Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

30.05.2013, 17:34

Mehdiyet Programi : Sünnet-I Seniyye -1-

Aziz okuyucu kardeşim, bundan evvelki iki yazımızda Mehdiyet konusunu
ahirzaman perspektifi içinde kaleme almıştık. İçinde bulunduğumuz bu
perspektifte Hz. Mehdi’nin ve onun mümessili olduğu icraat programının
akla ve adetullaha uzak olmadığını hatta zamanın ihtiyaç lisanıyla Hz.
Mehdi’yi bağıra bağıra istediğini ortaya koymaya gayret etmiştik.

Yıkan neyi yıkmış ki yapan neyi yapacak? Hicri 14. ve 15.
asırlar, Miladi 19-20 asırlar İslamiyet’in inkıraz ve yıkım dönemi
olmuştu. Ümmetin son devleti çökmüş, kendisi paramparça, heybeti
gitmiş, rüzgarı kesilmiş bir vaziyette yeni bir ümid, yeni bir doğuş
olmadan on yıllar hatta bir yüzyıl gelip geçmiş bir hal. Daha doğrusu
bir “hal-i perişan” bir manzaray-ı viran! Va esefa! Va hasreta!

Ümmetin “hal-i perişanında” kendini gösteren bu manzaranın
viraneleri içinde akıl ve fikir gezinirken binbir sual bir sualin içinde
düğümlendi kaldı. “Yıkan neyi yıkmış, yapan neyi yapacak?” Yapanın neyi
yapacağını bilmek, şüphesiz yıkanın neyi yıktığını bilmekte saklı.
İmam-ı Rabbani’nin buyurduğu gibi “iman, küfrü tanımaktır”. Süfyanı,
Deccalı tanımadan Mehdiyi bilmek ne mümkün! Bu manalar çerçevesinde
yıkılanın ne olduğunu hayalimde taharri ederken aziz hocam Muhammed
İbrahim Hızır’ın bulunduğum son sohbetinde açtığı bir konu şimdi tahkik
edeceğimiz konuyu sundu bize. Üstadımız bize, “terkedilen ve unutulmuş
sünnetleri” soruyordu. Bizler meselenin derunundan uzak bir şekilde
Üstadımızın sualine cevaplar vermeye gayret ederken hatıra aşağıdaki
hadis-i şerif geldi.
من تمسک بسنتی عند فساد امتی فله اجر ماة شهید
Yani: “Fesad-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse,
yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir”.

Şehid malumunuzdur ki dini muhafaza ve müdafaa etme yolunda canını
fisebilillah verenlere denir. Yüz şehid ne demek? Sünnet-i seniyyeyi
muhafaza etmek şahsi bir kemalatın ve sevaplı bir ibadet olmanın ötesine
geçerek “şehid sevabını” hem de “yüz şehid sevabını” nasıl insana
kazandırabilir? O halde “sünnet-i seniye” dini muhafaza ve müdafaa etmek
anlamına mı geliyor? Bu önemi nerden kazanıyor? “Fesad-ı Ümmet” zamanı
ne zamandır? Ahir zaman dinin ve ümmetin en fesada uğradığı zaman
değilmidir? O halde İslam’ın muhafazası ve müdafaasında sünnetin rolü
nedir ve Mehdiyet programı içinde yeri nedir? Bu münasebetle soruları
daha da arttırmak mümkündür. Bütün bu soruları en baştaki sualimize
bağlayarak tekrar edelim. “Deccaliyet neyi yıkmış, Mehdiyet neyi
yapacak?”

İslamiyetin intikal vasıtalarını üç grupta toplamak mümkündür.

1- Yazılı Kaynaklar yani en başta yazılı kaynakların alfabesi olan Hatt-ı Kur’an.

2- Örf ve an’ane haline gelmiş tevarüs ve ırsiyet kanalıyla nesilden
nesile aktarımı sağlayan kılık, kıyafet, adab-ı muaşeret ve
İslamiyete alamet olan şeairler.

3- Kurumsallaşmış unsurlar halinde dinin taşıyıcısı ve koruyucusu olan tarikatlar.


FERT PLANINDA DİNİ KORUYUCU BİR DEĞER OLARAK SÜNNET-İ SENİYYE

Deccaliyetin sebep olduğu yıkımın boyutlarını anlamakta ele alacağımız ilk kısım
“ferd=birey” planıdır. Biz konumuzun daha iyi anlaşılabilmesi için en
alttan en yukarıya doğru bir seyir takip etmeye çalışacağız ancak
Deccaliyetin icraat seyri bunun tam tersine yukarıdan aşağıya ve
“topyekun” mantığıyladır. Bu nokta gözden kaçmaması gereken noktadır.

İslamiyet “ferdin” terbiyesine çok ehemmiyet vermiştir. Ancak bu terbiyeyi
“ferde” verirken onu “ferdiyetçi=bireyci” yapmaz. Zaten terbiyenin
maksadı ferdi bu bireycilik çukurundan kurtarmaktır. Kainatın ve eşyanın
merkezine kendi nefsini koyan, hayatı haz almaktan ibaret sayan ve
bunun için ahlaksızlaşan, zalimleşen ferd prototipi Deccaliyetin
ürettiği bir tiptir. “Kent yaşamı”, “modern yaşam” diye yaldızlı
kelimelerle isimlendirilen ferdiyetçi yaşam biçiminde arkadaşlıklar
nefsani ve hayvani zevklerin etrafındaki kümeleşmelerden başka bir şey
değildir. Bu tarz bir birey yaşamının içinde yaş ve ilim katmanlarına
göre bir “büyük küçük sistemi” olmadığından bunun neticesi olarak
“büyüğe saygı, küçüğe sevgi” diye bir his=duygu dünyaları da yoktur.
Böylesi bir hayatta haliyle komşu da yoktur, akraba da yoktur. İçtimai
rabıtalar bu hayatın bireyleri için bir şey ifade etmediği gibi bu
bağlara karşı onlarda gelişen sadece düşmanlıktır, alaycılıktır.

Böylesi bireyci fertlerin oluşturduğu toplumlarda kadın; kadınlığı erkekleşme
yönünde kışkırtılmış, her alanda erkekle yarışmaya kalkan ve kendi
kimliğini cinselliği etrafında şekillendiren sürekli dominant olma
derdinde, bütün fıtri özellik ve meziyetlerinden sıyrılmış garip bir
mahluktur. Böylesine fıtratına zıt yönde yaşamak zorunda bırakılmış
kadın haliyle bunalımlardan yoğrulmuş bir perişanlığın ve mutsuzluğun
içerisindedir. Yine böylesi bir toplum hayatı içinde erkek; aileden ve
her türlü sorumluluktan azade bir şekilde bir ucu “maçoluk” bir ucu
“metroseksüellik” denilen şehvet, zevk ve lüksten ibaret sapkınlıkların
içinde yuvarlanan bir “recul-i facirdir”. Fısk ve fücuru için imkan
bulamadığında alçaklaşır, hırsızlaşır, imkan bulduğunda gaddarlaşır,
zalimleşir.

Müslüman toplumda ferd hayatının iki önemli ayağı olan kadın ve erkek bu hale
basit bir yozlaşma süreciyle gelmemiştir. Sünneti seniyyenin “tarz”
olarak bir anda hayattan çekilmesinin sonucudur bu. Sünnet-i seniyye
hayatın bütününü ve her anını kapsayan bir hayat tarzıdır. Bu o kadar
hayatı kapsamıştır ki bu kapsamanın tabii bir sonucu olarak örf ve
ananeler teşekkül etmiş ve sünnet içinde ifadelendirilen ahlak normları
toplumun kendi ifadesi haline gelerek eskilerin tabiriyle “darb-ı
meseller”, yenilerin tabiriyle de atasözleri olarak pratik ifadeler ve
formüller haline gelmiştir. Bu derecede ferd hayatında içselleşmiş,
bünyeleşmiştir. “En hayırlınız odur ki…” şeklinde başlayan hadis-i
şerifleri alt alta sıraladığınız takdirde ferdin hayatını tamamen
şekillendiren güzelliklerin kaynağını görmüş olursunuz. Yemek içmekten
tutunda günlük hayatın her anında sıradan insani hal ve hareketleri
mesela tuvalet adabını mesela yürüyüş adabını mesela selamlaşma adabını
mesela eve girmek, evden çıkmak, vedalaşmak, mesela ikili ilişkileri
düzenleyen karşılıklı alışveriş, muhabbet, sohbet adaplarını hulasa
aklınıza ne gelirse ferdi, hayatın her anında şekillendiren, geliştiren
ve mükemmelleştiren o muazzam sistem “sünnet-i seniyyedir”.

Evet Sünnet-i Seniye, edebdir, hayat tarzıdır. Hiçbir mes'elesi yoktur ki,
altında hayatı şekillendiren bir nur, bir edeb bulunmasın! Resul-i Ekrem
Sallalahu aleyhi vesellem buyurmuş ki: اَدَّبَنِى رَبِّى فَاَحْسَنَ
تَاْدِيبِى Yani: "Rabbim bana edebi, güzel bir surette ihsan etmiş,
edeblendirmiş." Evet siyer-i Nebeviyeye dikkat eden ve Sünnet-i Seniyeyi
bilen, kat'iyyen anlar ki: Edebin bütün çeşitlerini, Cenab-ı Hak
Habibinde cem'etmiştir. Onun Sünnet-i Seniyesini terkeden, edebi
terkeder. بِى اَدَبْ مَحْرُومْ بَاشَدْ اَزْ لُطْفِ رَبْ kaidesine
mâsadak olur, hasaretli bir edebsizliğe düşer. İslam’a göre yaşamayı
şekilcilik veya modernizmi, batı adabını (yani edepsizliği ve
ahlaksızlığı) matah bir şey zanneden ahmakların kulakları çınlasın.
İslama göre yaşamayı “şekilcilik” diye itham edenlerin benimsedikleri;
kottan, tişörtten ibaret üçüncü dünya kökenli etnik toplulukları gerçek
Avrupalılardan(kravatlı, takım elbiseli) ayrı tutmak için geliştirilen
giyim ve yaşam tarzını yani “şekilsizliği ve zevksizliği” seçenlerin
İslam için, sünnet için konuşacakları hiçbir şey olamaz.

Deccaliyetin hayatımızdan işte neyi götürdüğünü varın siz tahayyül edin.
Giden hayatımızın ve tarzımızın tamamıdır.


Hayatımızın tamamen dışına çıkarılan “sünnet-i seniyenin” sonucunda kaybettiğimiz
sadece bizi insanlaştıran, mükemmelleştiren şeklimizi kaybetmekten
ibaret değil elbette.

Hayat tarzının üst planı olan “hissediş, kavrayış, anlayış, bakış tarzımızda”
değişen hayatla birlikte değişmektedir. Bütün “ruhi ve akli
melekelerimiz” bu şekilsiz ve edepsiz hayatın sonucunda körelmekte ve
değişmektedir. Dikkat ediniz, İslami hayatı sadece farzlarla sınırlı
olan Müslümanların dahi “zevk, hissediş, anlayış” kimyaları tamamen
bozuktur.

Sünneti dışlayan bir hayatı yaşayan insanlar zevk olarak, anlayış
olarak İslami olan her şeye karşı yabani ve Fransız haldedir. Kur’an
tilaveti, ilahiler, naatlar ve hepsinden öte Zikrullah kulak ve
kalblerine tesir etmemekte ve ruhlarına sıkıntı vermektedir. Kainat
manzaralarına bakarken gözlerine ve ruhlarına dolan “lahuti bir
hayranlık” değildir. O sebeple nazarlarını zehirleyen fuhşiyat
manzaraları daha cazip ve zevkli gelir. Gözleri nefislerinin aşağılık
bir kavvadı olur. Nefisler gibi öteki zahiri duyguları da (yani görme,
tatma, işitme vs) emmareliğin dibine vurur. Pespaye ve şehvani
gürültülerden ibaret olan şarkılar kulakları; klipler, filmler, yalancı
oyunlar gözleri, dimağları, kalpleri istila eder. Haliyle böylesi istila
altında olan letaif ve duygularda zikire, ibadete, amel-i salihe ne
takat ne heves kalır.

Batının, modernizmin istilası altında olan kalp, muhabbeti kaybeder. Çünkü insan
neyi yaşayabiliyorsa muhabbeti dahi onadır. Sünnet-i seniyeyi yaşamayan
insanın Allah Resulunun Aleyhisselatu vesselam tarzını amel
edinemediğinden O’nu Aleyhisselatu vesselam sevmesi gerçekte mümkün
olmaz. O’nu sevmesi mümkün olmadığı gibi İslam’a ait her hangi bir şeyi
sevmesi de mümkün olmaz. Çünkü muhabbet ile ittiba arasında olmazsa
olmaz derecesinde Allah tarafından konmuş bir bağ vardır.

قل ان کنتم تحبون الله فاتبعونی یحببکم الله

Bu ayet-i celileyi tefsir ederken Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyuruyor:
“Eğer Allah'a muhabbetiniz varsa, Habîbullah'a ittiba' edilecek ittiba
edilmezse, netice veriyor ki: Allah'a muhabbetiniz yoktur.
“Muhabbetullah varsa, netice verir ki: Habibullah'ın Sünnet-i
Seniyyesine ittiba'ı intaç eder. Evet Cenâb-ı Hakk'a îman eden, elbette
Ona itaat edecek ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi ve
en kısası, bilâ-şüphe Habibullah'ın gösterdiği ve takip ettiği yoldur…” Evet
kısa ve öz! Allaha muhabbetiniz varsa Resulullah’a ittiba edilecek!
İttiba yoksa muhabbette yoktur. İşte bu muhabbet sünnet-i seniyye
yaşanmadığı takdirde yok olma noktasına kadar gidebiliyor. Bu “muhabbet”
öyle bir şey ki geri kalan duygular rengini ve zevk şeklini tamamen
bundan alıyor. İttiba ile neyi taklid ediyorsak doğal olarakta onun
sevgisi içimizde yeşeriyor. Halep ordaysa arşın burada! Haydi yaşanan
hayatları bu ölçülerle kıyas edelim. Neyi yaşıyoruz? Neyi yaşıyorsak
neyi de seviyoruz kolaylıkla anlayalım.

Giyim kuşam zevkimizden tutun da günlük hayatımızın geçtiği evlerimizin
mefruşat tarzına bir bakalım. Çünkü sevdiğimiz her şeyin teşhir alanı,
gösterilme yeri evimiz ve hayatımızdır. Bu dediğimiz noktayı iyi
anlamamız için hayali bir örnek verelim. İstanbulun muhafazakar bilinen
bir semtinden mesela Başakşehir’den vasat bir Müslümanın evinin
çatısının kalktığını varsayalım. Ve yine İstanbul’un gayr-i muslimlerle
dolu Taksim’inden vasat bir Rum vatandaşın evinin çatısının kalktığını
varsayalım. İki evi tepeden inceleyelim. Tuvaletinden tutun mefruşatına
kadar aynı düzenlenmiş, israfın ve lüksün zirvesinde koltuklar,
takımlar, lcd televizyonlar, tıklım tıklım dolu gardroblar, senede bir
defa dahi lazım olmayan ve hiç kullanılmayan vitrin dolusu eşyalar,
bilmem kaç kişilik yemek takımıyla yenilen yemekler vs. İkisini
birbirinden ayıran şey belki duvarda asılı revaklı ayet tablosuyla,
ötekinin duvarında asılı bir nü tablodur. Kılıklar aynı, tarzlar aynı,
hayatlar aynı, mekanlar aynı, o mekanda akıp giden hayatlar aynı. Varın
gerisini siz anlayın. Elbette hisler, anlayışlar zevklerde aynı olacak. O
sebeble böyle bir hayatın Müslümanı olan ferd, dinine ne kadar sahib
olacak? Elbette çarşaflı kadına böceğe bakar gibi bakacak, sarıklı
cübbeli Müslümana gerici diye bakacak, vatanı ve namusu için kafire
karşı cihad eden Müslümana terörist diye bakacak, İslamın adabını
görgüsüzlük diye görecek. Birahaneye, meyhaneye, kerhaneye hoşgörü ile
bakacak, camiye, medreseye sıra geldi mi “hala mı bunlar” diye burun
kıvırıp “günah işleme özgürlüğünden” dem vuracak.

Sünnet-i seniyeden soyutlanmış bir İslami hayatın, ferd planında ne derece
mümkün olabileceğini aziz okuyucunun takdirine ve ferasetine bırakalım
artık!

Mehdiyetin ferd planında insaniyeti ihya programı sünnet-i seniyeden başka bir şey
değildir. Zira Deccaliyet İslam toplumunda ferdi=bireyi hayat olarak
sünnet-i seniyeden tecrid etmekle bozabilmiş ve bitirebilmiştir.
İslamiyetin görünen ve yaşanan tarafıdır sünnet-i seniye. Fakat
Deccaliyet İslamiyeti hep vicdanlara gömmeye gayret etmiştir. Yani
İslamiyeti hayat olmaktan çıkarıp “inanç” denilen ne idüğü belirsiz bir
keyfiyetsizliğe mahkum etmeye çalışmıştır. Halbuki görünmeyen şey yok
hükmündedir. Bu gerçeği iyi bilen Deccaliyetin alimlerinin(!) son dönem
gayretleri tamamen bu noktaya odaklanmış vaziyette. İslamiyeti ayakta
tutan ve bir asırdır “terk edilerek” hasara uğratılmış “sünnet ve hadis”
sütunu şimdi de akide planında “terk ettirilerek” İslamın binası
yıkılmak istenmektedir. Bu cihette yapılan faaliyetler yazık ki bu
aşamaya ulaşmış vaziyettedir. Sünnet-i seniyenin önce şeair kısmı
yıkılmış, ardından ferd hayatından çıkarılmıştır. Bu yıkım İslama
yapılan mazinin haçlı seferlerinden daha tahripkar ve daha fecidir.

Evet Üstadımız Muhammed İbrahim Hızır’ın farkettirdiği “sünnet-i seniyenin
terkedilmişliği ve unutturulmuşluğu gerçeği” bizim ifade
edebileceğimizin çok ötesine varmıştır.

Yazımızın hacmi maalesef konumuzun öteki kısmını bir sonraki
makalemize bırakmamızı gerektirecek noktaya ulaştı. Mehdiyetin ana
programını gene hayattan ve toplumdan hareketle yaptığımız analizle
ortaya koymaya gayret ediyoruz. Böylece “sünnet-i seniyenin” Mehdiyetin
ihya hareketinde ana program olduğu gerçeğini daha iyi farkedebilmemiz
ve gereken önemi verebilmemiz gerekiyor.

Sünnet-i seniyenin ferd planında dini nasıl koruduğu kısmına burada nihayet
verip toplum ve akide planında sünnetin koruyuculuğu kısmını bir sonraki
makalemize bırakıyoruz. Ve minallahi tevfik.

www.siyahnur11.blogspot.com
www.sivilhaber.com
www.edibahmed.blogspot.com
siyahnur

Bu konuyu değerlendir