olur, ne de yanlış yapılır.



[Maddi ve manevi zevk tatmini!]



e. Onların etrafında inci gibi güzel gençler, dolanıp onlara hizmet sunarlar.



[Yani onlar her türlü nimet içinde oldukları gibi, yorgunluk gibi arızaları da görmezler.]








[1] Hadisleri İmam Kurtubi’nin Tezkiresi’nden naklettik.

syasin

Acemi

  • "syasin" bir erkek
  • Konuyu başlatan "syasin"

Mesajlar: 35

Konum: istanbul

Meslek: Risale-i Nur iman Kurtarır

Hobiler: kitab

  • Özel mesaj gönder

5

30.01.2010, 23:59

28. Söz’ün 5 sualinden

Beş Önemli Anahtar Kavram



a) “İnsan nefsi arınırsa, diğer bütün duygu ve latifelerden daha çok bilinç ifade eder, Allah’ın isimlerinin tecellisine daha çok ayna olur, cehennem gibi olan nefis, sonsuz bir cennet olur.



İşte bunun gibi, madde de eğer doğru işletilirse, daha çok bilinç, nimet ve saadet taşır. Cismani, maddi beden, güçlü, verimli bir ruh halini alır.”



[Demek feylesofların ve bazı Hıristiyanların cennet sadece ruhanidir, demelerinin ilmi bir dayanağı yoktur. Fakat bir insan, nefsini, bedenini, ihmal eder, tam anlamıyla ruhani olursa, onun için cennet de sadece ruhani olur. (Melekler gibi). Cinselliği, maddi lezzetleri yadırgayan birisini, sosyal hayat cennetine sokarsan her halde onu mutlu etmiş olamazsın! ]



b) 2. Sual ve Cevabın Özeti:



“Hayatın en bariz özelliği devr-i daim ve gelişme içinde olmasıdır. Gelir ve giderin dengede olmasıdır.



İşte cennette devr-i daim, gelişme ve gelir-gider dengesi asıl olduğundan orada ölüm yoktur.



Dünya ise, imtihan yurdu olduğundan devr-i daim ve gelir-gider dengesine yer tam olmadığından, dünya hayatı ölümlü olmuştur.



Fakat üzüntüye gerek yoktur. Her şey, hatta her atom, evrensel evrim zincirini takip ediyor. Dolayısıyla buradaki canlı malzeme cennette bire bin gelişmiş olacaktır. Cennetin taşları buradaki bitki ve ağaçlar gibi olacak. Oranın ağaçları hayvanlar gibi şuurlu olacaktır. Çağırdığın zaman hayvanlar gibi yanına geleceklerdir. ”



c) 3. Sualin ve Cevabın Özeti:



Varlık ve yaradılış sistemlerinin temel özelliği şöyledir:



Þ Her şey ve her sistem yuvarlak ve anfi gibidir.



Þ Her nimet, her şeye ve herkese ayrı ayrı hitap eder. Böyle bir yerde uzaklık ve yakınlık nitelikseldir, yani niceliksel değildir.



Þ Hayvanlar, insanlar, duygular, organlar iç içe olduğu halde birbirine zarar vermediği ve engel olmadığı gibi, tam aksine birbirini tamamlarlar.



Þ Böyle bir yapıda, bulunduğun yerden ziyade, sana nimetleri ikram eden duygu ve kalbinin keskinliği ve kapsayıcılığı esastır.



Þ Dolayısıyla bir bedevi, cenneti peygamber ile paylaşabilir; kuşların bahçelerini seninle paylaştıkları gibi…



d) 4. Sual ve Cevabın Özeti:



Cennette huriler, ağaçlar, maddi ve manevi diğer nimetlerle ilgili bütün ifade ve tasvirler ancak güzelliği ve nimeti anlatmak içindir. Bu ifadelerin hiçbiri gerçek yani tasviri bir tarif değildir.



Orada, üreme ve kazurat olmadığından eşlerle ve yemeklerle ilgili bütün ifadeler, ancak tatminin, huzurun ve nimetin dile getirilmesidir.



Ayetin ifadesi ile: “Nefisler neye iştahlanırsa, gözler neden lezzet alırsa, cennette, onların hepsi vardır.



Yani seyr-i bedayi gibi ruhanî lezzetler var olduğu gibi; bedeni ve midevi bütün lezzetler de mevcuttur. Fakat sistem çokça geliştiğinden üremeye ve kazurata ihtiyaç olmuyor.



e) 5. Sualin ve Cevabın Özeti:



Bir insana dünya kadar mülk verilecektir.” “Ona yetmiş huri verilecek.” gibi ifadelerin manası şöyledir:



1. İnsan çokça kapsamlı bir yeteneğe sahip külli bir varlıktır, sadece bedenden ibaret kuru bir hayvan değildir. İşte insanın duyguları cennette bire bir milyon gelişeceğinden, onun duygularını ancak dünya kadar sahalar tatmin edebilir.



2. Hem herkes “Bütün dünya benimdir; bitkiler sergi, güneş lambamdır.” diyebilir. Diğer insanların dünyada olan varlıkları onun zevkini bozmuyor.



3. Cennet, evrim ve gelişme sürecinin zirvesi olduğundan insan çok çok gelişen bir fert iken, ruhanî varlıklar gibi bire bin, bire yüz bin gelişecek, çoğalacak. İşte bu gelişen ve çoğalan bireylerin her birisine bir eş veya bir huri verilecek, demektir.



Yoksa cennette çok eşlilik olacak demek değildir. Zaten Kur’ân’da yetmiş, yedi yüz gibi sayı tarzında bir ifade geçmiyor.



İdrakımızı aşan böyle derin bir konuyu bir hadis ve bir ayet ile hitama erdirelim.



Cennet ehlinin en önemli gıdası 33 kere Sübhanallah, 33 kere Elhamdulillah, 33 kere Allahu Ekberdir.



[Yani varlık sistemini absürt ve anlamsız görmemek, bütün boyutları ile her şeyin mana meyveleri ile dolu olduğunu görmek, varlığın sonsuz olduğunu, tükenmeyeceğini bilmek, yani nimet içinde nimet verenin sonsuzluğunu hissetmek, en büyük cennettir.]



Cennettekilerin en son istediği, Allah’a hamd edip O’nu tesbih etmektir.[1]



[Yani en büyük nimet, Allah’a hamd demek olan onun esmasını yaşayıp göstermektir. Ve onun sistemini, günahlardan ve çirkinliklerden temiz ve nezih tutmaktır.]



Son Bir Hatırlatma



“ Cennetül- Firdevs, Cennetül-Adn, Cennetünnaim, Me’vâ ve Cennetül- Huld” gibi deyimler, cennetin kanun olduğuna, evrensel olarak bulunduğuna aykırı değillerdir. Çünkü bu gibi ifadeler, birer özel isim değiller; sıfat isimlerdir. “ En güzel cennet, ikamet edilmeye layık cennet, nimetler cenneti, sığınak cenneti ve ebediyet cenneti ” manasına gelen nitelik bildiren isimlerdir.




03. 08. 2009

Bahaeddin Sağlam






[1] Yunus, 10

Bu konuyu değerlendir