Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Zehracan

Süper Moderatör

  • Konuyu başlatan "Zehracan"

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

1

27.07.2010, 15:05

İnsanın yaratılış gayesi

Kâinat ağacının meyvesi olan insan… Zîruhların sultanı olarak yaratılan insan… Yeryüzünün halifesi olarak yaratılan insan… Ahsen-i takvîm sûretinde yaratılan insan…

Cenâb-ı Allah ‘İnsan Sûresi’nde şöyle buyurmaktadır; “Biz insanı karışık bir damla sudan yarattık, imtihana çekmek için, onu işitir ve görür hâle getirdik. Biz ona doğru yolu gösterdik. Artık ister şükreder, ister nankörlük ederler” (İnsan Sûresi: 2. ve 3. Ayetler)

Cenâb-ı Allah insana cüz’î irade vererek, yol tercihini ona bırakmıştır. İnsan diğer mahlûkların hemen hepsinin özelliklerini taşımakla beraber akıl, fikir, kalp ve şuur gibi kıymeti ölçülemeyecek nimetlerle süslenmiştir. Bu özelliğiyle de mahlûkatın en şereflisi ünvanına sahip olmuştur. Yüce Rabbimiz bu kadar sayısız nimetlerle donattığı insanoğlundan ne istiyor?Cenâb-ı Allah, “Cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat Sûresi 56) âyetiyle, insanın yaratılış gayesinin ibadet olduğuna dikkat çekiyor. Zaten ibadet, bir yaratılış borcudur. Daha evvel verilen nimetlere bir fiyat ve şükür ifade eder. Yoksa verilecek bir nimetin ve mükâfatın önşartı değildir. Biz ücretimizi peşin olarak almışız. Bu ücrete karşılık hizmetle ve ibadetle vazifeliyiz. Bu vazifenin süresini Cenab-ı Allah, “Gelmesi muhakkak olan ölüm sana erişinceye kadar Rabbine kulluk et” (Hicr Sûresi 99) diyerek bize bildiriyor. Çevremde yaptığım mini bir anket sonucunda, “İnsanın yaratılış gayesi nedir?” sorusuna, çoğunluk “Allah’a ibadet ve kulluk” demişti. Bunların arasında İncil’den Bab’lar vererek tasdik eden dindar Hıristiyanlar da vardı. Bazıları da yeme, içme, eğlenme gibi ehl-i dünyalık cevaplardı. Halbu ki Üstad Bediüzzaman Hazretleri 25. Lem’a’nın 3. Devası’nda şöyle diyordu: ”İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine, mütemadiyen gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaşması ve mütemadiyen zeval ve firakta yuvarlanması şahittir. Hem insan, zîhayatın en mükemmeli, en yükseği ve cihazatça en zengini, belki zîhayatların sultanı hükmünde iken, geçmiş lezzetleri ve gelecek belâları düşünmek vasıtasıyla, hayvana nispeten en ednâ bir derecede, ancak kederli, meşakkatli bir hayat geçiriyor. Demek insan bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safâ ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile, ebedî, daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür.

Ve ömür sermayesiyle yapılacak bu ‘mânevî ticareti’, yani insanın asıl vazifesini ise, 23. Söz’de şöyle açıklıyordu:

“İnsanın vazife-i fıtriyesi taallümle tekemmüldür, duâ ile ubûdiyettir. Yani, ‘Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikâne terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lûtuflarıyla böyle nâzeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?’ bilmektir. Ve binden ancak birisine eli yetişemediği hâcâtına dâir, Kâdiü’l-Hâcâta lisân-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır; ve istemek ve duâ etmektir. Yani, aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı âlâ-i ubûdiyete uçmaktır. Demek, insan bu âleme ilim ve duâ vâsıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir.”


HALİL KIZILIRMAK

"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

2

30.08.2010, 05:34

''Evet, mâdem bu kâinatın en mühim neticesi ve mâyesi ve hikmet-i hilkati hayattır; elbette o hakikat-i âliye, bu fânî, kısacık, noksan, elemli hayat-ı dünyeviyeye münhasır değildir. Belki, hayatın yirmi dokuz hâssasıyla mahiyetinin azameti anlaşılan şecere-i hayatın gâyesi, neticesi ve o şecerenin azametine lâyık meyvesi, hayat-ı ebediyedir ve hayat-ı uhreviyedir ve taşıyla ve ağacıyla, toprağıyla hayattar olan dâr-ı saadetteki hayattır. Yoksa, bu hadsiz cihazât-ı mühimme ile teçhiz edilen hayat şeceresi, zîşuur hakkında, hususan insan hakkında, meyvesiz, faydasız, hakikatsiz olmak lâzım gelecek. Ve sermâyece cihazâtça serçe kuşundan meselâ yirmi derece ziyâde ve bu kâinatın ve zîhayatın en mühim, yüksek ve ehemmiyetli mahlûku olan insan, serçe kuşundan, saadet-i hayat cihetinde yirmi derece aşağı düşüp, en bedbaht, en zelîl bir bîçare olacak.''
Edep aklın suretidir !

3

30.08.2010, 05:38

''Akşama erdiğinizde ve sabaha kavuştuğunuzda Allah'ı tesbih edin. • Göklerde ve yerde olanların hamd ve senâsı Ona mahsustur. Gündüzün sonuna doğru ve öğle vaktine erişince de Allah'ı tesbih edip namaz kılın. • Ölüden diriyi, diriden ölüyü O çıkarır. Ölümünden sonra yeryüzünü O diriltir. Siz de kabirlerinizden böyle çıkarılacaksınız.''

(Rûm Sûresi: 17-19.)
Edep aklın suretidir !

4

30.08.2010, 05:41

Hem, en kıymettar bir nimet olan akıl dahi, geçmiş zamanın hüzünlerini ve gelecek zamanın korkularını düşünmekle kalb-i insanı mütemâdiyen incitip bir lezzete dokuz elemleri karıştırdığından, en musîbetli bir belâ olur. Bu ise yüz derece bâtıldır. Demek bu hayat-ı dünyeviye, âhirete İmân rüknünü katî ispat ediyor ve her baharda haşrin üç yüz binden ziyâde numunelerini gözümüze gösteriyor.
Edep aklın suretidir !

5

30.08.2010, 05:45

Acaba senin cisminde ve senin bahçende ve senin vatanında senin hayatına lâzım ve münâsip bütün levâzımâtı ve cihazâtı hikmet ve inâyet ve rahmetle ihzâr eden ve vaktinde yetiştiren, hattâ senin midenin bekâ ve yaşamak arzusuyla ettiği hususi ve cüzî olan rızık duâsını bilen ve işiten ve hadsiz leziz taamlarla o duânın kabulünü gösteren ve mideyi memnun eden bir Mutasarrıf-ı Kadîr, hiç mümkün müdür ki, seni bilmesin ve görmesin? Ve nev-i insanın en büyük gâyesi olan hayat-ı ebediyeye lâzım esbâbı ihzâr etmesin? Ve nev-i insanın en büyük, en ehemmiyetli, en lâyık ve umumi olan bekâ duâsını, hayat-ı uhreviyenin inşâsıyla ve Cennetin icadıyla kabul etmesin? Ve kâinatın en mühim mahlûku, belki zeminin sultanı ve neticesi olan nev-i insanın Arş ve ferşi çınlatan umumi ve gayet kuvvetli duâsını işitmeyip, küçük bir mide kadar ehemmiyet vermesin, memnun etmesin, kemâl-i hikmetini ve nihayet rahmetini inkâr ettirsin? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ!

Onuncu Söz
Edep aklın suretidir !

6

30.08.2010, 09:33

maşallah hegira güzel bir ders takip ediyoruz devam edin inşallah.

Zehracan

Süper Moderatör

  • Konuyu başlatan "Zehracan"

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

7

31.08.2010, 16:30


Allah razi olsun ablacim.. bende devamini bekliyorum.. :)

"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

8

04.09.2010, 15:19

''Bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife, îmânını kurtarmaktır, başkaların îmânına kuvvet verecek bir sûrette çalışmaktır. Sakın, benlik ve gurura medâr şeylerden çekin. Tevâzu, mahviyet ve terk-i enâniyet, bu zamanda ehl-i hakîkate lâzım ve elzemdir. Çünkü bu asırda en büyük tehlike benlikten ve hodfüruşluktan ileri geldiğinden; ehl-i hak ve hakîkat, mahviyetkârâne dâimâ kusurunu görmek ve nefsini itham etmek gerektir. Sizin gibilerin ağır şerâit içinde kahramancasına îmânını ve ubûdiyetini muhâfaza etmesi, büyük bir makamdır.''

Hizmet Rehberi
[/b]
Edep aklın suretidir !

9

04.09.2010, 15:33

''Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelimeyle dört kelâm öğrendim; tafsilen beyan edilecektir. Burada, yalnız icmalen işaret edilecektir. Kelimelerden maksat, mânâ-yı harfî, mânâ-yı ismî, niyet, nazar'dır. Şöyle ki:

Cenab-ı Hakkın mâsivâsına, yani kâinata mânâ-yı harfiyle ve Onun hesabına bakmak lâzımdır. Mânâ-yı ismiyle ve esbab hesabına bakmak hatâdır.

Evet, herşeyin iki ciheti vardır. Bir ciheti Hakka bakar, diğer ciheti de halka bakar. Halka bakan cihet, Hakka bakan cihete tenteneli bir perde veya şeffaf bir cam parçası gibi, altında Hakka bakan cihet-i isnadı gösterecek bir perde gibi olmalıdır. Binaenaleyh, nimete bakıldığı zaman Mün'im, san'ata bakıldığı zaman Sâni, esbaba nazar edildiği vakit Müessir-i Hakikî zihne ve fikre gelmelidir.

Ve keza, nazarla niyet mahiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalb eder. Evet, niyet âdi bir hareketi ibadete çevirir. Ve gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalb eder. Maddiyata esbab hesabıyla bakılırsa cehalettir. Allah hesabıyla olursa mârifet-i İlâhiyedir.''

Mesnevi-i Nuriye/Katre
Edep aklın suretidir !

10

06.09.2010, 20:04

''Âlem-i insâniyette ve İslâmiyette üç muazzam mesele olan îman ve şeriat ve hayattır. İçlerinde en muazzamı îman hakîkatleri olduğundan, bu hakâik-ı Kur'âniye başka cereyanlara, başka kuvvetlere tâbî ve âlet edilmemek ve elmas gibi o Kur'ân'ın hakîkatleri, dîni dünyaya satan veya âlet eden adamların nazarında cam parçalarına indirmemek ve en kudsî ve en büyük vazife olan îmânı kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için, Risâle-i Nur'un has ve sâdık talebeleri gâyet şiddet-i nefretle siyâsetten kaçıyorlar.''

Kastamonu Lâhikası, s. 104.
Edep aklın suretidir !

11

06.09.2010, 20:11

ve elmas gibi o Kur'ân'ın hakîkatleri, dîni dünyaya satan veya âlet eden adamların nazarında cam parçalarına indirmemek ve en kudsî ve en büyük vazife olan îmânı kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için, Risâle-i Nur'un has ve sâdık talebeleri gâyet şiddet-i nefretle siyâsetten kaçıyorlar.''

Kastamonu Lâhikası, s. 104.

!!!
Edep aklın suretidir !

12

16.09.2010, 19:07

On İkinci Pencere


-1-

sırrınca, umum eşyada, hususan zîhayat masnu'larda, hikmetli bir kalıptan çıkmış gibi, herşeye bir miktar-ı muntazam ve bir sûret hikmetle verildiği; ve o sûret ve o miktarda maslahatlar ve faydalar için eğri büğrü hududlar bulunması; hem, müddet-i hayatlarında değiştirdikleri sûret-i libasları ve miktarları, yine hikmetlere, maslahatlara muvâfık bir tarzda mukadderât-ı hayatiyeden terkib edilen mânevî ve muntazam birer sûret, birer miktar bulunması bilbedâhe gösterir ki; bir Kadîr-i Zülcelâlin ve bir Hakîm-i Zülkemâlin kader dairesinde sûretleri ve biçimleri tertip edilen ve kudretin destgâhında vücutları verilen o hadsiz masnuât, o Zâtın vücûb-u vücuduna delâlet ve vahdetine ve kemâl-i kudretine hadsiz lisân ile şahâdet ederler.



Sen kendi cismine ve âzâlarına ve onlardaki eğri büğrü yerlerin meyvelerine ve faydalarına bak, kemâl-i hikmet içinde kemâl-i kudreti gör.



1- Her şeyden yüce olan Rabbinin ismini tesbih et. • O Rabbin ki, herşeyi yaratıp düzene koymuştur. • O Rabbin ki, her şeye lâyık bir şekil ve ölçü tâyin etmiş ve onu yaratılış gâyesine yöneltmiştir. (A'lâ Sûresi: 1-3)[/b]


Otuz Üçüncü Söz
Edep aklın suretidir !

13

24.12.2010, 18:11

SÜBHANALLAH! bu ne güzellik kainatı ve insanı böyle güzel anlatan başka eser var mı? bana göre yoktur.
Allah'ım (c.c.) üstadımız dan razı ol .O'nu cemalini görenlerden ve peygamber (a.s.) efendimize komşu olanlardan eyle
ve bizleride risale-i nuru okuyup anlayanlardan hizmet edenlerden kıl! Amin.

14

24.12.2010, 18:20

Yaratılış Gàyesi
Kâinatın ve insanın yaratılmasının sırları ve hikmetleri ile ilgili pek çok soru sorulabilir. Bunlar insanlığın en büyük soruları olmalıdır. Bu sorular; ”Kâinat niçin yaratıldı? İnsanın yaratılmasının sırrı ve hikmeti nedir? Ben kimim? Nereden geldim ve nereye gidiyorum? Bu dünyada vazifem nedir?”diye çoğaltılabilir. İnsanın öncelikli vazifelerinden birisi de bu sorularına aklını ve kalbini tatmin ve ikna edecek cevaplar bulmak olmalıdır.

Yaratılışın gayesini icmalen şu iki ayet bildirmektedir. “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat Suresi,56) “O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı." (Mülk Suresi, 2 )

Öyle ise insan bir yolcudur. “Ve o nefy ve yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, sabâvetten, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırattan geçer bir uzun sefer-i imtihandır.”(Sözler,2005,s:55,Y.A.N.) .Yine Mesnevi-i Nuriye’de “İnsan bir yolcudur. Sabâvetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.” denilmektedir. Yani insan uzun bir seferdedir
.
Bizler bu yolculuğun dünya safhasındayız. Bu yolculuk ya sonsuz cennette ya da sonsuz cehennemde son bulacaktır. Elbette ki, cennet ehli Allah(cc)’ın cemalini görmekle mükâfatların en zirvesini yaşayacaktır.

On Birinci Söz bağlamında yaratılış sırları ve gayesini anlamaya çalışırsak;
Bir hadisi kudside,” Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim, mahlûkatı yarattım” buyurulur. (Acluni, II, 132)

Çünkü her cemal ve kemal sahibi kendi cemal ve kemalini görmek, göstermek ister. Bu sır gereğince Allah (cc), kendi kemal ve cemalinin tecellilerini görmek ve göstermek istemesi sırrınca bu kâinatı yaratmıştır.

Allah bu kâinatı bir sayar suretinde yaratmış ve bu sarayın bütün ihtiyaçlarını tanzim etmiş ve konaklamak için gelecek olan misafirlerine hazır hale getirmiştir. Bu sarayın bütün sırlarını ve hikmetlerini Ezeli bir hutbe ile kâinatın en şereflisi olan Zata (sav) bildirmiş ve O Zatta (sav) sayara giren ahaliye bu Ezeli hutbeyi okumuş ve umumi daveti yapmıştır.

Bu saraya giren ahali de iki gruba ayrılmıştır. Birisi bu sarayın bir sahibi ve hâkimi olmalıdır diyerek saray sahibinin vazifelendirdiği Zatın (sav) okuduğu hutbeye icebet etmiş, diğer grup ise ne sarayın sahibini ne de okunan hutbeyi dinlemiş, sadece sarayda hazırlanan yiyeceklere hayvancasına dalıp yiyip içmişler ve yasak yiyeceklerden de yiyerek saray sahibinin izni olmayan davranışları yapmışlardır.

Hâlbuki o saray ve saraydaki hazırlanan yiyecekler saray sahibini tanımak ve ona teşekkür etmek için hazırlanmıştır.

Evet âdemoğlu, büyük bir kervan ve azîm bir kafile gibi mazinin derelerinden gelip, vücud ve hayat sahrasında misafir olup, istikbalin yüksek dağlarına ve müzeyyen, süslü bağlarına yönelerek kafile kafile silsile halinde yürümektedir.
"Şu garib ve acib mahlûklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar?" diye her akıl sahibi hikmet adına sormalıdır.

Hikmet: Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Bu dünyada işiniz nedir? Reisiniz kimdir? Gibi sorularla yaratılışın gayesine yönelik sualleri sormaktadır.
Buna cevaben, bu suale, âdemoğlu namına, emsali olan büyük peygamberler gibi, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, insanlığa vekâleten karşısına çıkarak şöyle cevapta bulundu:
Bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelî'nin kudretiyle yokluk karanlıklarından ziyadar varlık âlemine çıkarılan mahlûklardır. Sultan-ı Ezelî, bütün mevcudatı içinde biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrayı bize vermiştir. Biz haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de, o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle, re's-ül malımız olan istidatlarımızı nemalandırmaktır. Ve şu azîm insan kervanına, bundan sonra Sultan-ı Ezelî'den risalet vazifesiyle gelip riyaset eden benim. İşte o Sultan-ı Ezelî'nin risalet beratı olarak bana verdiği Kur'an-ı Azîmüşşân elimdedir. Şüphen varsa al, oku! (İşaratü’l İ’caz,2006,s:29,Y.A.N.)

Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ın verdiği şu cevablar, Kur'andan alınan ve Kur'an lisanıyla söylenildiğinden; Kur'anın esas maksadının şu dört gayede toplandığı anlaşılıyor.Tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ve ubudiyet.İşte bu dört maksat Kur’an’ın takip ettiği hakiki maksatlar olduğu malumdur.
Tevhid; Allah’ı bir kabul etmek demektir. Allah’a iman, Allah’ı bir kabul etmek ile hakiki manasına kavuşur. Yoksa Allah vardır deyip bütün mevcudatı sebeplere ve tabiata havale etmek demek, O Allah’a imandan nasibi olmadığına delildir. Allah bu tür imandan ve Tevhid inancından razı da değildir. Allah’a imanımızın tezahürü şöyle olmalıdır. "Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip minnet çekme, onlara dalkavukluk edip boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme. Çünki Sultan-ı Kâinat birdir, herşey'in anahtarı onun yanında, her şey'in dizgini onun elindedir; herşey onun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun."(Mektubat-s:224)

Nübüvvet; Peygamberlik, nebi olmak, nebilik. Allah'ın (cc) emriyle vazifeli olarak insanları doğru yola çağırmak.

Haşir; ölümden sonra tekrar diriliş ve ahiret yurdunda bir mahkeme-i kübradan sonra insanların zerre kadar hayır ve günahlarının muhasebelerinin yapılacağı ve hesabının görüleceği o büyük hesap günü.

Adalet; zulüm etmemek. Herkese hakkını vermek ve lâyık olduğu muâmeleyi yapmak. Hak kanunlarına uygunluk. Haksızları terbiye etmek.

Ve ubudiyet; Kul olduğunu bilip Allah'a itaat etmek. Allah'a teslim olup, Kur'an ve Peygamber (sav) vasıtası ile verilen emirleri aynen icra ve tatbike çalışmak.

Bâkî ÇİMİÇ
bakicimic@hotmail.com

http://feyzinur.blogspot.com/2009/11/yaratls-gayesi.html

15

24.12.2010, 20:53

Alıntı

Kur'anın esas maksadının şu dört gayede toplandığı anlaşılıyor.Tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ve ubudiyet.İşte bu dört maksat Kur’an’ın takip ettiği hakiki maksatlar olduğu malumdur.
Allah razi olsun Agabey..
Mektubatta (Tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ve ubudiyet) diye maksatlar siralanmis, 4 maksat deniliyor fakat bunlar 5 Maksat.. acaba hikmeti nedir?
Ve asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak, ehl-i sadakatın şe’nidir.

16

25.12.2010, 09:08

Alıntı

Kur'anın esas maksadının şu dört gayede toplandığı anlaşılıyor.Tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ve ubudiyet.İşte bu dört maksat Kur’an’ın takip ettiği hakiki maksatlar olduğu malumdur.
Allah razi olsun Agabey..
Mektubatta (Tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ve ubudiyet) diye maksatlar siralanmis, 4 maksat deniliyor fakat bunlar 5 Maksat.. acaba hikmeti nedir?
İşârâtü'l-İ'câz'da Fâtiha Sûresinin tefsirinde mealen Üstad Hazretleri şu izahları yapar:

الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ

Azizim bilmiş ol ki: "Sırat-ı müstakim" ise; Hikmet, iffet ve şecaat'ın özü ve hülasası olan "ADL" dir. (Ahenkli, muvazeneli, dengeli harekettir.) Bu üç şey de, insandaki üç kuvvenin, her birisinin üçer mertebesinin vasatıdırlar. Yani orta derecelisidirler.

Bu ma'nanın izahı şöyledir:

Cenab-ı Hakîm-i Mutlak, vaktaki ruhu, değişken ve çok şeylere muhtaç ve tehlikelere mar'uz olan insan bedeninde iskan eyledi. O bedenin veya içindeki Ruh'un idamesi için "Üç Kuvve" yi onun içine tevdi buyurdu.

Birinci Kuvve: Menfaatları, yararlı şeyleri cezbeden Behimî olan "Şeheviyye" kuvvesi..

İkinci Kuvve: Zararlı şeyleri ve tahribci işleri def edip iten Sebü'î olan "Gadabiyye" kuvvesidir.

Üçüncü Kuvve: Menfaat ve zararların arasını fark edip ayıran Melekî "Akliye" kuvvesidir.

Lâkin Cenab-ı Hâkim-i Hakîm, sair hayvanat'ın kuvvelerini bir tahdit altında bulundurduğu halde, müsabaka ile terakki edebilmesi sırrıyla, beşer'in tekemmülünü iktiza eden hikmetiyle; insanın bu kuvvelerine amelî sahada din ve şeriatla bir hudut tayin etmiş ise de fıtraten, yani yaradılışça bir hadd, bir sınır tayin etmiş değildir.

Evet, amelî sahada din ve Şeriat, bu kuvvelerin ifrat ve tefritlere gir-melerini yasaklayıp, Hadd-ı Vasat çizgisi üzerinde bulunmalarını emretmiştir. Bu husustaki açık emir, فَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ ayetidir.(1)

İşte, bu üç Kuvvelerin Önünde fıtrî bir tahdid, bir engel bulunmadığından, herbirisinde bu üç çeşit mertebeler hasıl olmaktadır. Bu mertebelerden "Tefrit" mertebesi, eksiklik ve noksanlıktır. “İfrat” mertebesi ise, ziyadelik ve aşırılıktır. Amma "adl" mertebesi, bunların vasatı, yani, ikisinin ortasıdır.
İşte kuvve-i akliyenin mertebeleri

1- Tefrit mertebesi: Gabavet ve geri zekâlılıktır.

2- İfrat mertebesi: Şaşırtıcı cerbezekârlık ve demogojidir ki; akı kara, karayı ak göstermek gibi işlerin mantık dışı ve ma'nasızlarıyla uğraşan ve bulaşan bir zekadır.

3- Adl olan vasat mertebesi: Bu mertebe Hikmettir ki;

وَ مَنْ يُوءْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثِيرًا ayeti, onun mahiyetini beyan ve tefsir eyler.

Bu taksimattan sonra, şunu da bil ki: Bu "Üç kuvve"lerin asılları i'tibarıyla, nasılki her birisi mezkûr mertebelere ayrılıp çeşitleniyor.. Öyle de; bu çeşitlerin fer'Ierinden her bir dalı dahi, o üç mertebelere ayrılıp tenevvu' edebiliyor.

Mesela: "Halk-ı efal" meselesinde; Ehl-i Sünnet Mezhebi, Cebr ile İ'tizalin vasatıdır, ortasıdır.

Keza, İtikad da; Tevhid mezhebi, Ta'til ve Teşbihin (2) vasatıdır.

İşte buna göre, ehl-i Tevhid ve ehl-i hak mezhebi, itikadda "Sırat-ı müstakim" olan vasat mezhebidir. Daha bu kıyas üzerinde misaller çoğaltılabilir.

Kuvve-i şeheviyenin mertebeleri

Bu kuvvenin "tefrit" mertebesi, "HUMÛD" dur. Yani, sönüştür ki, hiçbir şeye iştiha ve iştiyakı olmaz. "İfrat" mertebesi ise, "FÜCUR" dür ki, helal haram demeden neye rast gelse, iştihası kabarır.

Amma bu kuvvenin "Vasat"ı ise, "İFFET" dir ki, helale rağbet edip, haramdan kaçar... Ve daha bu asıl ve köke göre; yemek, içmek, giymek ve saire gibi bütün fer' ve ayrıntılarını kıyasla.

Kuvve-i gadabiyenin mertebeleri

1-Tefrit mertebesi: “Cebanet”tir ki, hiç korkulmayacak şeylerden de korkar, evhama kapılır.

2-İfrat mertebesi: “Tehevvür”dür ki; istibdad, tahakküm ve zulmün menşei ve babasıdır.

3-Vasat mertebesi: "Şecaat”tir ki; aşk u şevk ile İslâmiyet namusunun himayesi ve Kelime-i Tevhid'in yüceltilmesi uğrunda ruh u canını bezledip feda eyler. Ve daha sair teferruatlarını bu misallere kıyas eyle!

İşte, -görüldüğü üzere- her üç kuvvenin ifrat ve tefrit mertebeleri olan "Altı yan"ları zulüm; "üç vasat" mertebeleri de, Adl ve adalettir ki, sırat-ı müstakimdir. Yani فَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ ayetine tabi' olarak âmeldir.. Ve bu Sırat-ı Müstakim köprüsü üstünden geçen adam, Cehennem'in üstüne uzatılıp konulmuş olan Sırat Köprüsünden de geçmiş olur.
---------------------------------

(1): Sana emrolunduğu gibi dosdoğru istikamet çizgisi üzerinde bulun! (Hud suresi 11/112)

(2): Ta'til ve Muattıla mezhebi: Yirmibeşinci Söz'ün, Birinci Şulesinin, Birinci Şuaının, Beşinci noktasının İkinci Misalinde izahı yapıldığı üzere, şöyledir: Allah'ın bütün fiil ve işlerini sebeplere isnad edip; kâinatta her iş ve emr'in Allahü Tealanın irade ve kudretiyle olan icad ve idaresini inkâr eden ve bunu sebeplere ve tabiatlara bağlayan kör ve sağır bir kısım felsefecilerin mesleği.. -Mütercim-

"Teşbih" ise, Allaha ait sıfatları, mahlukatınkine benzeten ve ona göre batıl yorumlarla izahalarda bulunan bir diğer anlayışsız, idraksiz felsefeci gurubunun mezhebidir. -Mütercim—

17

25.12.2010, 09:19

İnsanın Vazîfe-i Fıtratı

İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi; Halık-ı Kainat'ı tanımak ve ona iman edip ibadet etmektir.

Ve o insanın vazife-i fıtratı ve fariza-i zimmeti, marifetullah ve iman-ı billahtır ve iz'an ve yakin ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir.(Yedinci Şua)

İnsanın en evvel ve en büyük vazifesi, tesbih ve tahmiddir. Evvelâ mazi, hal ve istikbal zamanlarında görmüş veya görecek nimetler lisanıyla, sonra nefsinde veya haricinde görmekte olduğu in'amlar lisanıyla, sonra mahlûkatın yapmakta oldukları tesbihatı şehadet ve müşahede lisanıyla Sânii hamd ü senâ etmektir.(Mesnevî-i Nuriye - Onuncu Risale)

Evet, insan bir askerdir. Askerlik vazifesi başka, hükûmetin vazifesi başkadır. Askerlik vazifesi tâlim, cihad gibi din ve vatanı koruyacak işlerdir. Hükûmetin vazifesi ise, erzakını, libasını, silâhını vermektir. Binaenaleyh, erzakını temin için askerliğe ait vazifesini terk edip ticaretle-meselâ-iştigal eden bir asker, şakî ve hâin olur. Bu itibarla, insanın Allah'a karşı ubudiyet, vazifesidir. Terk-i kebâir, takvâsıdır. Nefis ve şeytanla uğraşması, cihadıdır.(Mesnevî-i Nuriye - Onuncu Risale)


İnsanın ebede uzanmış emelleri ve kâinatı ihata etmiş efkârları ve ebedî saadetlerinin envâına yayılmış arzuları gösterir ki, bu insan ebed için halk edilmiş ve ebede gidecektir. Bu dünya ona bir misafirhanedir ve âhiretine bir intizar salonudur.(Onuncu Söz)

İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyleyse, insanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder.

Demek ki, insanın vazife-i fıtriyesi, taallümle tekemmüldür, dua ile ubudiyettir. Yani, "Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?" bilmektir; ve binden ancak birisine eli yetişemediği hâcâtına dair Kàdıu'l-Hâcâta lisan-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır ve istemek ve dua etmektir. Yani, aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı âlâ-yı ubudiyete uçmaktır.

Demek, insan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidat itibarıyla herşey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu marifetullahtır ve onun üssü'l-esası da iman-ı billâhtır.

Hem insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyâta maruz ve hadsiz âdânın hücumuna müptelâ; ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcâta giriftar ve nihayetsiz metâlibe muhtaç olduğundan, vazife-i asliye-i fıtriyesi, imandan sonra, duadır. Dua ise esas-ı ubudiyettir.(Yirmi Üçüncü Söz)


Evet, Allah'a abd ve hizmetkâr olana herşey hizmetkâr olur. Bu da, herşey Allah'ın mülk ve malı olduğunu iman ve iz'an ile olur.

Evet, kudret, insanı çok dairelerle alâkadar bir vaziyette yaratmıştır. En küçük ve en hakir bir dairede, insanın eli yetişebilecek kadar insana bir ihtiyar, bir iktidar vermiştir. Ferşten Arşa, ezelden ebede kadar en geniş dairelerde insanın vazifesi, yalnız duadır.

Evet, "De ki: Eğer duanız olmasa Rabbim katında ne ehemmiyetiniz var?" (Furkan Sûresi, 25:77.) "âyet-i kerîmesi, bu hakikatı tenvir ve isbata kâfidir. Öyleyse, çocuğun, eli yetişemediği birşeyi peder ve validesinden istediği gibi, abd de, acz ve fakriyle Rabbine iltica eder ve Hâlıkından ister.(Mesnevî-i Nuriye - Hubâb )

18

25.12.2010, 22:21

Bu güzel paylaşımlar için Allah razı olsun. Cümlenizden.. :tebessüm:

Bu konuyu değerlendir