Giriş yapmadınız.

1

02.04.2005, 21:53

Mevlana'dan Bediüzzaman'a uzanan çizgi...

MEVLANA'DAN BEDıÜZZAMAN'A UZANAN ÇıZGı...

Ben Hıristiyan bir ülkede, hattâ Hıristiyanlığın merkezi olan Roma’da doğdum; ama, bir orientalist, bir doğubilimci olarak yeryüzündeki diğer dinleri de tanıma fırsatını buldum.

Üniversite yıllarımda Hint felsefesi sınavını büyük bir merakla hazırladığımı ve klâsik dinlerle ilgili kitapları nasıl ilgiyle okuduğumu hâlâ hatırlıyorum. Daha o zaman, değerli hocalarımın eğitimi doğrultusunda dinler arasında bir bağ, bir mânevî köprü arıyordum ve hepsinde, hattâ pagan dinlerde bile tek bir Allah’ın izlerini bulma arzusunu içten duyuyordum.

...Hangi dilde dua edilirse edilsin, hangi kıbleye doğru durulursa durulsun, insanın küçüklüğü tek bir Allah’ın büyüklüğünü tanımalıdır. Bu da Müslümanların mübarek “Kelime-i Tevhid” ini bütün dillere tercüme etmek demektir.

Benim en büyük şansım, hayat yolunda ilerlerken, beklenmedik bir biçimde, karşıma Türk ulusu gibi bir ulusun çıkmasıdır.

Orta Asya eski tarihinden ıslâm’ın kabulüne ve Anadolu Türk medeniyetine kadar Türk kültürünün her şeyini ben, her zaman çok sevdim. Halk edebiyatını, divan edebiyatını, onaltı Türk devleti tarihini, hattatlık güzel sanatını, tasavvufun derin ruhunu, klasik Türk müziğini sevdim. Yahya Kemal’i sevdim, çağdaş Türk edebiyatını sevdim.

Fatih Sultan Mehmed’i nasıl sevdiysem, bugün büyük bir gelişme yolunda ilerleyen aziz Türkiye Cumhuriyetini candan seviyorum.

Ruhumun gözü ile bir aynada sizin pırlanta yüzlerinizi görüyorum, Mevlânâ ve Yunus Emre’yi görüyorum, Bediüzzaman Said Nursi’yi görüyorum, yeni elektrik santrallerini, Boğaz’ı ve Anadolu’nun dumanlı dağlarını, kubbeleri, minareleri, şehirleri ve köyleri görüyorum ve benim sevgi ve kardeşlik, bu barış arzum hayal değil, bu büyük ustalarımızın bana öğrettikleriyle, sizin de bunu yıllardır gösterdiğiniz sevgiyle gerçekleşiyor.

ÜÇ DÜşMANA KARşI MÜCADELE...

Daha önce de söylediğim gibi, son yıllarda, dünyada dinler arası diyalogdan bahsediliyor.

Beni affedin, ama ben diyalog kelimesine pek inanmıyorum. Bence bir ayrılık söz konusu olduğunda diyalog gündeme geliyor, savaş yelleri estiğinde de barıştan bahsediyorlar.

Bir bilim adamı olarak biliyorum ki, Musevi, Hıristiyan ve ıslâm dinleri gibi tek tanrılı dinler, yüzyıllardır, insanlığın medeniyet yolunda ilerlemesine etki eden kültür alışverişlerine rağmen, kapalı kalelerde yaşıyorlardı.

Bazen din kisvesi altında siyasi ve ticari çıkarlar uzun müddet Hıristiyan ülkelerini Müslüman ülkelerden ayırmıştır. Özellikle de Akdeniz’imizde, güzel Gırnata’nın düşmesinden sonra, tarih, Hıristiyan ve Müslüman ülkeler arasındaki, daha doğrusu Hıristiyan Avrupa ile Osmanlı ımparatorluğu arasındaki ayrılığa şahit oldu.

ışte madalyonun öbür yüzünü de bilen Avrupalı tarihçinin acısı buradadır. Gençliğimden beri, geçmiş yüzyıllarda benim Roma’mın benim ıstanbul’umla dini ve çok ticari amaçlarla çarpışmalarını kabullenemezdim.

Ben, yirminci yüzyıl sonunda şu kelimelerin anlamlarının unutulması gerektir, diyorum: savaş, dini hoşgörüsüzlük, ırkçılık, açlık, cahillik. Evet, ben Türk hoşgörüsünün bir talebesiyim. Bunun için Said Nursî’nin bir cümlesi, bir emrine bayılıyorum. Kendileri buyurdular ki:
“Bizim düşmanımız; cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz.”

Gençliğimde, ailemle beraber ilk Türkiye’ye geldiğim dönemlerde, Türklere din hakkında birlerce soru yönelttiğimde, kimse bana “Sen Hıristiyan mısın, Müslüman mısın?” diye sormuyordu.

Türkiye’yi sevip sevmediğimi, Mevlânâ ve Yunus Emre mısralarını, Itrî’nin müziğini bilip bilmediğimi, ıstanbul’a Bağdat köşkünden, Çamlıca’dan, Rumeli Hisarı’ndan, Galata Köprüsünden baktığımda mutlu olup olmadığımı soruyorlardı. Sonra dinden konuşuluyordu ve ben birçok Müslümanın, Kur’ân-ı Kerimden başka, ıncil ve Tevrat’ın sözlerini bildiklerini görüyordum. Halbuki bizde Kur’ân’ı bilen Hıristiyan çok az idi. O da benim için büyük bir ders idi.

Sizlere güzel bir anımı anlatmak istiyorum: Güneş batımından şafak vaktine kadar süren sohbetlerin birinde bazı dindar Müslüman arkadaşlarım hiçbir yanlış yapmadan ıncil’den cümleler söylediler.

ıtiraf edeyim ki, yeni bir din sohbetine hazırlanabilmek için ertesi gün bütün şehirde bir ıncil aradım.

Her zaman hoşgörüye susadım. Bu hoşgörüyü Türk Müslüman tarihinde buldum ben. Osmanlı ımparatorluğunun bütün milletlere, bütün gayrimüslimlere dillerini, âdetlerini ve bilhassa dinlerini koruma imkânını veren hoşgörüsünü gördüm.

Bazı yalancı tarihçilerin ne dedikleri beni ilgilendirmez. Meselâ, çok iyi bilirim ki, bugün Yunanlı, Ermeni, Süryani ve Balkan milletlerinin bir kısmı Müslüman Türklerin hoşgörüsü sayesinde yine Hıristiyan’dırlar, yine ana dillerini konuşabiliyorlar.

Ama dinî hoşgörünün en güzel yanını Anadolu'nun büyük ustalarından öğrendim. Yüzyıllardır bütün dünyaya seslenen Mevlânâ'dır: “ Gel, yine gel, ne isen öyle gel”. Yunus Emre'dir: “Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevla'm Seni” Aynı tasavvuf ruhu ile Bediüzzaman Said Nursi, “Kâinatın mayası muhabbettir”, “Meşrebimiz muhabbettir” diyor.

" MADEM ıMANI VAR, O NOKTADA KARDEşıMıZDıR"...

Daha önce de söylediğim gibi, bildiklerimin büyük bir kısmını sizlerden ve sizin ustalarınızdan öğrendim.

Türkiye’de her şeyin anlamı derindir ve Nasreddin Hoca fıkralarının derin espri anlayışı, halkı güldürmesi de Türk hoşgörüsünün diğer bir sembolüdür. ınşallah ilerde bu mühim konuda daha bilgili bir araştırma hazırlayıp sizlere takdim edeceğim.

Kara günlerde, diğer ülkelerden gelen haberler insanların yüreğini yaraladığı zaman, Hıristiyan ve Müslümanlar arasında bir diyalog oluşturduğunu duyduğumda, diğer yandan dünyanın öbür yanında insanların öldürüldüğünü öğrendiğimde, ben, bir damla bal tanesine ihtiyaç duyuyorum. Ve bu balı buldum.

Geçtiğimiz günlerde, şair Feyzi Halıcı ile Said Nursî Hazretlerinin eserlerinden bahsederken, şu cümlesi aklıma geldi: “Kim olursa olsun madem imanı var, o noktada kardeşimizdir.”

Bu güzel bal damlasında Mevlânâ’nın aynı felsefesini bulabiliriz.
Fikrimce, bu gerçek imandır, hoşgörüdür.

Gerçek diyalog dilde değil, gönüldedir.

...Kabul ederseniz, her zaman söylediğim bir şeyi tekrar etmek istiyorum:
Türkiye’yi sevmek sizin için kolay. Türkiye’de doğdunuz ve daha çocukluğunuzdan itibaren Türk kültürünü, Türk cumhuriyetini ve şanlı, güzel bayrağınızı sevmeyi öğrendiniz. Ben sizin sevdiğiniz şeyleri uzun yıllar çalışarak, okuyarak, sohbet ederek öğrendim. Türkiye tarihi beynime işledi.

şimdi Türkiye adı kalbimdedir.

Duacınızım, ben Vesselâm!

Ord. Prof. Dr. ANNA MASALA

*Yazar Hakkında: 1934’de Roma’da dünyaya geldi. Roma Edebiyat Fakültesi'nde yüksek tahsilini tamamladı. ıtalyanca ve Latince dilleri yanında Doğu dillerinden Arapça, Farsça, ıbranice ve Türkçe’yi öğrendi. 1968 yılında Roma Üniversitesi şarkiyat Enstitüsü'nde Türkçe öğretmenliğine başladı. Bu arada sık sık Türkiye’yi ziyaret ederek Türk kültür ve folkloru ile yakından ilgilendi. Bir Türk hayranı olan Anna Masala 1972’de Roma Üniversitesinde profesör, 1982’de ordinaryüs profesör oldu.
Güzellik ne oradadır, ne burada; ne şu zamanda, ne bu zamanda; ne Roma’da, ne Atina’da. Güzellik, hayran olabilen bir ruh neredeyse oradadır. Başka yerde ararsanız, nafile!
-Henry David Thoreau-

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

2

10.07.2005, 21:59

GÜZEL BıR YAZI ALLAH RAZI OLSUN...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

3

11.07.2005, 21:43

Amin, ecmain...
Güzellik ne oradadır, ne burada; ne şu zamanda, ne bu zamanda; ne Roma’da, ne Atina’da. Güzellik, hayran olabilen bir ruh neredeyse oradadır. Başka yerde ararsanız, nafile!
-Henry David Thoreau-

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir