Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

YaMusaB

Stajyer

  • Konuyu başlatan "YaMusaB"

Mesajlar: 154

Konum: KaFKasYa

Meslek: TaleBe

  • Özel mesaj gönder

1

21.08.2006, 13:50

|Ben Musab Değilim|


YaMusaB

Stajyer

  • Konuyu başlatan "YaMusaB"

Mesajlar: 154

Konum: KaFKasYa

Meslek: TaleBe

  • Özel mesaj gönder

2

21.08.2006, 13:51

Alıntı

Kendisi gül devrini göremedi.
iki sene üç sene irşad vazifesi yaptı.
Bedir'de Resulü Ekremin yanında bulundu.
Uhud'dada yanında olayım ya Resulallah dedi.
22 yaşında vardı yoktu.
Bıyıkları henüz terliyordu.
Kılık ve kıyafetiyle Resulullaha çok benziyordu.
ALLAH Resulu Uhud'da cübbesini çıkarıp sırtına giydiriyor.
"şu bugün senin sırtında dursun" diyordu.
O'da şeref saydığı o cübbeyi sırtında taşıyordu.

ALLAH Resulünü şehit etmeye gelen ibni kate
Resullullahı şehit ettim diye Musa'b ı buduyordu.
Seve seve kolunu veriyordu.
Sağ koluna inip kalkan kılıç darbesi karşısında
Kolu bir ağaç dalı gibi budanıp yere düşünce
"Elhamdulillah Resulullahın kolu kurtuldu" diyordu.
Sol kolu koparken "Elhamdulillah Resulullahın kolu kurtuldu" diyordu.
Başını uzatırken, yazar anlatan anlatıyor:
"Vur bi bu kaldı" diyordu.
Boynunada darbe inince "Elhamdulillah Resulullahın başı kurtuldu" diyordu
Kendisini bi hırkaya sarıp Resulullahın hırkasına sarıp Uhudun sinesine gömüyorlardı.

Yapabileceği herşeyi yapmıştı.
Kafasını kullanmış irşad tebliğ vazifesi yapmıştı.
Gönlünü kullanmış güvercinler gibi yukarılara doğru çıkmıştı.
Cesedini Allah Resulunün önünde etten kemikten kalede bir rükun olarak kullanıvermişti.
Sonrada Uhudun sinesine yıkılıp gitmişti.

Sırtında parçalanmış cübbe kendisine kefen olmaya yetmeyince,
"Ya Resullallah ne yapalım?" dediler. "Vücudu kapanmıyor."
Canım çıksın yumuşak döşeklerde yatan Musa'bım Vücudu kefen bulamıyordu.
"Ne yapalım ya Resulallah?"
"Avret yerini kapayın, başı ayakları açıkta kalsın" diyordu.
Ve o gün Musa'bın yerine, onun kılıcı elinde, bir Melek Resulü Ekremin önünde akşama kadar savaşıyor.
Hilye sahibi Ebu Naim naklediyor.
ikindiye doğru güneş gurub ederken Resulullah hala Musa'bın savaştığını zannediyor.
"Musa'b" deyince ;
"Ben Musa'b değilim" diyor.
Musa'b taa sabahtan vefat etmişti.
Musa'b sabahtan doğranıp gitmişti.
Canı kalmıştı onuda ALLAH yolunda vermişti...


: (

3

21.08.2006, 13:54

hayy allah hayy allah o ne güzeldir yarabbi

Musab bin umeyr güzel sahabi nur yüzlü ay yüzlü

tüylerim diken diken oldu

ne güzelsin ey Musab sen ne güzel


:( :( :( :(
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

4

21.08.2006, 14:06

Allah razı olsun ya musab.
hakikaten sahabeyi dinlemek çok güzel.
isterseniz burayada sahabeler hakkındaki menkıbeleri ekliyelim.
ta sahabelere karşı sevgimiz artsın.
selam.

YaMusaB

Stajyer

  • Konuyu başlatan "YaMusaB"

Mesajlar: 154

Konum: KaFKasYa

Meslek: TaleBe

  • Özel mesaj gönder

5

21.08.2006, 14:24

buyur o zaman abi, söz sizde, 4 gözle bekliyorum aktaracaklarınızı

6

21.08.2006, 19:20

Onlar için korku ve hüzün yoktu
Onlar şehadeti yudum yudum içmek arzusundaydı.
Onlar kanlarını alllah yolunda infak edenler
Onlar ölümsüzlüğü seçenler
Onlar ölüpte ölmeyenlerdi.



Allah yolunda öldürülenleri ölü zannetmeyin.şüphesiz onlar diridirler' ayet-i kerimesine iman etmişler,ışittik ve itaat ettik diyerek içlerinde bir dirhem şüphe olmadan kalben inanmışlardı.
Vucutları kazanlarda kızdırılmış zetinyağına atılmasına ramak kalmış iki sahabi, 'keşke binlerce canımız olsada hepsini Allah için verebilsek karalılığıyla' meydan okuyorlardı müşriklere. Güle oynaya gidiyorlardı ölüme. Birisi kazana atılıp etleri kemiklerinden sıyrılınca dahi geride kalanın sağlamlığı aynıydı.


Allah-ü Tealanın bu şanslı kullarından biri de Mus'ab bin Ümeyrdi. Öyle yakışıklı ve öyle zengindiki Mus'ab bir bakan bir daha bakar,giydiği elbiseden tavırlarına kadar yaptığı herşey, Mekkede adeta moda olurdu.Peygamber efedimiz dahi onun için
'' Mekkede Mus'ab B, Ümeyr den daha güzel saçlı, zarif elbiseli, daha bol nimetlere sahip birini görmedim '' diyordu.
Zaten inananlar içinde iki cihan güneşi aleyhüsselati vesselema en benzeyen şehsiyette Mus!ab tı.
Mus'ab, Efendimizin ıslama davetine hemen icabet edenlerdendi
Erkam ın evinden dünyaya saçılan nurlardan biri de oydu.Ama ne varki Annesi ve kavminin Müslüman olduğunu duyması onu çok endişelendiriyordu.
Nihayetinde korktuğu bşına geldi Mus abın.

Osman bin Talha isimli şahıs onu namaz kılarken görmüş ve ailesine gammazlamıştı.O an, başlamıştı Mus!ab ın çilesi.....
Ona günlerce azab edip hapsetmişlerdi. Musab, bu eziyetlerden Allahın izniyle halas olarak,Habeşistana göç eden mümünler arasında yer aldı.
O dünyanın bütün nimertlerini bir kenara iterek inanmıştı rabbine. Bu yolda bütün varlığını kaybetmişti.



Bir gün Efendimiz bir grup sahabiyle oturuken Mus'ab Bin Ümeyr çıka geldi.Üzerinde bütün vücudunu örtemeyecek kadar küçük yarım bir hırka vardı.Cemaat bu görüntü karşısında başlarını öne eğdi
Ancak kainatın efendisi onu hayırla yad edip överek: '' Ben bunun Mekkedeki durumunu hatırlıyorum.Anne ve Babası ona çok iyi bakarlar ve nimet içinde yüzdürürlerdi.Kureyş delikanlıları arasında onun gibi düzgün giyinen yoktu. '' demişti.

Mus'ab, dinü mübini anlatmak ve ila-yı Kelimetullah için çalışakcaktı. ta ki Uhud savaşına katılana dek. Oda uhudun bahadırları arasında yer alacak, müminlerin sancağını taşıma şerefiyle şerefyab olacaktı.Aldığı yaralara rağmen ölene kadar düşürmeyecekti Allah ve resulunun isimleri yazılı olan sancağı. Çölün sıcak kumları üzerine saplayıp öyle bırakacaktı kendini, öyle teslim edecekti ruhunu melekülmevte....
Müminlerin sancağı harbin sonuna dek hiç düşmemişti.O öyle yüce br sahsiyetti ki, sancak onun suretindeki bir melek tarafından dalgalandırılacak yükseklerede tutulacaktı.
Mus'ab yaşadığı gibi, yine hiç bir şeyi olmadan yürüyecekti rabbine. Onu tamamen örtecek bir kefeni dahi olmamıştı.Sadece bir hırkası vardı.Ayağını örtsen başı açık kalıyor,başını örtsen ayakları dışarı çıkıyordu.
O şehadet şerbetini yudumlayan sahabilerden yalnızca biriydi. O mus'abtı, Ümeyr in oğlu Mus'ab.
A

llah tüm şehitler gibi seninde ruhunu şad eeylesin güzel Mus'ab.
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

7

21.08.2006, 20:05

Mus'ab ruhlulara ihtiyacımız var


Dinimiz, Rabb’imiz tarafından teminat altına alınmıştır. O aslî duruluğunu kıyamete kadar devam ettirecektir. Çünkü bu mevzuda Cenab-ı Hakk’ın vaadi vardır. Ancak bu koruma ve muhafaza etme bizim dinimize sahip çıkmamız üzerine olacaktır. Rabb’imiz dinimize sahip çıkıp onu yaşamamızı adeta kendi koruma ve muhafazasına bir şart kılmıştır. Eğer dinimizin bize emrettiklerini yaşamazsak onun feyiz ve bereketinden mahrum kalırız. Sözün burasında bu hakikatin hakkını veren bir kametten bahsedelim: Mus’ab b. Umeyr. O, “medenilere galebe ikna iledir” prensibini kullanarak Kur’an’ın elmas mesajlarını anlatma işinin tam eriydi. Sahabi, Allah Rasulü’nden aldıkları mesajları sağa-sola ulaştırmak için adeta birbiriyle yarış yapıyordu. Belki bildikleri beş-on ayet, beş-on hadisti. Fakat onlar bildiklerini hem yaşıyor hem de bütün cihana yaymaya çalışıyorlardı. ışte Mus’ab ibni Umeyr’in Mekke’den kalkıp Medine’ye gidişi de bu gayenin gerçekleşmesi içindi. Yapayalnız gitmişti. Yanında başka hiç kimse yoktu. Medine’den gelip Allah Rasulü’ne biat eden Müslümanlar bir de kendilerine dini öğretecek bir öğretmen talebinde bulunmuşlar, Allah Rasulü de onlara Mus’ab b. Umeyr’i vermişti. Ve Mus’ab, hiç tanımadığı bu insanlarla Medine’ye gelmişti. Bir evde misafir olarak kalıyordu. Her gün yanına Medine’nin ileri gelenlerinden biri geliyor, Mus’ab da ona dini anlatıyordu.

Bir gün, Useyd b. Hudayr, diğer bir gün Sa’d b. Ubade, bir başka gün de Sa’d b. Muaz gelmiş ve Mus’ab’ı dinlemişti. Geldiklerinde ellerinde kılıç gelmişler, dönerken ise kalplerinde iman öyle dönmüşlerdi. Mus’ab, hışım içinde gelen bu istikbalin en büyük sahabilerine öyle güzel davranıyordu ki, en haşin insan bile onun bu yumuşak davranışlarına uzun süre dayanamıyordu. “Arkadaşım! Önce beni bir dinle, daha sonra istersen boynumu vur. Vallahi sana mukabele edecek değilim.” diyordu. Bu kadar hayatı küçümseyen, bütün derdi ve davası insanlara hakikati anlatmak olan bir şahsiyet karşısında yavaş yavaş buzlar eriyor ve her geçen gün Mus’ab b. Umeyr’in etrafındaki hale genişliyordu.


Uhud sonrası yüzünü saklıyordu


Hz. Mus’ab’ın hayatı hep dini tebliğ etmekle geçti. Bir dönem geldi ki, dini tamamıyla ortadan kaldırmak isteyen insanlar bir ordu toplayıp Müslümanların üzerlerine yürümüşlerdi. Burada da Mus’ab’a düşen dinini korumaktı. ışte Uhud’da sahabi bu mükellefiyeti yerine getirmek için bir araya geldi. Aralarında Mus’ab da vardı. O gün elinde kılıç akşama kadar savaştı. Öyle savaştı ki, melekler dahi onu gıpta ile seyrediyorlardı. Bir ara Mus’ab yediği son kılıç darbesiyle yüzüstü yere düştü. Hemen bir melek onun suretine girdi ve Mus’ab’ın kavgasını o devam ettirdi. Akşam üzeri Allah Rasulü ona hitaben “Mus’ab!” diye seslenince melek, “Ben Mus’ab değilim Ya Rasulallah!” dedi. Mesele anlaşılmıştı. Mus’ab çoktan şehit düşmüştü. Biraz sonra Allah Rasulü ve bir grup sahabi, Mus’ab’ın naaşının yanındadır. Her iki kolu da omuzdan kopmuştur. Mus’ab’ın başını gövdeye bağlayan sadece deridir. Ve o sanki yüzünü bir yerden saklar gibidir.

Meselenin bundan sonrasını zayıf bir rivayet bize şöyle anlatır: Mus’ab’ın yüzünü niçin sakladığını ancak Allah Rasulü anlayabilmişti. Gözyaşları içinde sahabiye bu durumu şöyle anlatmıştı: “Biliyor musunuz Mus’ab niçin yüzünü sakladı? Birinci sebep şuydu: Kolu kanadı koptu. Artık Rasulullah’ı koruyamayacaktı. Ya bu esnada biri Allah Rasulü’ne saldırır da ben O’nun yardımına koşamazsam, diye düşündü ve yüzünü onun için sakladı. ıkinci sebep ise, ben şu anda Rabb’imin huzuruna gidiyorum. Halbuki şu anda Rasulullah’ı korumam lazım. Ya Allah Rasulü’ne bir şey yaparlarsa ben Rabb’imin huzuruna hangi yüzle varırım, diye düşünüyor ve yüzünü Rabb’inden saklamaya çalışıyordu..”

ışte Rasul-ü Ekrem bunu söylerken, hakikat karşısında fedai ve alabildiğine hasbi bir ruhun düşüncelerine tercüman oluyordu. O gün bu ruhu taşıyan sadece Mus’ab değildi. Bütün sahabi aynı ruh ve şuuru taşıyordu. Onun içindir ki Allah dinini korudu, muhafaza etti. Bu koruma belli bir devreye kadar devam etti; daha sonra yer yer sarsıntılar oldu. Bu sarsıntı devirlerinde, dine sahip çıkılmadığı için Cenab-ı Hak, dinin yümün ve bereketini kesiverdi. Çünkü bu din ancak biz ona sahip çıktığımız ölçüde bizim dinimizdir. Biz sahip çıkmazsak, Allah o dinden bizi mahrum edecektir.


ALı DEMıREL

http://ailem.zaman.com.tr/?bl=43&hn=4246

8

22.08.2006, 14:48

Yoksulun, fakirin, kimsesizin babasıydı o. En dikkat çekici özelliği hayrı, hasenatı, sevmesiydi. Tek kelimeyle cömertti o. Allah cömert değil miydi? Resûlullah cömert değil miydi? Kâinattaki her şey cömertçe kendilerine ihsan edilen rızıkları dağıtmıyorlar mıydı? Öyleyse cömert olmamaya hiçbir sebep yoktu. Mal biriktirilecekse hayır için biriktirilmeliydi? Biriktirilip biriktirilip de ahirette işe yaramayan malın ne kıymeti olabilirdi? Allah için ihtiyaç sahiplerine zamanı gelince verilmeyen zenginliğin ne hükmü olabilirdi?

O, dağıttıkça dağıtıyor, verdikçe veriyor, Allah da ona veriyordu. Birgün yanına bir ihtiyaç sahibi geldi! Yanında hiçbir yiyecek yoktu. Sadece üç dinar parası bulunmaktaydı. Birini ona verdi. Az sonra bir ihtiyaç sahibi daha geldi! Birini de ona verdi. Sanki anlaşmışlarcasına bir üçüncüsü daha geldi. Sonuncusunu da ona verdi. Hıristiyan hizmetçisi dayanamayıp, “Efendim, niçin birşey bırakmadın?” demekten kendini alamadı. Fakat birşey de yapabilecek durumda değildi!

Bu cömert insan sahabeden Ebû Umame’den başkası değildi. ılginç ya, o gün de oruçluydu. Elinde, evinde akşama yemek hazırlamak için ne bir yiyecek ve ne de bir para kalmıştı. Anlayışlı hizmetçi borç harç birşeyler alıp ona iftarlık hazırlamıştı. Yatsı namazını kılmak için namaza gittiğinde de yatağını hazırlamak için odaya girdiğinde, bir de ne görsün, yatağın yanında altınlar yok muydu? şaşırmıştı hizmetçi. Namazdan gelince de, “Allah hayrını versin. Evin ihtiyacı olan parayı yatağın yanına bırakmışsın da bana söylemiyorsun. Onları yatağının altına koydum” dedi.

şaşırmıştı Ebû Umame (ra). “Nasıl olur, ben yatağın yanına hiçbirşey bırakmadım!” Yatağı kaldırıp altınları gördüğünde de bütün bütün şaşakalmıştı. (Hilye, 10:129)

Bu, hiç şüphesiz onun cömertçe dağıtmasının peşin bir mükâfatıydı.

19.08.2006

E-Posta: sdogen99@ttnet.net.tr

9

22.08.2006, 14:51

Hz. Ömer zamanında yaşanan şu olay, o günün dünyasında ıslâmın nasıl iliklere kadar işlediğinin canlı örneklerindendir. Bir delikanlı vardı mescide devam eden. Yaşlı da bir babası vardı. Yatsı namazını kılıp hemen babasının yanına dönüyordu. Ne var ki ona göz koyan bir kadın, o geçerken evlerinin önüne çıkıyor, bütün cazibesiyle onu elde etmek istiyordu. Delikanlı kaç defa elinin tersiyle itmişti onu. Fakat kadın bir türlü onu bırakmak istememişti! Bir yatsı namazından sonra yine yoluna çıktı, yaptığı cilvelerle onu evine dâvet etti. Genç nasıl olduysa kadının cazibesine kapılıp evin kapısına kadar geldiler. Kadın içeri girdi. Delikanlı tam evin kapısına geldiğinde duraksadı. Hemen Allah’ı hatırlayıp ezberinde olan, yukarıya kaydettiğiniz A’raf Sûresi’nin 201. âyeti dudaklarından döküldü ve genç oracıkta düşüp bayıldı. Kadın cariyesiyle birlikte genci tutup evlerine kadar götürdüler ve babasına teslim ettiler. Uzun süre sonra kendine gelen delikanlı, babasının ısrarlarına dayanamayıp başından geçenleri anlattı. Dilinden dökülen âyeti tekrar okuyunca yine kendinden geçmiş, bu defa ölüp kalmıştı.

Definden sonra durumu öğrenen Hz. Ömer (ra), kabrine gittiğinde Allah’tan korkanlar için iki Cennet bahçesi verileceğini müjdeleyen âyeti (Rahman: 46) okumuş, kabirden “Doğru, Rabbim bana iki Cennet verdi” cevabı gelmişti.

10

22.08.2006, 14:53

yukardaki konuda geçen ayet şu;Kur’ân der ki: “şeytandan sana bir vesvese geldiğinde Allah’a sığın. Muhakkak ki O, herşeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla bilendir. Takva sahipleri, kendilerine şeytandan bir vesvese iliştiğinde güzelce düşünürler ve hakkı görüverirler.” (A’raf Sûresi: 200-201)

11

22.08.2006, 14:58

Asr-ı Saadette de Cahiliyeden kurtulan nice insan vardır ıslâmın güzelliklerine koşan. ışte onlardan biri Haccac bin ılad, kavmiyle birlikte Mekke’ye doğru yola çıkıyor. Issız bir yerde gece bastırıyor. Korkunç mu korkunç bir yer. Issız mı ıssız. Korkmayan kimse yok. Öncü olan Haccac’dan sığınak bulmasını istiyorlar. O da cinlerin cirit attığı bu yerde onların şerrinden kendini ve kafilesini korumak için her türlü tedbiri alacağını söyler söylemez, kendi görünmediği halde bir ses duyuyor. Bir cinden geldiği anlaşılan ifadeler meâlen şöyle: “Ey cinler ve insanlar topluluğu! Eğer göklerin ve yerin sınırlarından çıkmaya gücünüz yeterse, haydi çıkın. Fakat Allah’ın verdiği bir kudret olmaksızın çıkamazsınız.”

Bu ifadeler, Rahman Sûresinin 33. âyeti idi.

Haccac bin ılad, arkadaşlarıyla birlikte duydukları bu ifadeleri Mekke’ye vardıklarında Kureyşlilere anlatıyor. Onlar da, “Ey Ebu Kilâb (Haccac’ın lâkabı). Sen dininden döndün” diyorlar. “Bunlar, Muhammed’in kendisine indirildiğini iddia ettiği sözlerden.” Az sonra gelen As bin Vail durumu öğrenince diyor ki: “Ne var bunda şaşılacak? Haccac’ın söylediği sözler Muhammed’in söylediklerinin aynı”

Mekkeliler bu sözler üzerine kindar bakışlarla bakmaktan başka birşey yapamıyorlar. Efendimizin (asm) Medine’ye hicret ettiğini öğrenen Haccac, Medine’ye gidiyor. Duyduklarını anlattığında Allah’ın hak kelâmı olduğunu öğreniyor ve Efendimize (asm) şöyle diyor: “Öyleyse bana ıslâmı anlat, kurtuluş parolasını öğret.”

12

22.08.2006, 16:02

Allah razı olsun inş.
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir